Kel dağına bakıp kederlenecek, eski Antakya evlerinden birinde gizli gizli buluşacağım sevgilimle. Boğma rakı içeceğim. Annemin biberli ellerini koklayacağım. Asi’nin kenarında oturup hayaller kuracağım
Deniz Bakır
Ben bir ruhum.
Bedenim Antakya’da molozlar altında. Bunu İlk fark ettiğimde tarif edilemez bir acı duydum.
Sonra sonsuz bir boşluk içinde savruldum. Şimdi o boşluktan çıkmak, yeni bir beden bulmak, Antakya ile birlikte yeniden doğmak, hayatta yer tutmak istiyorum.
Sevdiklerime yeni bir bedende yeniden kavuşmak istiyorum.
Bazılarınıza çok mistik görünüyor muhtemelen.
Ama eğer Antakyalıysanız beni anlayacağınızı biliyorum…
Hikayeme o kıyamet anından başlamam gerekiyor sanırım…
O gece sarsıntılar içinde uyandım uykumdan. Önce yatağımın karşısındaki elbise dolabı, sonra yanındaki komodin zıplamaya başladı. Durumun ayırdına varamadan duvarlar çatırdadı ve parça parça üzerime devrilmeye başladı. Kendimi kaybetmeden önce, yan odadan annemin sesini duyduğumu hatırlıyorum. Benim ve kardeşlerimin adını bağırıyordu çığlıklar içinde…
Ondan sonraki dakikalar boyunca kaybetmişim kendimi. Hiçbir şey hatırlamıyorum. Kendime geldiğimde bir ağırlık hissettim. Bacaklarımı hissetmiyordum. Göğsümdeki keskin acı ve ıslaklık zihnimi bulandırıyor, ne olduğunu anlamamı zorlaştırıyordu. Defalarca kendime gelip, tekrar kaybettim kendimi. Zihnimin gidip geldiği anlarda çığlık sesleri duyduğumu hatırlıyorum. Annemin çığlığı…
Bir de üzerimdeki taşlardan yüzüme doğru akan suyu…
Neden ve ne kadar zaman sonra bilmiyorum kendime geldim. Soğuktan titriyordum.
Anneme, kardeşime, ablama, babama seslendim kalan bütün gücümle. Ama hiçbir yanıt alamadım. Sesimin yıkıntılar arasına karışıp kaybolduğunu gördüğüm her an gücümün azaldığını hissediyordum.
Sevgilim geldi aklıma. Deprem günü buluşmuştuk. Dudakları dudaklarıma değdiğinde sonsuza kadar yaşayacakmışım gibi gelmişti… Ama şimdi ölüyordum.
Belki o yaşıyordur diye geçirdim bir an aklımdan. Bir bahar dalı gibi tutundum bu ihtimale. İnsan üstü bir güçle bağırmaya başladım. Defalarca bağırdım. Yardım istedim…
Her nefesimde bir ömür yaşadım. Yeniden aşık olup, yeniden döndüm o kıyamet anına. Ve yanıtsız geçen her dakika ölüme biraz daha yaklaştırdı beni.
Saatlere bedel dakikalar, günlere bedel saatler, aylara bedel günlerin ardından elimdeki dalın kurduğunu, bir avuç su gibi buharlaşıp uçtuğunu anladım ellerimden.
O an büyük bir acıyla sıyrılıp çıktım bedenimden.
Ruha dönüştüm.
Annemin, babamın, kardeşimin, ablamın bedenlerinin başına gittim sırasıyla.
Annemin biber kokan ellerini öptüm…
Babamın açık kalan gözlerini…
Ablamın bir pamuk gibi beyaz teni tozlarla kaplıydı. Boyundan öptüm…
Kardeşim korkuyla sokulmuştu ablamın yanına. Ve göğsüne gömülmüştü sanki. Saçlarından öptüm…
Bağırmak, çağırmak, kendimi parçalayarak ağlamak istedim…
Ama ben bir ruhtum.
Acımı akıtacağım gözyaşım bile yoktu…
Sonra usulca çıktım yıkıntıların arasından.
Sevgilimin yanına gittim.
Ona dokunamamanın ve bir daha dokunamayacak olmanın azabı ile kıvrandım günlerce…
Delirmiş bir biçimde sokak sokak dolaştım Antakya’yı.
Can çekişini izledim memleketimin.
Ve can çekişirken Antakya, onu hayatta tutmak için büyük bir inatla, sabırla, emekle mücadele eden insanları izledim.
Anladım ki Antakya yeniden Antakya olmazsa bitmeyecek bu acı.
Bitmeyecek binlerce ruhun boşlukta kıvranışı.
Defalarca yıkılıp gitmişti bu kent.
Ve bedenden bedene gezen ruhlar yeniden kurmuştu kenti.
Kentin ruhu insanlardı.
Ve insanlar bedenlerini açtıkça ruhlara ölümsüzleşiyordu kent.
Burası Antakya.
Ölümsüz ruhların kenti.
Ve ben o ruhlardan biriyim.
Kentin yeniden kurulmasını bekliyorum burada. Adım adım dolaşıyorum kenti. Kendime bir beden arıyorum.
Biliyorum yeniden doğacak bu kent.
Ve ben yeniden doğacağım bir bedende.
Kel dağına bakıp kederlenecek, eski Antakya evlerinden birinde gizli gizli buluşacağım sevgilimle. Boğma rakı içeceğim. Annemin biberli ellerini koklayacağım. Asi’nin kenarında oturup hayaller kuracağım.
Biliyorum yeniden doğacak bu kent.
Ve ben yeniden doğacağım bu kentte…