Nevin Cerav/İstanbul
Türkiye’de ‘ikinci dalga’ olarak tanımlanan feminist hareketin yükseldiği yıllar 80’li yılların ikinci yarısına tekabül ediyor. Birçok yayın çıkarmaya, toplantılar yapmaya ve seslerini duyurmaya başlayan feministler, sonuç aldıkları eylemlerle de dikkat çekiyorlardı. İstanbul Yoğurtçu Parkı’nda, 17 Mayıs 1987’de gerçekleştirilen “Dayağa Hayır” mitingi Türkiye’de feministlerin ilk sokak eylemiydi. Bu önemli mitingin konuşmacılarından olan Ayşe Düzkan, o günlerden bu yana Kadın Kurtuluş Hareketi’nin önemli isimlerinden birisi olmaya devam etti. Geçtiğimiz ay, üçüncü kitabı “05 17” ismiyle Güldünya Yayınları’ndan çıkan Düzkan, sadece kadınlarla ilgili meseleleri değil, dünya ve Türkiye’deki siyasi gelişmeleri de yakından takip eden ve üzerine yazan bir isim. Bu temel üzerinden konuştuğumuz Düzkan, feminist bir göz ve akılla Türkiye, dünya, Ortadoğu, Kürt Özgürlük Hareketi ve Kadın Kurtuluş Hareketi’yle ilgili düşünce ile öngörülerini paylaştı bizimle.
Geçtiğimiz ay ‘05 17’ isimli bir kitabınız yayımlandı. Biraz kitabınızdan bahseder misiniz?
Kitabı 2000 yılından sonra yazdığım yazılardan derledim. Hiç yayınlanmayan yazılarım da var. Kitapta daha çok feminizme dair yazılar var ama başka meseleler de yer alıyor. Kürt meselesi, Filistin, Gezi var, solla ilgili meseleler, tekfirci hareketler de var. Tabii ki hangi konuda yazarsam yazayım feminist açıdan ele alıyorum meseleleri.
Bir erkeğin dünyayı yorumlamasıyla bir feministin yorumlaması çok farklı. Sizin meseleleri ele alışınız da farklı bir içerik sunuyor sanırım.
Bir konuyu değerlendirirken cinsiyete dayalı meseleleri göz ardı etmiyorum elbette. Dolayısıyla katılıyorum bu görüşe. Bir de şöyle bir yönü var bunun; feministlerin emperyalizm, sömürgecilik, sınıf mücadeleleri gibi konuları hiç umursamadıkları dayatması var. Oysa biz o meseleleri umursamadığımızdan değil, başka bir şeyi daha akıl ettiğimiz için feminist olduk. Kitapta bu meseleler de var. Dünyada da ekonomi, siyaset ve benzeri sektörlerde çok az kadın var. Ama o az olanlardan da görüş almak, bilgi ve düşüncelerine önem vermek pek tercih edilmiyor. Edilmiyor evet. Herhangi bir kadın kendisini feminist olarak tanımladıktan sonra, o kadınla sadece kadın konusunda konuşuluyor. Başka konularda yıllarca da yazsa, o sadece kadın konusunda görüş alınacak biri oluyor. Bazı alanlar sadece erkeklere mahsus gibi bir hat çizilmiş. Aslında farklı konularda yazan çok kadın var.
Bazı sol çevrelerde feminizmi burjuva hareketi olarak gören bir zihniyet vardı. Şimdilerde genel olarak feministlere, feminist harekete yaklaşım nasıl sizce?
Sanırım bu zihniyet ite-kaka biraz değişti. Hatta AKP iktidarının bunun değişmesinde etkili olduğunu söyleyebiliriz. Şöyle ki; AKP iktidarına karşı en güçlü muhalefet kadınlardan ve LGBTİ hareketlerden geldi ve bu çok da mantıklı bir durum. AKP cinsiyet, cinsel yönelim ve cinsel kimlik meselesinde programı çok açık olan bir parti.
