Sendikal harekete ve Dersim’deki eylemlerine dair gazetemize konuşan DİSK Enerji-Sen Genel Başkan Süleyman, ‘Bizim Dersim’de yaptığımız okyanusta bir damla gibi duruyor ama kapsadığı nitelik koca bir okyanusa hitap ediyor. DGD-Sen, Agrobay, inşaat işçileri de böyle. Oralardaki ısrar ve inat yeni bir model yaratıyor’ dedi
M. Ender Öndeş
Türkiye’de bir süredir nicelik olarak küçük görünse de kamuoyunda ses getiren ve sokakta ortaya koydukları performansla etki yaratan işçi direnişleri ve bazıları bağımsız sendikal hareketler var. Henüz zayıf da olsalar, yeni eylem biçimleri ‘icat’ ederek, birbirinden de öğrenerek sürekli sokağı tutmaya çalışan bu direnişler, zaman zaman yenilseler bile işçi sınıfının büyük konfederasyonlar tarafından görülmeyen yeni kuşaklarına örnekler yaratıyorlar. Daha önce Ankara’da ve Bursa’da yarattığı direnişlerle bir ivme yakalayan DİSK Enerji-Sen’in Dersim’de sürdürdüğü direniş de bunlardan biri. Genel Başkan Süleyman Keskin ve Genel Sekreter Emin Atsız’la, DİSK Enerji-Sen’i, Dersim’i ve sendikal hareketin sorunlarını konuştuk.
- Dersim’den başlayarak önce bir toparlama yapalım isterseniz. En son Dersim direnişi nereden nereye geldi?
Emin Atsız: Dersim’de direniş 2 Eylül itibarıyla, işten atılmalarla birlikte başladı aslında ama ondan önce, Ağustos’un 9’undan sonra gelişen ve zaman zaman sertleşen bir iş yavaşlatma süreci vardı. 2 Eylül’den sonra komple iş bırakmaya dönüştü eylem. Elimizi ayağımızı çektik sahadan. Bunun sebeplerinden biri, işverenlerin bir türlü pazarlık masasına oturmayışıydı. İkincisi, işçilerin ellerinden alınan anahtarlar var. Kendileri kabul etmiyor, resmi yazı da yok ama aldılar. Biz şirket araçlarıyla konvoy halinde bir eyleme gidip konvoyla dönünce anahtarlar alındı; böylece arızalara gitme imkânı fiilen kalmadı.
İşverenin tavrı şuydu: Burada bir toplu İş Sözleşmesi var; bu süreçte biz sendika ile (Türk-İş’e bağlı Tes-İş) görüşüyoruz, sizin taleplerinizi de o sendika bize iletsin diyorlardı. Bu ne bizim ne de arkadaşların kabul edebileceği bir şeydi. Kapılar tamamen kapalıydı artık. Bir süre sonra da grev kırıcı getirmeye başladılar. İlk önce Çoruh’tan gelen bir ekip vardı. Karışık bir meseleydi. Diyarbakır’a gittiklerini söylüyorlardı ama karşı karşıya geldik yine de. Daha sonra ise arıza kayıtları almamaya başladılar, sıkıntı büyümeye başladı. Halka mühendisler aracılığıyla “biz işçilerin isteklerini verdik ama çalışmıyorlar, bu yapılamayan işler de onlar yüzünden; hatta arızaları da onlar çıkarıyor” demeye başladılar. Biz mühendis arkadaşlarla konuşmuş ve arızalara müdahale etmelerinin iş güvenliği açısından tehlikeli olduğunu belirtmiştik.
Bu arada biz hazırladığımız bildirileri il ve ilçelerde dağıtırken, il müdür yardımcısı ile mühendis arkadaşların Pülümür tarafında bir arızaya müdahale ettikleri bilgisi geldi. Biz oraya doğru gittiğimizde, il müdür yardımcısı işçi arkadaşların üstüne araba sürüp arkadaşlara çarpınca bir arbede çıktı. Jandarmanın görüntülerinde bir şiddet yok aslında. 4 arkadaşımız ifade verdi o konuda ama şirket 17 kişiyi “üstlerine hakaret ve darp” gerekçesiyle işten attı. Kafalarına göre bir liste yapmışlar aslında.
