Kimin sözüydü unuttum. Şiirden söz ediyorsanız en başta “Bana göre ya da bence demeyi unutmamamız gerek” diyordu. Gerçekten de öyledir. Çünkü şiir eninde sonunda bir beğeniye dayanır. Ama ‘beğeni’ dediğimiz büyük ölçüde şiirin olmazsa olmazlarını içermesi gerekir.
Şair Seyyidhan Kömürcü’nün yeni çıkan “Kendinin Ağacı” adlı şiir kitabından söz etmek istiyorum.
‘8 yıl sonra’ diyor tanıtımlarda. Bu, nitelik farkını göz ardı eden bir yaklaşım –ki ne gam, şair bunun farkında. Geçelim.
Kitaptaki şiirler ayrı başlıklarda verilse de tek bir şiir bütünlüğünde. Şiir geçişlerinde bile aksamıyor. “Kurcalanmış bir gövdenin dağınıklığıyla” yazılsa da bir bütünün parçaları gibi hem sentaks hem semantik açısından birbirini tamamlayan şiirlerden oluşmuş “Kendinin Ağacı”.
Sözcüklerin, dizelerin ve şiirlerin her biri sevgiliye bir sesleniştir. Her bir dize şairin gayri-resmi tarihidir biraz da…
Yeniden üreten, yorumlayan, değiştiren ve dönüştüren bir birey olarak şair yazmak eylemi boyunca kendisiyle, öteki tek’iyle, doğayla, toplumla ve çağla bir hesaplaşma içindedir, şairin kendisiyle bir iç söyleşisidir sanki. Lirik bir şiir, onunkisi. Bir iç yangınıdır ki, ne yanığı ne külü başkasına benzemez. “… demirle değil / ipekle incittin beni”
“Kimin için yazıyoruz?” sorusuna Sait Faik, “Bir sınıfın en arka sıralarından birinde gizlice şiirler okuyan öğrenci için” diye yanıtlar.
Sartre, “İnsanın kendisi için yazması diye bir şey yoktur. Yazma işleminin karşısında bir bağlaşık terim, yani bir okuma işlemi vardır” diyor. Bu okuma işlemi genelde ‘okuyucu’ kitlesi olarak algılanır. Bu durum Seyyidhan Kömürcü’de tekil bir istektir. Onun için “aslında ben her şeyi bir kişi okusun diye yazdım” der.
O kişi de ‘teki”dir. O tek de kaybedilmiştir. “Tekini kaybetmiş bir şey gibi yepyeni kaldım” demesi, “insanın uykuda tekini araması” demesi de ol sebeptendir.
Önce dertler ediniyor şair, sonra dertlerle birlikte sözcükler terbiye edilecek ki istediği anlamı yükleyebilsin. Hem sözcükler sadece sözlük anlamıyla kalırsa şiire zarar. Kömürcü bunu biliyor.
Düşlerle beslenir şiir, yaban ve aykırıdır. İmge ve düş bir araya gelince mantığın tanımladığı düşünceleri ve basmakalıp duyguları aşıp daha derin bir zihinselde gezinmeyi yeğleyecektir. “Kendinin Ağacı” bu yönüyle felsefi ve psikodinamik katmanları da olan bir kitap.
İmge için imge kurmuyor şair, bir derdini bir acısını ifade etmek için bir ihtiyaçtan doğuyor imge.
Çağla, insanla derdi vardır şairin. Nasıl olmasın ki “herkesin herkesten biraz almak istediği bu çağda.”
Bir türlü alışamıyor, olan-bitene, gidene dönmeyene… “biliyorum / her şey olmuş da hiçbir şey olmamış gibi / bu çağı da yanlış anlatacaklar / biliyorum / her şey olmuş da hiçbir şey olmamış gibi / bu çağı da / ben sana doğru geldiğimde kapatacaklar.”
Bir türlü geçmiyor şiirin baş ağrısı, ne “saygı sevgi çerçevesi” ne de “üç aylık süre zarfı” yok edemiyor yalnızlığı. İyi biliyor “ve bu yüzden yalnız olduklarını atların/yalnızlıktan koştuklarını” ve elbet “ölmek değil/asılmak istiyordum” diyecektir. “Dünyaya tayımı saldığım günden beri.”
Şair, vurgun olduğu zamanı-anı yaşatmaya, zamanı ve mekânı bir daha asla ayrılmayacakları bir biçimde buluşturmaya çalışır. Şiirde verilen şairin kişisel gerçeğidir. Bu gerçek başkalarının da gerçeği olabiliyor…
Okuyucuda karşılık bulması, onunla kucaklaşması da bu yüzdendir.
Sözcük dağarcığı zengin, muhkem bir şiirden söz ediyorum. Kekelemeden, tökezlemeden bir su gibi akıyor kendi yatağında. Çünkü şair dilini, dil imgesini oluşturmuştur. Hafıza devrededir. Tekrarlar ısrardandır.
Balkonu yok bu şiirin, ya dört duvar arasındasın kıskıvrak ya da dağ-bayır geziniyorsun beynin kıvrımlarında, yine kıskıvrak. Anılara, dertlere tutunarak gerçekleşen bir gezi.
“Okurunu sakatlamış kitaplar gibiydin / çünkü öldürmez ama / okurunu sakat bırakır bazı kitaplar” diyor ya şair. “Kendinin Ağacı” sakat bırakma yanlısı olmasa da derin yaralar açıyor okurda. İnce bir sızı bırakıyor.
Şiirsiz kalmayalım… Aşksız ve dertsiz kalmayalım.