Hrant Dink ve onun kurduğu ‘Agos’ gazetesinin ön hazırlıklarına katkıda bulunan arkadaşlarının özel bir gayretinden söz edilemez. Düpedüz sürecin gelişmelerinin bir sonucu olarak yeni gazetenin ilk sayısının yayınlanması İsa Peygamberin ölerek ölümü yenmesini simgeleyen Diriliş yortusuna, yani ‘Zadig’ bayramına denk gelmişti. Yıl 1996, tarih 5 Nisan.
Ölüm olgusuyla, yani yaşamın hiçe dönüşmesi fikriyle barışamayan insan aklı, çok eski çağlardan bu yana bir ‘yeniden doğuş’ fikrini tüm inanç sistemlerinde baki kıldı. Aslolan yaşama yeniden dönmekti. Bu yüzden de sıradan insanlar değilse de, örneğin firavunlar ve şürekâsı mumyalanarak gömüldüler, geri geldiklerinde bedenlerini hazır bulsunlar, maiyetleri etraflarında olsunlar diye. Fantezi sınır tanımadığından kimileri atlarıyla, hatta kimi Çin imparatorları da ordularıyla, muhafız alaylarıyla birlikte göçtüler öte tarafa.
Zamana bağlı değişim bu saçmalıkları geride bıraksa da, Zümrüdü Anka efsanesi, kıyamet ve sonrasına dair inançlar, mehdi beklentisi veya reenkarnasyon bugün de bir hayli inanana olası görünüyor. Ne de olsa tüm semavi dinlerde yeri olan bir anlatı söz konusu. Tuhaftır ama insanların büyük çoğunluğu halen dini inançlara, istediği kadar fantastik olsun, onların öğretilerine içtenlikle inanacak kadar saf.
1996 yılında Agos’un Diriliş yortusunda yayınlanmasına anlam atfedenlerin bakışı ise tümüyle farklıydı. Cumhuriyet tarihi boyunca hakları gasp edilen Türkiye Ermenileri ilk kez kamusal alanda seslerini yükseltecekleri, uğradıkları haksızlıklara itiraz edecekleri bir basın organına kavuşuyorlardı. Bir anlamda toplum üzerine serpilen ölü toprağını silkeleyecek, varlığını, kimliğini ve gerçekliğini ete, kemiğe büründürecekti.
Dönemin saygıdeğer gerçekçileri bunun nasıl da onulmaz bir cüret olduğunu anlatmaya çalışarak, kurulan gazeteye aylar üzerinden ömür biçmekteydiler. Bir yandan sonu felaketle bitecek bir macerayı engellemek, diğer yandan da bu ölü toprağının altında kurumsallaşan müesses nizama sahip çıkmanın gayretiyle olağanüstü bir karalama kampanyasına soyundular ve bu güne kadar da bu çabalarından geri durmuyorlar.
19 Ocak 2007 o çevrelerin ‘biz dememiş miydik?’ diyerek kendilerini haklı çıkardıkları gün oldu. Ancak en önemli yanılsama, olacakları kendilerinden çok daha somut bir şekilde öngörenler olduğu, Hrant Dink’in ise o öngörüsünü bütün ayrıntılarıyla gazetesinin sayfalarına taşıdığı gerçeğiydi.
Devrimciler, bütün zamanlarda giriştikleri mücadelenin taşıdığı risklerin bilincinde olarak hareket ederler. O yüzden de hiç kimsenin onların ardından ‘ben demiştim’ demeye hakkı yoktur.
Buna karşılık kuruluşunun 25. yılını kutlayan Agos ölerek ölümü yenmenin en çarpıcı örneklerinden birini kurucusunu toprağa vererek yaşadı. Yaşamı boyunca meramını anlatmakta sayısız engellemelerle mücadele eden bir devrimci, ensesine sıkılan iki korkak ve kalleş mermiyle tüm tezlerini duyan- duymayan herkese anlattı. Barışı, kimliğini inkâr etmeden bir arada ve dostça yaşamayı savunmanın, diyalogun, empatinin, daha da önemlisi vicdanın ve sağduyunun sesine kulak vermenin bedelinin bu ülkenin kuruluş felsefesine meydan okumak anlamına geldiğini bilenlerdendi Hrant. Yine de gözünü budaktan esirgemeden doğru bildiği yolda kötülüğün, riyanın, inkârın ve korkunun üstüne yürüdü. Üstelik hiç tereddüt etmeden, hiç yalpalamadan, gerçek bir devrimci vakarıyla yürüdü o çileli yolda.
26 Mart’ta Çağlayan adliyesinde, 14. Ağır Ceza’nın kürsüsünde okunan hüküm, devletin işleyişindeki süreklilik ilkesinin tescilinden başka bir anlam içermiyor. Dava sürecini izleyenleri şaşırtmayan bir karar açıklandı. ‘Öldür’ diyenler özenle bu soruşturma ve yargı sürecinin dışında tutuldu.
Hrant’ın davasını adalete ulaştıracak olan bu kuşatılmış yargı değil, Türkiye devrimci hareketidir. O hareketin bileşenlerinden biri olan Agos’un 25. yılını kutlarken, onun değerli yoldaşlarından Sarkis Seropyan’ı da ölüm yıldönümünde saygı ve sevgiyle anıyorum.