Bu arada, bir de taşeronu var bunların, kendi firması aslında, okuma işleri için. Sekol, onun da altında Aykol var. Aykol’dan arkadaşlar da geldi ikinci haftada bize katıldı. Sormuşlar şirkete sendika hakkımız var mı diye; yok demişler. Bize geldiler, anlattık, direnişe katıldılar. Böylece şu durum ortaya çıktı: Kentte şu anda hiçbir bakım onarım, açma kapama, okuma, hiçbir şey yapılmıyor. Havalar soğuyor, hatlar zaten eski ve bakımsız, çok arıza geliyor.
- Bu büyük bir sıkıntı. Ama sanırım buna rağmen şirket propagandası pek tutmuyor; yani halk anlıyor…
E. Atsız: Tabii sıkıntı çok büyük. Okuma yapılmayınca mesela birkaç ay sonra vatandaşa toplu fatura gidecek. Yine bazı yerlerde 8-9 güne varan arızalar var; bunlara hiç müdahale edilmedi. Biz, 4-5 gün süren bazı arızalara kendi inisiyatifimizle müdahale ettik arada. Şimdi şu da var: 32 kişi işten atıldı ama aslında toplamda 125 arkadaşın direnişte var ve atılmayan ama direnişte yer alan arkadaşların da sigorta girişleri dondurulmuş halde. Geçen aydan maaş alamadılar, bu ay da maaş alamayacaklar; haliyle şirkette çalışıp çalışmadıkları bile belli değil. Dolayısıyla bu durumda arızalara müdahale iş güvenliği açısından kötü bir şey. Arızaya müdahale ettiğinde işveren “benden habersiz gitti, sabotaj yapıyor” bile diyebilir. Şu anda durum böyle.
Bir de burası 4 ilden oluşan bir bölge. Elazığ, Bingöl, Malatya ve Dersim. Elazığ’dan işçi getirttiler bir ara, izlemişinizdir. Biz müdahale ettik, anlattık ve Elazığ’daki işçiler artık gelememeyi tercih ediyorlar. Şimdi ise Bingöl’den getirmeye başladılar. Biz son dönem bazı görüşmeler başlayınca sahayı biraz boş bıraktık. Dersim Kent Konseyi görüşmeler yürütüyordu, durumu esnettik biraz. Ama tıkandık yine. Gelinen noktada AKSA işi zamana yayıp biraz moral bozma peşinde. 32 kişi atmış zaten, geri kalanların da hepsini atıp ben burada yeni eleman getirip çalıştıracağım diyebilir aslında ama eleman bulamıyor. Dışarıdan getirmesi halinde de barındırabileceği bir yer yok. Arada bir “27 kişiyi alalım, hakkında ‘darp’ iddiası olan 5 kişiyi almayalım” diyorlar mesela. Biz de mesele oradan ele alınamaz, ondan öncesi var, bir birikim var diyoruz. Hukuk açısından zaten 4 kişinin ifadesi alınmış, dava bile açılmadı daha ama açılınca hukuk ne karar verirse ona uyarız diyoruz. Ama firma hiç geri adım atmıyor. Asıl sorun şu: Türkiye’nin 7’inci sermaye grubu olan holding yenilmek istemiyor.
- İşçi sınıfının mücadelesi hiçbir yerde ‘yumuşak’ yürümüyor ama bazı sektörlerde her şey çok sert oluyor. İnşaat, enerji, madenler, vb… Niye böyle? İktidara yakınlık mı rol oynuyor bunda?
E. Atsız: Kazancı Holding öyle küçük bir şey değil. Son 10 yılda ciddi bir büyüme gerçekleştirdi. Holdingi yöneten kurulda zaten AKP hükümetlerinde Maliye Bakanlığı ve Merkez Bankası Başkanlığı yapmış olan Naci Ağbal var. Öyle bir semirmişlik hali var yani. Bir de ayrıca Dersim’e yönelik kinci bir tutumları var. Dersimli mühendis çalıştırmak istemiyorlar mesela. Şirkette 15 mühendis varsa ikisi Dersimlidir. Yöneticiler ise vasıfsız ya da tarikatçı adamlar ve işçilere çok yukarıdan bir bakışları var.