Muhafazakarlık tam da budur zaten. AKP iktidarının ilk dönemlerinde Abdullah Gül, polisin öldürdüğü bir gencin ailesinden özür dilemişti. Demokrasi konusunda beklenti içinde olmayanlarda bile böyle devam ederiz gibi bir düşünce vardı. Ama hemen arkasından Aliye Kavaf ‘eşcinsellik hastalıktır’ dedi. Büyük bir gösteri oldu. Hakikaten o sanki muhalefetin de kaderini belirleyen bir durum oldu. O zamandan beri en çok o konularla uğraşıldığı için, kadın ve LGBTİ hareketinin yükseldiği bir dönem oldu diye düşünüyorum. Daha önce feminizm ve LGBTİ konusunda son derece küçümseyici bakan bir sürü politik akımın daha benimseyici davrandığını görüyoruz ama bu geçici bir şey tabii. Kendilerini eleştirsen kabul etmezler. Hala ‘8 Mart’a niye erkekler gelmiyor’ derler.
Kürt Özgürlük Hareketi’nin kadınlara ve kadın mücadelesine bakışını nasıl görüyorsunuz?
Kürt hareketi kadınlar konusunda soldan farklı. Kadınlar hareketin öznesi olarak görülüyor. Gültan Kışanak’ın Kürt Siyasetinin Mor Rengi adlı kitabı aslında bu konuyu çok özet geçmesine rağmen, iyi anlatıyor. Birçok kesim için Kürt Özgürlük Hareketi, hatta Doğu’daki bütün hareketler için sadece direnişle, kahramanlıkla anılabiliyor. Onlardan bir fikir, politik bir yenilik beklenmiyor. Bu Filistin için de böyle, Arap solu için de böyle, sadece Kürt Hareketi için değil. ‘Kahraman insanlar ölüyorlar, direniyorlar ama teori üretemezler.’ Türkiyeli solcular kim ne diyor, hangi politik akım ne düşünüyor bilmez, merak da etmez. Türkiye solu fikri batıda arıyor, Avrupa’da arıyor. Kürt hareketinden hiç böyle bir şey beklemiyorlar. Halbuki orada bir uluslaşma süreciyle birlikte bir kadın uyanışı var. Türkiye’de bir feminist hareketin başlamasıyla da belki ivme kazanan bir hareket var. Bütün ulusal hareketlerde olduğu gibi iki sınıf çatışması var diye düşünüyorum. Birisi kapitalist sınıflar arasındaki çatışma, diğeri de patriyarkal sınıflar, yani kadınlar ve erkekler arasındaki çatışma. Her ulusal hareket bütün sınıfları kapsayacaktır. Ama herhangi bir ulusal hareketin başını kadınlar ve emekçiler çektiğinde ancak demokratik bir hareket olabilir diye düşünüyorum.
AKP iktidara geldiğinde daha liberal politikalar izliyordu. Çözüm süreci de o zamana ait. Daha sonra çok baskıcı bir iktidara dönüştü. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Her politik hareket böyle yapar. Önce yerleşirsin iktidara, sonra gerçek programını uygulamaya başlarsın. AKP’de bunu yaptı. Bunda bir gariplik yok. Kendisi de söylüyor, geleneksel Türkiye sağcılığının temellerine sahip bir parti AKP. Türkiye sağcılığında zaten Nurcular gibi cemaatler her zaman bulunmuştur. İtaat önerir, itaat için tabanda dine başvurur vs.. Bu işin bir yanı böyle. Diğer yandan, AKP aynı zamanda uluslararası bağlantıları olan bir hareket. İhvan’la ilişkileri olduğunu biliyoruz, başka ilişkileri olduğunu da daha sonra gördük. Bir yandan çok pragmatist yani faydacı bir hareket ve bir uluslararası çizginin buradaki temsilcisi. Şimdi çözüm süreci bana şöyle geliyor. Biraz uluslararası basıncın etkisinin şekillendirdiği bir şeydi ki, buna uluslararası kamuoyu deniyor ama ben emperyalist güçler demeyi tercih ederim. Ancak bence esas etmen şu oldu; AKP’nin Suriye ile ilgili bazı planları ve hedefleri vardı. İki cephe çok zor, dolayısıyla Suriye’ye müdahale edebilmek için bu cepheyi kapatma arzusu etkili oldu. Tabii sonra her şey değişti, iki cephe aynı şey oldu. Derken vesayet savaşı denilen faktör, yani Suriye’ye TSK’yı sokmadan da müdahale edeceği, orada var olabileceği ortaya çıkınca, Kürt cephesini tekrar açtı. Tabii bir de, Kürtlerle olan çatışma aynı zamanda Türkiye’yi yönetmek için avantajlı bir politika onlar için.
Dünyada da bir sağ rüzgar var. Rejimler birbirlerinin baskıcı yöntemlerini ülkelerinde uygulamak için adeta yarışıyor. AKP’yi bu sağ rüzgar içinde nasıl görüyorsunuz?
