Depremin nedenleri ve yarattığı toplumsal sonuçlar; yıkıcı etkileri ve açığa çıkardıklarıyla siyasi partilere, meslek odalarına, hukukçulara, sağlıkçılara, kadınlara, işçilere, LGBTİ’lere, sendikalara önemli politik görevler yüklüyor
Av. Sezin Uçar*
Evet her şey gibi deprem de politik. Fay hattında olmasına rağmen demirden çalınmış çürük evlerde oturmak zorunda oluşumuz, sarsıntı anında en önce bakmakla yükümlü olduğumuz kişileri korumaya çalışmamız, enkaz altındayken “bizi kurtarmazlar” diye anadilimizle yardım isteyemeyip gürültü çıkararak farkedilmeye çalışmamız, ihtiyacımız olduğu halde ped, sütyen ya da büyük beden çamaşır talep edemeyişimiz -ya da utana sıkıla istemek zorunda kalışımız- politik. Cenazelerimizi tek parça alıp gömemeyişimiz, çocuklarımızın istismarcı tarikatlara teslim edilmesi, çocuklarımızla sokakta kalıp boşandığımız erkeğin evine dönmek zorunda kalışımız, eğitime ara verilip kaldığımız öğrenci yurdundan apar topar atılıp istemediğimiz halde baskıcı aile evine dönmek zorunda kalışımız, cinsel yönelim ya da cinsiyet kimliğimizden ötürü yardımlara erişemiyor oluşumuz son derece politik.
Depremin nedenleri ve yarattığı toplumsal sonuçlar; yıkıcı etkileri ve açığa çıkardıklarıyla siyasi partilere, meslek odalarına, hukukçulara, sağlıkçılara, kadınlara, işçilere, LGBTİ’lere, sendikalara önemli politik görevler yüklüyor. Depremin etkilediği hemen hemen her kentte enkaz başından yükselen ve tüm baskıya rağmen engellenemeyen “Devlet Nerede?” sorusu derinleşen devlet-halk çelişkisine yani sınıf çelişkisine ve bunun dolayımıyla da cins çelişkisine işaret ediyor.
İktidarın inşaat üzerinden sermaye birikim alanı yaratma çabası, özellikle son 20 yılda kentlerde kentsel dönüşüm, köylerde taşocağı ve maden ocaklarıyla ekolojik yıkımı hızlandırdı. Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği’nin (TMMOB) yapı denetim ve yapı izni verme yetkilerinin ortadan kaldırılmış olması, 28. defa gerçekleşen imar affı, içleri boşaltılan, liyakat ve bilimsel niteliği sıfırlanmış (Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı) AFAD, Kızılay gibi kurumların devletin arka bahçesi misali birer aile şirketi haline gelmesi ve sınırsız-denetimsiz tek adam rejimi yıkımın asıl nedenleri.
Bugün ise kitleler nezdinde hiçbir güvenilirliği kalmamış devlet kurumlarının yaptığı açıklamalara göre dahi onbinlerce insanın yaşamını yitirdiği, yüzbinlerce insanın yaralandığı depremin sonuçlarının bu denli yıkıcı olmasının tek nedeni devlet. 6 Şubat’tan bu yana yaşadığımız kayıpların, ne depremin büyüklüğü ve şiddetiyle ne de devlet kurumlarındaki basit bir yönetimsel problemle ilgisi yok. Kritik olan ilk 48 saatte enkaz çalışmalarının olmaması, canlıların soğukta ve enkaz altında ölüme terk edilmeleri, devlet tarafından son derece bilinçli bir tercih olarak gerçekleşmiştir. Tıpkı bu denli büyük bir afetin devletin tüm çabasına rağmen yetememesinin normal olduğu manipülasyonu üzerine kurulan “Asrın Felaketi” söyleminin tercih edilmesi gibi.
Politik İslamcı erkek egemen faşist rejimin; depremin yıkıcı sonuçlarının sorumluluğunu almayacağını, aksine depremi baskıcı uygulamalarını arttırmak için bir bahane haline getireceğini daha yıkımın ilk günlerinde görmüş olduk. Devletin ilk faaliyeti OHAL ilan etmek ve dayanışmayla hem yaraları saran hem de toplumda yeni bir bilinç filizlendirenlere kayyum atamak oldu. Ardından Cumhurbaşkanlığı kararnameleriyle işçi lehine düzenleme yapıyormuş gibi görünüp, grev hakkının fiilen engellenmesi, henüz daha tüm cenazeler enkazdan çıkarılmamışken afet alanlarında yapılaşma çalışmalarıyla sermayeye yeni alan açılması geldi. Diyanet’in evlat edinilen çocuklarla evlenme engeli olmadığına dair açıklaması ise, politik İslamcı rejimin çocuk istismarını kurumsallaştırma ve toplumu dini temelde dönüştürme idealinden bir an bile vazgeçmediğinin en kokuşmuş örneği oldu.
Bir yanda bilinçli olarak yardım götürmeyen, yardımları engelleyen, bizden çaldıklarıyla yardım şovu yapan, devlet, diğer yanda varını yoğunu, tüm deneyim ve birikimini ihtiyacı olanlara seferber etmekte tereddüt etmeyen, onurlu bir yaşamı savunan ve bunun için emek harcayan toplumsal kesimler. Tüm bu zeminde; ekonomik, politik ve ideolojik olarak çürümüş bu rejimin ancak özyönetim ve özsavunma mekanizmalarıyla donatılmış bir toplum gerçekliği ile alt edilebileceğini daha yüksek sesle tartışmaya ihtiyacımız var.
Yasımızı tutabilmenin, iyileşebilmenin, sorumluların hesap vermesini başarabilmenin ve dahası çok daha büyük yıkımları önleyebilmenin tek yolu; kadınlara, yoksullara, LGBTİ’lere, Araplara, Kürtlere, Alevilere karşı savaş açan bu siyasal düzenden kopuştan geçiyor. Tüm bu toplumsal kesimler ve bu kesimlere öncülük eden özneler; bu kısacık ama her bakımdan sarsıcı olan geride bıraktığımız üç haftanın tüm deneyimlerini, derslerini ve olanaklarını içselleştirip, daha örgütlü ve daha birleşik bir şekilde yeni bir toplumsal bilinç ve yaşamın inşasına girişme sorumluluğuyla karşı karşıya. Hem de bir duvar dibinde kurşuna dizilmeyi beklemeden, idealleri bilinmez bir geleceğe ertelemeden.
*Av. Sezin Uçar–Özgürlük İçin Hukukçular Derneği (ÖHD) İstanbul Şubesi Kadın Komisyonu Üyesi
*Savunmanın Sözü köşemizde 8 Mart’a kadar kadın özgünlüğünde yazılar yazarak kadın dizisi oluşturmaya karar verdik. ‘Depremin Politikası: Hem Sınıfsal Hem Ataerkil’ yazısı serinin dördüncü yazısıdır.