- “Alemin kralıyız” diyorlar yani…
Süleyman Keskin: Aslında bir de şu var: Bu şirketlerin, kullandıkları taşeronlarla yarattıkları iş alanları aslında AKP’nin oy depoları. Kendi partilerine üye olanlara istihdam yaratıyorlar, dolayısıyla kentlerde valilikler, müdürlükler ve bu türden inşaat, enerji patronları iç içe geçmiş vaziyette. Böyle bir özgüvenleri var.
- Türk-İş’e bağlı Tes-İş’in hâkimiyeti de buradan mı kaynaklanıyor?
E. Atsız: Tabii ki. Bu tür sendikalar kullanışlı aparatlar. Yaptıkları işler, imzaladıkları sözleşmeler ortada. Geçmişten gelen bir şey de var tabii. Yıllarca sektörün tek hâkimlerinden biriydi bunlar. Başka kimse yoktu. Çok kullanışlı yani. Mafyatik ve karışık ilişkileri de var. İşçiler üzerinde baskı kurarak işlerini yürütüyorlar.
- Dersim’de yürümedi ama…
E. Atsız: Şöyle aslında. Dersim’in çok iyi özellikleri var ama 2013-2015 sonrası birçok yerdeki yorgunluk burada da var sanki bir ölçüde. Son 3-4 yılda resmi rakamlarla çoğu genç 10 bin insan yurtdışına gitmiş; kent boşalmış gibi; yaş ortalaması yükselmiş. Yani bu FEDAŞ direnişi sanki Dersim’e de iyi geldi biraz. Şirketle devlet iç içe girmiş zaten. Kentteki zaten askeri yığınak ve memur çokluğu biliniyor. Haliyle bizim burada kazanmamız onlar için çok kötü bir şey olacak.
- Daha genel bir yere geçmek istiyorum. Dıştan bakılınca Enerji-Sen sanki son altı ayda yerden bitmiş gibi görünüyor. Durum böyle mi gerçekten?
S. Keskin: Evet, Enerji-Sen’in adımları son bir-bir buçuk yıldır görünüyor gibidir belki ama aslında tarihinde yıllardır direnişler var. Kadrolarımızı yaratmaya çalıştık bu süreçte; işçiler arasından kadro çıkarmaya çalışan bir program ve çaba koyduk ortaya. Özelleştirmelerle birlikte, ilk defa bir özel şirkete karşı, Sabancı’ya karşı Başkent Enerji’de bir direniş yürüttük. Kolay değildi. Kazanımla sonuçlandı. Süreci biraz iyi yönetmeye, direnç noktalarını açığa çıkarmaya çalıştık. Bu alanda Enerji-İş var mesela, sarı sendika Tes-İş’ten de kötü. Öyle bir sendika. Cengiz’in bütün işyerlerinde örgütleniyorlar. Para dağıtarak yapıyorlar bu işleri. Cengiz dağıtıyor parayı. Bunlarla uğraştık.
Bu alanda en büyük sorun güvencesizlik. Çok can kaybının yaşandığı ve kölelik koşullarında çalışılan bir sektör. Buradan kurduk müdahalemizi. Nerede bir şey varsa koştuk. Ve işçiler, bugüne kadar talep ettikleri sendikal anlayışı ilk kez karşılarında gördüler.
Bursa’da, Uluğ Enerji’de “toplu iş sözleşmesi toplu yapılır” deyip, işçilerle beraber masaya oturduk mesela. Kapıda yüzlerce işçi, görüşmeleri bekledi, maddeleri her seferinde tek tek onlarla paylaştık, açık ve şeffaf bir süreç yürüttük. Diyarbakır’ı denedik. Başaramayacağımızı biliyorduk ama ona rağmen denedik. Şimdi Dersim’i deniyoruz. İstanbul’da toparlanmaya çalışıyoruz. İBB’yi İmamoğlu aldığında herkes dururken biz durmadık. “İstanbul’un en büyük patronu Türkiye’nin en büyük patronudur” dedik ve eylem yaptık. Pandemide ilk sokak eylemini örgütledik, gayet de güçlü bir eylemdi o. Kod 29 ile ilgili bir mücadele hattı kurmaya çalıştık. Yani sonuçta şunu diyeyim: İşçilerin can damarı neresiyse oraya temas edince, canları acıyan yere dokununca hep karşılığını aldık.
