Orta Amerika ülkelerinden yola çıkan binlerce kişilik göçmen katarı ABD’ye doğru ilerleyişini sürdürüyor. 13 Ekim’de Honduras’ın San Pedro Sula şehrinden daha güvenli bir hayat, daha iyi yaşam koşulları ve iş bulmak umuduyla yürüyüşe geçtiklerinde sayıları bin kadardı. Guatemala, El Salvador ve Nikaragua’dan geçerken sayıları 5 bini aştı.
5 Kasım’da Meksika’nın Cordoba kentini arkalarında bıraktıklarında Pico de Orizaba yanardağını karşılarına almış yürüyorlardı. Şimdi tepeleri karla kaplanmış ama her an patlamaya hazır bu yanardağ neyin simgesi acaba? “Bunlar ülkemizi istila etmeye geliyor” deyip, göçmen katarını durdurmak için orduya sınıra yığınak yapma ve gerektiğinde silah kullanma emri veren ABD Başkanı Donald Trump’ın öfkesini mi? Yoksa her isyanı bir “patlama” ile anılan Latin Amerika halklarının öfkesini mi? Artık kim kime patlarsa…
Latin Amerika’nın bugünkü yoksulluğu ezeli sanılmasın. Avrupa açlıktan kırılmadı da dünyanın en zengin köşelerinden biri haline geldiyse, ABD dünyaya hükmeden güç haline gelebildiyse Latin Amerika’dan 500 yıldır klasik sömürgecilikle, yeni-sömürgecilikle, darbelerle ve neoliberalizmle çaldıkları zenginlikler sayesinde…
On milyonlarca Avrupalı yaklaşık 500 yıl boyunca açlıktan, ekonomik krizlerden, savaşlardan, faşizmden, etnik azınlıklara yapılan zulümlerden kaçmak ve gittikleri yerleri sömürgeleştirmek amacıyla Amerika’ya göç etti. Onlardan vize soran olmadı. Görür görmez silah doğrulttukları yerli halklar “misafirlerimiz açtır” diyerek yiyeceklerle karşılamıştı onları. Ülkeleri sömürgeleştirilirken kendileri de kurdukları koca medeniyetlerle birlikte katledildiler. 500 yıl önce başarılı beyin ameliyatları yapan İnka doktorlar, mühendisler, hala çözülememiş matematik sistemleri geliştiren bilim insanları köleleştirilip madenlerde çalıştırıldılar. Avrupa’nın 16. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar madeni paralarını basması Bolivya’dan çaldıkları gümüş madenleri sayesinde oldu. Güherçile, altın, gümüş, elmas… Çalabildikleri ne varsa.
Sonra bu Avrupalı göçmenlerin kuzeyde kurduğu ABD, “Amerika Amerikalılarındır” deyip Avrupalı sömürgecileri uzaklaştırıp kendi yeni sömürgeciliğini yerleştirerek Latin Amerika’yı arka bahçesi ilan etti. 400 yıllık istiladan arta kalanı da bu kez ABD çalmaya başladı. İtiraz eden olmasın diye darbeler tezgahlayıp, diktatörlükleri destekleyerek…
Latin Amerika halkları 1980’lerin ortalarından başlayıp 2009’a kadar geçen süreçte peş peşe isyanlarla bu gidişe dur demiş ve kendisini “sosyalist” diye tanımlayan hükümetler kurmuştu. İşte bütün dünyayı umutlandıran o sol dalganın kırıldığı yer, yine solcu bir adayın devlet başkanı olarak seçilmesinin ardından ABD destekli bir askeri darbenin tezgâhlandığı Honduras oldu.
Honduras’taki 2009 darbesinin ardından halk yıllarca direndi ancak saldırı topyekündü. Bölgeye yönelik askeri yığınağını yeniden tırmandıran ABD, bütün halkçı iktidarları ya Venezüella’daki gibi ekonomik ambargo ya da Arjantin ve Brezilya’daki gibi sivil darbeler süreci ile hedef aldı.
Ancak savaşlar, katliamlar, darbeler, baskılar, duvarlar yetmiyor. Devrimci hareketlerin, ilerici girişimlerin geçmiş yenilgileri, reel politikten hareketle türetilen çıkışsızlıklar da halkları o kadar bağlamıyor. Halklar eşitsizliği bir kader olarak kabullenmiyor. İşte yeni yollara ve yolculuklara kapı aralayan bu kabullenmeyiş dünyanın efendileri için fazlasıyla can sıkıcı ve Latin Amerikalı göçmenin taş atma ihtimaline karşı dünyanın en büyük ordusunu seferberliğe çağıran Trump’ın telaşı sahici. Calut, Meksika sınırında Davut’la karşılaşacak. Latin Amerika’daki sol yükseliş öyküsünün bittiği yerden yola çıkan göçmen katarı belki de yeni bir öykünün başlangıcı. Gazapizm’in şarkısındaki gibi: “Ölüler dirilerden çalacak.” Halklar kendilerinden çalınanları geri alacak. Bütün “hırsız, katil” iktidarlara duyurulur.