Asbest maddesinin kanserojen etkisini artık çoğumuz biliyoruz ama açlıktan ve hastalıktan kırılan Asbestos kasabası madencilerinin uzun grevi, hep biraz karanlıkta kalır. Bu anlatılan, işte o direnişçilerin hikâyesidir
1969 ile 1984 arasında iki kez başbakanlık yapan Kanadalı liberal politikacı Pierre Elliott Trudeau (şimdiki başbakan Justin Trudeau’nun babası) sonraları ‘Sessiz Devrim’ diye de anılacak olan o günleri, “Yeni bir çağın işareti” olarak yorumlamıştı bir zamanlar. Trudeau’nun öngörüsünün kendi ideolojik yönelimi açısından isabetli olup olmadığı tartışılır ama kesin olan şey, 1949 Asbestos Grevi’nin Kanada işçi sınıfının tarihinde bir dönüm noktası olduğudur.
Ölümün habercisi: Asbest
Asbest denilen lanetli maddeyi uzun uzun anlatmaya gerek yok. Bugüne dek dünyada milyonlarca insanın canına okumuş bir madenden söz ediyoruz. İnşaat malzemelerinden yalıtıma kadar birçok alanda kullanılan asbestin birçok türü artık Avrupa’da ve başka ülkelerde tümüyle yasaklanmış durumda. Yine de İLO verilerine göre dünyada 125 milyon kişi hâlâ bin kişi asbest içeren çalışma ortamları yüzünden kanserden ölmekte. En büyük üreticiler olan Kanada ve Rusya’nın muhalefeti nedeniyle tüm dünyada yasaklanması bugün bile tam gerçekleşmiş değil ve hatta yasaklandığı ülkelerde bile 2030’a dek 500 bin kişinin kanserden yaşamını yitireceği tahmin ediliyor. Türkiye’yi ise boşverin! Türkiye, 2010’a kadar yüzlerce ton asbest ithal etmeye devam ediyordu! 1949 yılı itibarıyla dünyadaki asbest üretiminin yüzde 85’i Kanada’nın Quebec eyaletinde gerçekleştiriliyordu ve en büyük şirket de Amerikalı Johns-Manville Company idi. Üretiminin hatırı sayılır bölümünü yüklenen maden kasabası Asbestos’ta ise koşullar korkunçtu. Kanserden kırılan 5 binden fazla madencinin ücretleri komik düzeydeydi. Sonunda patladı işçiler. Kanada Katolik Çalışma Konfederasyonu (CTCC) o kadar matah bir sendika değildi aslında ama sınır aşılmıştı artık. İki ay süren müzakereler sonunda işçiler, uzlaşmayı reddedip 14 Şubat’ta grev dediler. Talepleri, ücretlerin artması, madenlerin yönetimine sendikanın katılımı, emeklilik ve kanserojen asbest tozunun sınırlanmasıydı. Barikatlar kuruldu ve grev şenliklerle başladı ilk gün. Aynı akşam çevre ilçeler de greve katıldı. Ertesi gün, Quebec milliyetçiliği kılıfı altında şirketlere hizmet eden despot Duplessis hükümeti grevi yasa dışı ilan etti ve polisi öne sürdü. İşçiler ise şirket binalarını işgal etti.
Herkes barikatlara!
Bu arada işçiler, komiteler kuruyor, disiplini sağlıyorlardı. Ama grevin birinci ayının sonunda kasaba patlamak üzereydi. Şirket, polis koruması altında grev kırıcıları madene indiriyor, hükümet ise grevi casusların ve kızıl komünistlerin yönettiğini yayıyordu. Öte yanda grev, eyaleti kutuplaştırmış ve hatta Duplessis rejiminin sadık müttefiki olan Katolik Kilisesi’ni bile bölmüştü. 2 Mayıs günü Montreal Katedrali’nde, Piskopos Joseph Charbonneau şaşırtıcı bir konuşma yaptı. “İşçi sınıfını kırmak için bir komplo olduğunda, müdahale etmek kilisenin görevidir. Sosyal barış istiyoruz, ama işçi sınıfının ezilmesini istemiyoruz. İnsana sermayeden daha fazla bağlıyız.” Charbonneau sürgüne gönderildi gerçi ama kilise çığırından çıkmıştı artık. Papazlar, kilise kapılarında onbinlerce dolar ve yiyecek toplayan kampanyalar yapıyorlardı. 5 Mayıs günü işler karıştı. Şafakla birlikte barikatlar kuran Asbestos ve Thetford madencileri, bir yandan grev kırıcıları ve şirket yöneticilerini pataklarken, diğer yandan polisle çatışıyordu. Düzinelerce polis dayak yedi o gün ve şirket binalarına sığındılar. Sendika önderleri artık işçileri durduramıyordu. Bu kez hükümet ateş açma emri vererek yüzlerce polisten oluşan bir orduyu kasabaya gönderdi. Artık işler katliama doğru gidiyordu ve işçiler bu güç dengesizliği karşısında geri çekildiler. Yine de polis 200 madenciyi tutukladı. 14 Mayıs’ta sendika liderleri de komplo suçlamalarıyla tutuklandı. Ama çatışmalar devam etti; uluslararası dayanışma da vardı artık.
Bir dönüm noktası
Sonunda, arabulucuların müzakereleriyle grev neredeyse 5 ay sonra, 1 Temmuz’da sona erdi. İşçiler aslında yenilmişlerdi. Ücretler kısmen yükselse de asbest önlemleri maddesi listede yoktu örneğin. Ama bu, öyle bir yenilgiydi ki, madenci tarihinde bir dönüm noktası oldu. Grev yenilgiyle sona ermesine rağmen, işçiler despotik rejimine ve patronların boyunduruğuna karşı mücadele etmenin mümkün olduğunu gösterdi. Böylece, bir yandan işçiler deneyim edinirken, diğer yandan despotik/kör milliyetçiliğe karşı yeni bir Quebec ruhu doğdu. Bu arada, Pierre Trudeau’nun yanı sıra grev sözcüsü Jean Marchand ve gazeteci Gerard Pelletier, 1960’larda ve 1970’lerdeki politik kariyerlerine oradan başladılar. Ve sınıfın belleği o günden sonra hiç silinmedi. Ta 2003 yılında bile Parlamento üyesi Andre Bachand, şunları söylüyordu: “Bugün hâlâ bir grev kırıcısı öldüğünde, cenaze evinde yalnızca rahip ve Katolik kardeşliğinden ancak birkaç kişi görürsünüz.”