Kapitalist modernist zihniyet; birey, toplum ve doğanın simbiyotik ilişkisine karşıt bir sistemdir. Rıza toplumunun maddi, manevi tüm toplumsal değerlerini, kültürel, tarihsel hafızayı, zamanı ve mekanı yok ederek adeta toplumu çarmıha gererek, belleksiz bırakmak, nahak zihniyetin uygulamalarıdır. İnsan toplumunun zaman ve mekân içerisinde oluşturduğu yapısallık ve anlamlılıklar bütününe yönelik bir toplum kırım siyaseti uygulanmaktadır. Cümle can adeta kendi mekânında (coğrafyasında) öksüz bir durumda bırakılmıştır.
Yerleşim bölgeleri, insanların toplandığı, sözlerin, davranışların, fikirlerin, inancın, kültürün üretildiği, tabiat ve toplumla varoluşun görünür olduğu mekânlardır. Bu yönüyle mekân, toplumsal hafızanın, insanlaşma ve toplumsallaşmanın tarihsel izini taşır. Coğrafya deyince doğa, insan ve toplum akla gelir. İbni Haldun’a ait olduğu söylenen “Coğrafya kaderdir” sözü bir mekân üzerinde yaşananlara, yaşatılanlara razı olmayı dile getirmiyor. Zaman ve mekânın içinde toplumun biriktirdiklerinden, toplumsal hafızadan bahsedilmektedir. Başka bir ifade ile söylersek “her toplum yaşadığı coğrafyanın çocuğudur” demek tarihsel bir hakikati barındırır. Üzerinde yaşadığımız coğrafyayı tanımak, tarihsel ve toplumsal gelişiminin farkına varmak; toplumun hafızasını, varlık nedenini, ekonomik, beşeri, siyasal, sosyal gerçekliğini bilmekle özdeştir. Coğrafya (mekân-yurt) birey ve toplumun birlikteliğini, sistematik düşünce, barınma, üretim, beslenme, zekâ, kurgu, tasarım, tecrübe, mimari, sanat, inanç, bilinç bütün bunlardan oluşan toplumsal zihniyet yapılanmasının üretildiği yerlerdir. Evrendeki bütün var oluş, zaman ve mekâna ihtiyaç duyar. Bu hakikatten dolayı “zaman sahipsiz, mekân rızasız, mazlum çaresiz değildir” deniliyor. Zaman ve mekâna bütünlüklü yaklaşmak hakikatin gereğidir; çünkü hakikat bütündür. Zamansız bir mekân, mekânsız bir zaman düşünülemez. Coğrafya yurttur, toplumun hafızasında yurt kutsaldır; vatandır, ana ile özdeştir. Ana ile çocuk arasındaki ilişki ya da insan ile doğa arasındaki ikrarlı ilişki gibidir. Karşılıklı birbirinin varlık nedenidir. Yurtsuzluk, mekânsızlık, bir mezar taşına sahipsizlik, hafızanın yok olmasıdır, köksüzlüktür. Nasıl ki bir çocuk annesiz kaldığında “öksüz” kalıyorsa yurtsuzluk da öksüzlüktür. Kürt alevi inancında Heq (Hakk) özünde toplumun kimliğidir. Kutsallar sıralamasında birinci sıradadır. Hak yoksa varlık, devriye, çark-ı pervaz hali ve doğum gerçekleşmez. Bu kimlik, kutsal mekanlarda, bu mekanlardaki ritüellerle yenilenmektedir. Toprak, yurt, vatan mülk değildir. Hakkın varlığının cemalidir, ana kadının mekanıdır.
Aleviliğe kimlik kazandıran binlerce yıldır sahip olduğu kültürdür. Bu kültür, yaşanılan coğrafyanın ruhunu taşır. İnsanın coğrafyadan, kutsal mekanlarla ikrarlık bağı koptu mu, kadavraya döner. Nahak zihniyetin hakimiyetinde bütün organları müdahaleye açık hale gelir; adeta canlı kadavra haline döner.
Son dönemlerde başta Kürt Alevi coğrafyası olmak üzere (özellikle Dersim) bütün Alevi süreklerinin yaşam alanlarında maden şirketleri, elektrik santralleri, barajların yapılması, orman alanlarının yok edilmesi, kutsal mekanlarının imara açılması ya da peyzaj adı altında talan edilmesi plânlı bir aklın ürünüdür; insanları yurtlarından etmektir. Topraktan kopmak, kök kültürden, tarihsel hafızadan kopmak, öksüz kalmaktır. Tarihsel köklerden kopmak aslında kültürel direniş hattından, inancın hakikatinden uzaklaşmaktır. Amaçlanan ”öksüz Aleviler toplumunu” yaratmaktır.