Sanayisini inşaat, kentleşme politikasını beton üzerine kuran bir merkezi iktidarın temel malzemesi kumdur. Kentleşme hortladığından beri özellikle nakliyeden kaynaklı kent merkezlerine yakın nehir ve dere kenarında kurulan kum ocakları beton politikasını beslemiş ve sınırsız-sorumsuzca tahribatlar yapmışlardır.
Elbette özü kapitalist modernist sistemin aşırı kâr sağlaması ve bunun için ön açan, yürüten merkezi iktidarlardır. Bu anlayışta; doğal varlıklar sonsuzdur ve metalaştırılması elzemdir, sermayeye hizmet için vardır algısı hakimdir.
Deniz, göl ve akarsular kenar çizgisi kanununa, çevre etki değerlendirme yönetmeliğine ve birçok uluslararası sözleşmeye konu olmasına rağmen kum ocakları tüm alanlarda ölümcül sonuçları olan tahribatlara imza atar. Sermaye için tüm yasa, yönetmelik ve sözleşmeler yok hükmündedir. Yaptırımlar yetersiz kalmakla uygulamada dikkate alınmamaktadır. Tüm bu sözleşme ve yönetmelikler genel olarak bataklık ve sazlık alanların korunması, sucul canlı yaşamın devam etmesi, endemik türlerin, flora ve faunanın korunmasını esas alırlar.
Bilindiği üzere kum ocakları maden kanununa bağlı olarak ÇED yönetmeliği uygunluk raporuyla kurulurlar. ÇED olumlu raporunu Çevre ve Şehircilik,Tarım ve Orman Bakanlığı görüş verir: Su kirliliği yönetmeliği, il toprak kurulu gibi birçok kurumun da onayı alınır. Bu kadar kurum ve imzacısı tahribatın yapılmasında bir beis görmez ve imzalar. ÇED yönetmeliğine bakıldığında tamamdır diyor insan ama uygulama, takip, yaptırım sıfır. Nedeni ise sermayeye hizmetin asıl olmasıdır.
Nakliye probleminden kaynaklı kent merkezlerindeki nehir kıyılarında kurulmuş olan kum ocakları; nehir yatağını değiştirir, menderesler oluşturur, sazlık alanları yok ederek balık, kurbağa, kaplumbağa, su kuşları gibi onlarca canlı ve yüzlerce mikroorganizmaya ev sahipliği yapan sazlıkları yok eder. Oluşan devasa göletler balık ve sucul canlıların döllenme ve yumurtlamasını engelleyerek geçişleri önler. Kumu yıkamalarından kaynaklı oluşan kil-mil (Pasa) suyun aşırı derecede bulanıklaşmasına, kirletilmesine neden olarak sudaki yaşam kalitesini düşürür.
Aşırı kum çıkarma çabalarından dolayı 15-20 mt’yi bulan çukurlar muadil malzeme ile doldurulmaz. Ve bu çukurlar balçıkla dolar oluşan bu balçıklardan dolayı dere ve nehirlere serinlemek için giren insanların ölümüne sebebiyet verir. Buna rağmen bugüne kadar hiçbir cezai yaptırım uygulanmamış ve savcılık tarafından geçiştirilmiştir. Kum ocaklarının artışıyla paralel boğularak ölümler artmış ve sayı görmezden gelinmeyecek kadar çoğalmıştır.
Son 40-50 yılda nehir ve derelerdeki en büyük kirletici, işgal ve istilacı olan kum ocaklarının etkilerini bugün devlet kurumları güzelleştirme adı altında üstünü kapatmaya çalışmaktadır. Böylece bir tahribatı da kendisi yapmaktadır. Ruhsat alanın dışında, onlarca katından büyük alanı işgal ederek çalışmalarını sürdürür. Kum ocakları sahipleri kimi yerde kendine özel gölet yapmakta kimi yerde balık çiftliği adı altında sömürüsüne devam etmektedir.
Nehirler ve dereler insan dışı sucul yaşamın da ev sahibidir. Tüm canlıların yaşam hakkına saygı duyma, kıyıların halka ait olduğu yasalarla sermayeye devir olsa da vicdan ve ahlaken günü geldiğinde toplum vicdanında da hesap verileceği bilmek gerekir. Sazlıklar sucul yaşamın en önemli alanıdır, onlarca canlı yüzlerce mikroorganizmaya ev sahipliği yapmasına rağmen kum ocaklarının bunları yok etmesi hangi vicdana sığar?
Sermayenin saldırıları bu kadar sonsuzken, insan dışı canlıların su, yaşam haklarının olduğu birlikte-barışık yaşamanın mümkünlüğüne inanan yeni yaşam; toplumsal vicdan ve ahlakla inşa edilebilir.