AKP’de dünyada yükselen sağın bir parçası elbette. Küreselleşme şöyle bir şeye yol açtı, emek her yere gidebiliyor artık. Şişecam kapanırken yöneticileri dedi ki; ‘İstersek fabrikayı alır Romanya’da kurarız, orada emek daha ucuz.’ Şimdi Romanya’dan buraya işçi geliyor. Ve bu çok temel bir mesele bence. Trump da çok farklı değil, Macron da, Putin de; tarzları da benziyor. AKP’yle ilgili temel meselenin ben sadece siyasetle uğraşan insanlara yapılan baskı olduğunu düşünmüyorum. Bununla sınırlı kalırsak, yanlış yapmış oluruz. İnsanlar yoksullaşıyor, kendilerini koruyacak hiçbir şeyleri yok, işsizlik diz boyu, müthiş bir öfke var. Bu öfkenin önemli bir kısmı erkeklerde, erkekler o öfkeyi kadınlara yöneltiyor, bundan çok memnun rejim. Bütün bunları kapsayacak bir mücadele gerektiğini düşünüyorum. Yani toplumsal baskının siyasal baskıdan daha önemli olduğunu düşünüyorum kendi adıma. Yoksa bir aydın bir şey yazmış, gözaltına alınmış, değil. Tabii ki önemli bir şey ama belirleyici olan o değil.
Ortadoğu’da bir savaş var. Ortadoğu mu belirleyecek yeni dünya düzenini?
Ortadoğu’ya Batı Asya demeyi tercih ediyorum. Şu açıdan; Ortadoğu’da Avrupa merkez, onun doğusu Asya ama adı yok. Onun ortası Güneydoğu Asya, burası Batı Asya. Genel olarak Asya’nın önümüzdeki dönem belirleyici olacağını düşünüyorum. Değişebilir, Çin geliyor, çok büyük bir güç. Rusya alana indi, mesela Latin Amerika’da başka şeyler oluyor. Benzer meseleler dünyanın her yerinde var, petrol yerini doğalgaza bırakabilir. Bu meselede birkaç ana başlık var belirleyici olan. Doğal kaynaklar, büyük güçler, baskıcı rejimler. Ama aynı şekilde dünyadaki değişimin, dönüşümün belirlenmesi sadece Batı Asya’da değil, Güneydoğu Asya’ya da kaydı.
Türkiye’deki sol hareketlerin, sendikaların çalışmaları amacına ulaşıyor mu sizce?
Yoksulların, işsizlerin taleplerini ifade etmedikçe, bir yere varacağımızı düşünmüyorum. Biz her sürece hazırlıksız yakalandık, krize de hazırlıksız yakalandık. Bu taleplere sahip çıkmadan, gerçek sendikacılık yapılmadan bir yere varılacağına inanmıyorum. Bizde çok yaygın olarak kullanılan araçlar panel ve basın açıklamasıdır. Şimdi bir de hashtag kampanyası açalım filan var. Ben hashtag görüp de sendikaya üye olunacağına inanmıyorum, kimse de inanmıyor bence. Bizi gerçek anlamda yapılması gerekenlerden uzaklaştırıyor bu durum. Mesela havaalanı inşaat işçilerinin eylemi çok önemliydi. Belliydi üstelik olacağı ama yeterince sahiplenildi mi, yanlarında olundu mu? Asıl önemli olan bu.
Özellikle de AKP iktidarı kendisini ve ülkeyi inşaat sektörüne bu kadar bağlamışken çok önemli değil mi?
Evet çok. Türkiye’de şöyle bir değişim oldu. Daha önce gıda ve tekstil sektörü çok önemliydi Türkiye’de. Kadınların da çok yoğun olduğu bir sektördü. Şimdi ne var, inşaat. Erkeklerin ezici yoğunluğunda olan bir sektör. AKP kendi sermayesini yarattı, para el değiştirdi. Paranın el değiştirmesi her zaman kanlı süreçlerle olmuştur, zor süreçlerle olmuştur. Şimdi bunu yaşıyoruz işte. Servet el değiştiriyor. Bunu laiklik mücadelesiyle halledemeyiz. Önümüzde AKP ile ilgili çok uzun bir süreç var bence. Dolayısıyla, var olan çalışma düzenine, kadınlarla ilgili meselelere, yasalara karşı biz bir şey yapmazsak hiçbir şey olmaz. AKP’nin bir yönetim aracı da kutuplaştırma. AKP seçmenini aşağılayan, bir tür İstanbul muhalefeti var. Bir de bizi Ortadoğu bataklığına çekiyorlar söylemi. Oysa batıda bir şey yok. Avrupa Birliği’ne girsek Türkiye Almanya olmayacak, Polonya olacak en fazla. Hayırlı bir durum yok orada da. Bu laikçi siyasetler Arap düşmanlığından, bu bölgelerde yaşayan başka halklara düşmanlıktan, cumhuriyetçi kitlelerden oy alacaklarını düşünüyorlar.
