Yönetmen Steve McQueen, ‘Açlık’ filmiyle bedenini silaha dönüştüren IRA üyesi Bobby Sands’in açlık grevini merkeze alırken, hapishanedeki hak arayışında yaşam ile ölümün flulaşan sınırını tartışmaya açar
Turner Prize ödüllü sanatçı Steve McQueen’in ilk uzun metraj filmidir “Açlık.” Yönetmen, bu filmiyle bize 1980’lerin başında Kuzey İrlanda’nın Maze Hapishanesi’ndeki ölüm ve yaşamın deneysel ve vurucu portresini sunar. Kamera arkasında ilk deneyimi olmasına rağmen yönetmenin video sanatındaki geçmişi her sahnede kendini belli eder. McQueen, siyasi tutuklu olan IRA (İrlanda Cumhuriyet Ordusu) üyelerinin cezaevi üniformasını reddetmesiyle başlayan, yıkanmama protestosuyla devam eden ve açlık greviyle sonlanan mücadelesini beyaz perdeye taşırken, izleyici de adım adım Maze Hapishanesi’nin koridorlarına tanıklık eder. Filmin ilk yarısı sessizdir ve gözlem üzerine kuruludur, ancak sonra ortaya izleyiciyi 22 buçuk dakikalık sahneyle içine çeken Bobby Sands çıkar. Sands, taleplerinin kabul edilmesi için açlık grevine başlayacaktır ve onun arkasından geleceği kesin daha onlarcası vardır. McQueen’in Bobby Sands’in hayatından uyarladığı film, merkezine insanı alırken siyasi tartışmaların ötesine geçer. Burada yalnızca hapishane, muhafızlar ve siyasi tutuklular vardır. Filmin setini bile eski tutuklular giydirmiştir. McQueen, Cannes Film Festivali’nde Altın Kamera ödülüne layık görüldüğü bu filmiyle sinemadaki siyaset anlayışına da yeni bir soluk getirir, hatta sinema dilini bu anlamda bir adım öteye taşır. “Açlık” kişisel bir denemedir; ilhamı ve anlatısı yönetmenin kendisine çocukluğundan gelen bir eserdir. McQueen’in filmi görülmeye değerdir, izlenmeyi hak eder. Aşağıda okuyacağınız söyleşide ise yönetmen Steve McQueen, ilk uzun metraj filmi için neden Bobby Sands’in hayatını konu aldığını anlatıyor ve “Açlık” filmiyle neyi irdelemek istediğine değiniyor.
Bu ilk uzun metraj filminiz. Niye Bobby Sands?
11 yaşındayken dönüm noktası olacak bir an yaşadım. Bir akşam televizyonda bir adamın görüntüsünü ve yanındaki bir sayıyı gördüm. Sayı, adamın kaç gündür açlık grevinde olduğunu belirtiyordu. Açlık grevinin ne olduğunu bilmiyordum ve anneme sormaya gittim, bana ne pahasına olduğunu anlattı. Bu adam sesinin duyulabilmesi için açlık grevi yapıyordu. 11 yaşındaki bir çocuk için bu çok tuhaf; yani sesinin duyulması için yemek yemeyi sonlandırmak. Ve ben yememeninin, bir sesi nasıl yükselttiği üzerine çokça düşündüm. Bir şekilde bu an benim çocukluğumunun başını ve sonunu anlatıyor. Sanki beni çevreleyen duvarlardaki çatlakları görmeye başlamıştım. Bu olay beni mahvetti. Aradan yıllar geçtikten sonra bu filmi yapmak istedim. Neden mi? Belki kendime göstermek, o kişinin ne yapmaya çalıştığı üzerine düşünmek içindir.
Beden, fiziksel dürtülerle hareket etme durumu ve siyaset arasındaki ilişkiyi nasıl görüyorsunuz?
İnsanların dört buçuk yıl boyunca bir hücrede günün 24 saatini geçirmesi ve protesto olarak yaptıklarının bütünü olarak; yani dışkılarını kullanmaları, idrarını kullanmaları ve yıkanmamaları. Bedenlerini silah olarak kullanmaları. Sahip olduğunuz bir tek buysa onunla ne yapabilirsiniz? İşte böyle direnişinizi maksimize edebilirsiniz.Benim için bunu göstermek ilginçti, çünkü görsel olarak daha önce hiç kayıt altına alınmamıştı. Ayakta kalan tek video kaydı 90 saniyelik bir kesit, yani 90 saniye uzunluğunda. O yüzden bunu film olarak yeniden kurgulamak benim için çok büyüleyici ve bunda tabii ki siyasi yönü de etkili. Aynı zamanda kişisel yönü de öyle. Hücrede dört buçuk yıl boyunca çıplak olmak nasıldı? Tam olarak ne zaman duvardaki dışkıya alışıyorsun? Tam olarak ne zaman bedeninin tamamının üzerindeki kurtlarla uyanmaya alışıyorsun? O pisliğe ve o kötü kokuya… Benim gündeme getirmek istediğim sorular ve incelemek istediğim görüntüler bunlardı.
