Politik gündeme taşınan bir sorunun önce nedenini, yani “Kim için, ne için?” sorusuna yanıt bulduktan sonra konu hakkında yorum yapın. Eğer sorun AKP-MHP iktidarının liderleri veya sözcüleri tarafından gündeme getiriliyorsa, iki kez düşünmeniz lazım. Kamuoyu oluşturma ve denetleme araçlarıyla yapılan anketlerle günlük ve haftalık gündemler oluşturuluyor. Kimi kararlar ya uygulanmıyor ya da unutulup gidiyor. Kimi kararlar eksik ve yetersiz alındığı için sıkça yeni düzenlemelere gidiliyor. Türk-İslam milliyetçiliğine dayalı siyasal ve toplumsal dönüşüm hamleleri ise, gizli bir ajandaya göre sistematik bir şekilde yapılıyor. Tek kişinin iradesine göre emir-komuta mekanizmasına benzer biçimde kararnamelerle işleyen başkanlık rejiminde politik öngörülerde bulunmak da mümkün olamıyor.
Her şeye karşın iktidarın şimdiye kadar yaptıklarını bundan sonra yapacaklarının garanti olarak algılamamız, şimdiye kadar yapılanları ciddiye almamız ve gelecekten kaygı duymamız gerekiyor. Fazla geriye gitmeden 7 Haziran 1915 Genel Seçimleri’nden, yani AKP’nin tek başına sürdürdüğü iktidarı kaybetmesinden bugüne kadarki gelişmeleri ana hatlarıyla düşündüğümüzde, “Sıra hangisine geliyor?” dedirtecek bir aşamada olduğumuzun farkına varmalıyız. Beş yıl önceki koşullar ile bugünü karşılaştırdığımızda durumun pek iç açıcı olmadığını ve geleceğe ilişkin iyimser olamayacağımızın bilincinde olmalıyız. Beş yıl uzun bir zaman değil, hala hafızalarımızda canlılığını koruyor. Gelinen aşamada, “Nereden nereye geldiğimizi ve Türkiye’nin nereye doğru gittiğini” sorgulamak ve bu gidişata dur demek için neler yapabileceğimizi düşünmek zorundayız.
Bazı muhalefet odakları, iktidarın “idam, İstanbul sözleşmesi, şeriat uygulamaları” gibi adımları atamayacağı, çünkü bunların Türkiye’yi batıdan koparacağını falan iddia ederken, artık Türkiye’nin yüzünü batıya değil, kendisine ve bölgeye döndüğünü görmüyor. Türkiye’nin bölgesel güç olarak Ortadoğu’da emperyalizmin ve NATO’nun ileri karakol görevlerini etkin bir şekilde yaparken kendi politikalarını da hayata geçirdiğinin farkına varamıyor. Türkiye’nin bölgesel güç olma stratejisinin Büyük Ortadoğu Projesine (BOP) bağlı olarak AKP’nin iktidara getirilmesiyle başladığını unutuyor.
AKP-MHP iktidarının “Ulusal beka” ve “Mavi Vatan” gibi milliyetçi söylemlerle başlattığı dış politika hamleleri ve Türk İslam yayılmacılığı, CHP, İP ve SP tarafından destekleniyor. Kürt sorununda ise HDP dışındaki bütün partiler ortak hareket ediyor. Millet İttifakı iktidara karşı muhalefetini sadece başkanlık rejiminin işlemezliği ve Erdoğan’ın kişisel iradesi üzerinden sürdürüyor. ABD, NATO ve AB tarafından etkin bir şekilde desteklenen Türkiye, Ortadoğu’yu aşan ve Afrika’ya kadar uzanan bölgede cirit atıyor. Millet İttifakı ise bu emperyal hamleleri kıskançlıkla izliyor.
Başkanlık rejimine geçişle birlikte her adımda idari, siyasi, askeri, kültürel ve inançsal boyutta büyük bir siyasal ve toplumsal dönüşüm projesi bir engelle karşılaşmadan devam ediyor. Bu operasyon için etkin biri şekilde dinin dönüştürücü gücü kullanılıyor. Türk-İslam milliyetçiliğine dayalı bu dönüşümün şu anda geldiği aşama ürkütücü. Türk İslam, Hanefi ve Sünni politikalar, toplumun bütün gözeneklerine kadar girmiş durumda. İktidarın eğitim, sağlık, kültür ve inanç politikaları açıkça tarikatlar tarafından yürütülüyor. Sayıları onları bulan tarikatlar, merkezi devlet kurumlarının ve yerellerde belediyelerin tüm imkanlarını serbestçe kullanıyor. Polis, yargı, jandarma, ordu, eğitim ve öğretim, kültür ve diyanet işleri tarikatlar tarafından adeta parsellenerek paylaşılıyor. Türkiye hızla tarikatlar ve şeyhler cenneti haline geliyor.
Düzen partilerinin ve sistem yanlısı ulusalcıların “olmaz, olamaz, yapamaz!” dedikleri bütün işler, artısıyla yapılıyor. Laikliğini savunduğunu iddia eden CHP ise, hala “dostlarıyla” iktidar hayalleri peşinde sürükleniyor. Sırada idam düzenlemesi ve iktidarın ömrünü uzatacak Partiler ve Seçimler Yasası değişiklikleri varken, bunları da erken ve baskın seçim politikaları üzerinden yorumlayarak seçmen kitlesini oyalıyor. Önümüzdeki süreçte kuşkusuz iktidarın devamını sağlayacak bir erken ve baskın seçim yapılacaktır. Ancak, muhalefet hala bir iktidar alternatif bloğu kurabilmiş değil.
Böyle giderse AKP-MHP iktidarı, sadece idam düzenlemesini değil, İstanbul Sözleşmesi’ni iptal edebilir ve hatta şeriat uygulamalarını bile başlatabilir. Buna kim engel olacak ki? O halde, “olmaz, olamaz” demek nafile!