- Şeffaf Toplu Sözleşme 70’li yıllarda örnekleri olan bir şeydi… Bu devam edecek sanırım…
S. Keskin: Tabii ki. Bu bizim ilke kararımız. İstanbul’da şimdi mesela toplu sözleşme taslağını bile beraber hazırlıyoruz. 3 birim var işletmlede. Bu üç birimden üçer kişiyi işçiler kendileri seçecekler. Gözlemci olarak değil, imza yetkisiyle gönderecekler bize.
- Daha da genel bir bakışla, “sokak sendikacılığı” diyebileceğimiz bir tarz öne çıkıyor artık. Belki çok kitlesel değil ama yeni yöntemler buluyorlar. Patronların villalarının önüne, AVM mağazalarına gidiyorlar…
S. Keskin: Konfederasyonlar hâlâ önemli; büyük işletmeleri ellerinde tutuyorlar ama sınıfın ihtiyacını karşılayabilecek pozisyonda değiller açıkçası. Geçinemiyoruz diyor insanlar, çalışırken ölmek istemiyoruz diyorlar. Bana sorarsan, yılda 2 bin işçinin hayatını kaybettiği bir yerde iyi ücret pazarlığı yapınca iyi sendikacı olursun ama işçileri akşam evine sağ salim döndürebilmek de iyi sendikacılıktır. Çünkü sermaye çok pervasızlaştı, çok büyük bir saldırı var.
Evet, bunlar şu anda küçük örnekler. Bizim Dersim’de yaptığımız da işçi sınıfının toplamı açısından okyanusta bir damla gibi duruyor ama kapsadığı nitelik koca bir okyanusa hitap ediyor. DGD-Sen, Agrobay, inşaat işçileri de böyle. Oralardaki ısrar ve inat bir model yaratıyor. Mesela özel okul öğretmenleri sendikasını düşünün; taban ücret dediler ve çok kısa sürede üye sayıları 10 bine dayandı. Üstelik TİS yapamayacaklarını bildikleri halde örgütleniyor bu insanlar. Bunlar sınıfın dinamiklerini yakalayabilen örnekler. Bizim yapmamız gereken şey, bu dinamikleri yan yana getirebilmek için basit bir düzenek kurmak. Şu anda ihtiyaç bu. Direnişler birbirinden çok şey öğreniyor.
Bir yandan da memleketin sahibi olan 9-10 insan artık her sektörde. Örneğin Sabancı’ya karşı direniş yürütüyorsak, Sabancı’nın Carrefour’dan tut elli yerde kurumu var ve direnişi oralara yayabiliyoruz. Eskiden fabrikanın önünde direniş yapılırdı. Sermaye kendini genişletince eylem alanı da genişliyor. Biz de bunu yapacağız. AKSA’ya da yapacağız. Otelleri var bunların sonuçta, restoranları var, vs… Aslında hepimiz birbirimizden öğreniyoruz bu işleri. Sahadakilerin de birbiriyle irtibatı var zaten. En güzel örneklerden biridir: Dersim’de bir sabah uyandığımızda Akbelen’deki kadınların çadırlarının söküldüğünü gördük; kadınlar “unutmayın bunu” diye bağırıyorlardı. Döndük işçi arkadaşlarla Akbelen kadınlarına selam gönderen bir video çekip paylaştık. İşten atıldığımızın ertesi günü de bu kez Akbelen’deki kadınlar FEDAŞ işçilerine selam gönderen bir video yayınladılar. Çok güzeldi. Çok öğreticiydi. Bu direnişler böyle şeyler yaratabiliyor yani.
- Klasik grev tarzı yürümüyor ki zaten. Yasaklamak adet oldu artık.
E. Atsız: Doğru diyorsun. Öyle oluyor artık. Grev erteleniyor ve işe dönüyorsun. Bir tek Birleşik Metal İş’te sanırım Bekaert vardı; tanımadılar yasağı ve sıkı direndiler. Bu arada yasağa gerek de olmadan işveren zaten en baştan 30-40 kişiyi atıyor hemen. Tıkanıyor süreçler.
O yüzden sokaktaki sendikal işler, yasadan çok meşruiyeti ve haklılığı esas alan işler önemli. Evet, Süleyman’ın dediği gibi henüz bunlar okyanusta damlalara benziyor ama öğrenilmesi gereken dersler veriyor hepimize. Ve evet, esas sorun bu damlaları bir araya getirebilmek. Asıl bunu önemsemeliyiz bence.