Kürt meselesini çözmeyen bir iktidarın ilerleme şansı var mı?
İmkansız. Bu konu çözülmeden imkansız, Kürtler ne diyor diye bakmadan imkansız, barışmadan imkansız. Türkiye’deki muhalefet güçleri arasında en güçlüsü Kürt Özgürlük Hareketi. İkincisi, bunu AKP için de, diğer partiler için de söylüyorum, bu ülkede huzur olacaksa, kaynaklar halkın çıkarına kullanılacaksa, yeni bir rejim kurulacaksa Kürtlerle barışarak olacak bu. Her şey bir yana, bu kadar savaşacak parası da yok bu ülkenin. Eskiden Kürtlerin öldüğünden habersizdi Türkler, artık kendi çocuklarının öldüğünü de duymuyorlar. Bir tek aileleri duyuyor. İki tarafın da çocuklarının ölmemesi gerekiyor. Başka yolu yok bunun. Bunu söyleyecek Türklerin artması lazım, bunu söyleyen Türklerin seslerini duyuracak kanallar açması lazım.
Kadın Kurtuluş Hareketi için çok parçalı, ortaya güçlü bir mücadele koyamıyor deniliyor. Sizce kadınlar bir araya gelerek güçlü bir mücadele zemini elde edebilir mi?
Edebilir evet. Bazı temel talepler var. Bence en önemli ve en geniş kesimleri kapsayacak iki talepten biri erkek şiddetinin cezasız kalmaması, diğeri evlilik etrafındaki haklara yönelik saldırının durması. Bu iki talep, hangi partiye oy verirse versin her kadını ilgilendiren iki temel taleptir. Her kadın bunun yanında duracaktır. Kadın Kurtuluş Hareketi kendisini zaten parçalı olarak ifade ediyor. Kendisini farklı işlevler, farklı görüşler etrafında tanımlar ve örgütlenir. Bu feminist teoride de böyledir. En önemlisi farklı işlevler etrafında örgütlenmektir. Peki Türkiye solunun bu kadar parçalı olması normal mi? Çünkü dünyaya örnek teşkil edebilir bu konuda. Bence bu bir sorun. Çünkü sol ancak bir arada olarak mücadele edebilir. Kadın kurtuluşu yanlısı kadınların, solun diplomatik toplantılarındaki gibi, ‘tek bir metin çıkaralım, herkesi kessin’ gibi bir araya geldiğini düşünmek büyük yanılgı. Kadınların bir araya gelmesinde harekete yönelik, iş yapmaya yönelik bir birliktelik var. Orada bir sorun yok ama solun kendisine yönelik düşünmesi lazım, ‘neden bu kadar parçalıyız’ diye.
Ayşe Düzkan kimdir?
Gazeteci, yazar. Feminist ve Kadınlara Mahsus Pazartesi dergilerinin kurucularından. Demokrat, Kadınlara Mahsus Gazete Pazartesi, Şamdan Plus, Sabah, Star’da çalıştı. Expres, Radikal, Milliyet, Pişmiş Kelle, 2000’de Yeni Gündem, Alarm, Özgür Politika, Sendika.org, Özgürlükçü Demokrasi’de yazdı. Halen Artı Gerçek ve gazetemizde yazıyor. Önceki kitapları: Çalar Saat, Erkekliğin Kitabında Yazmaz Bu, Behiç Aşçı Kitabı. Başlıca çevirileri: Ben Bir Feministim (Minu ve Sedef’le birlikte), Canki, Erkek Doğrama Cemiyeti Manifestosu, Jane Eyre, Leyla Halid: Filistin Kurtuluşunun Simgesi, İnşa Halindeki Erkek (Gül Özlen’le birlikte), Özgürlük Kesintisiz Bir Mücadeledir.