Tutukluların protestoda bulunurken fiziksel yöntemlere başvurmalarıyla siyaset düşüncesinin bedeninize kazınmış olması arasında bağlantı görüyor musunuz?
Bunu bilmiyorum, çünkü çoğu zaman fiziksel mücadelenin unsurları vahşi oluyor. Her zaman barışçıl sonuçlanmıyor. Onlar radikallerdi; Britanya hükümeti ile IRA arasındaki mücadelenin cephe hattıydı. Kelimeler tükendiğinde silah, bomba ve ellerine ne gelirse kuşanırlardı. O da tükendiğinde, cezaevinde olduğunuzda, tamamıyla uç noktaya itildiğinizde artık bedeninizi sadece protesto etmek için bir silah olarak kullanmıyor, ölmek için de kullanıyorsunuz. Bu alışmadık bir durum ve bu konuya ışık tutmak istedim, çünkü yaşananlar 27 yıl boyunca halı altına süpürülmüştü.
Filmin kurgusu üç farklı bölüme ayrılmış durumda. Bu kurgu, Bobby Sands ile papazın 20 dakikalık tek çekimden oluşan diyaloğunu merkeze alıyor. Bu kurguyu en başından beri bilerek mi oluşturdunuz?
Evet, kurguya dair şöyle bir fikrim vardı; bir nehirdeki akıntı hızlanarak şelaleye dönüşecekti. Bu, bir rotanın anlatı analojisi; izleyicinin çevresiyle özdeşleştirebileceği bir durumla beraber izleyiciye taşımak istediğim şeydi. Bir de bir kırılma, çalkantı var. Ortaya çıkan hakikat elbette çarpıtılmış. Şelale hakikatin tereddütü, yani ölümdür. Filmin anlatısındaki olay bazı yönlerden elbette doğaya karşı geliyor, çünkü insan olarak hayatta kalmak için her şeyi yaparız. O yüzden bir kişinin ölmeye karar vermesi oldukça içtendir.
Bobby Sands ile papazın sahnesi için ne düşündüğünüzü söyler misiniz? Tek çekim için 17 buçuk dakika… Sahne toplamda 22 buçuk dakika ve film tarihindeki en harika film sahnelerinden biri olarak görülüyor.
Bu oldukça açık. Ve hatta oldukça basit. Sizinle benim karşılıklı konuştuğumuz bir sahneyi çekiyor olsaydık sizin omzunuzda beni çeken bir kamera, benim omzumda sizi çeken bir kamera olurdu. O yüzden birbirimizle bir sohbet gerçekleştirmiyor, izleyiciyle bir sohbet gerçekleştiriyor olurduk. Bu sahneyi tek çekimde yapma nedeni, aynı anda hareket ve tepki elde edebilmekti. Sahne, yaşamak için sebepler ve ölmek için sebepler hakkında. Böyle bir yüzleşme için doğrudan bir temasa ihtiyacım vardı. Sohbetin ilerleyebilmesine izin verecek bir alan açmak istedim. Sahnenin başındayken konuşma sanki hiçbir şey hakkında gibi, ancak aslında birçok şey hakkında. İki adam birbirini kontrol ediyor, ardından en önemli sohbete geçiyoruz. Bobby Sand, önerdiği açlık grevinin önemi hakkında konuşuyor ve papaz da ölmektense yaşamanın daha önemli olduğu hakkında konuşuyor. Burası iki taşın ateş yakması hakkında. Bu sahneyi böyle yapma nedenim samimi olmasını istememdi. İzleyiciyi uzaklaştırmak istedim. Çünkü böylece izleyicinin gözleri daha keskinleşiyor ve kulaklarıyla daha iyi kanalize oluyor. Silüetleri görüyorsunuz, yüz ifadelerini çok zor seçiyorsunuz, ancak daha iyi duyabilmek için öne eğiliyorsunuz. O yüzden sahneye yoğunlaşıyorsunuz. İnsanlar sahnenin 22 buçuk dakika olduğuna inanmakta zorluk çekiyor, 5 veya 7 dakika olduğunu düşünüyor. Gerçek zaman hissine sahip oluyorsunuz, film zamanı hissine değil.
Michael Fassbender ve Liam Cunningham’ın uzun sohbeti için kaç kez çekim yapıldı?
Dört çekim ki bu olağanüstü. Gerilim olağanüstüydü… Boom operatörü bile çöktü, sette böylesine bir dikkat vardı. Bu, yaşamak için sebepler ve ölmek için sebepler hakkında çok samimi bir sohbetti ve filmdeki gerilim sahnenin çekilişinden geliyor.