Neoliberal süreçte eğitimin işlevleriyle birlikte öğretmen emeği de kaçınılmaz olarak dönüşüyor. Sınıfsal çelişkilerin arttığı ve sermaye sınıfının egemenliğini daha güçlü hissettirdiği bu dönemde eğitim, “öğrencinin kendisini keşfetmesine olanak sağlayan özgür birey olarak yetiştirilmesi” işlevini tamamen kaybetti. “Piyasanın istediği nitelikte ve piyasa değerlerini içselleştirmiş iş gücü ve devletin ideolojisine uygun vatandaşlar yetiştirmek” eğitimin öncelikli hedefi haline geldi. Buna bağlı olarak öğretmenlik iç içe geçen periyotlarla; emeğini kendi denetiminde bulundurmaktan uzaklaştı, dünyayı tanımayı ve değiştirmeyi amaçlayan insanlar yetiştiren bir meslek olmaktan çıktı, güvenceli meslek olma vasfını yitirdi. Öğretmenlik mesleği artık işsizlik tehdidi altında, ekonomik ve siyasi egemenlerin belirlediği müfredatı uygulayan, kendine ve yaptığı işe saygısı azalan dolayısıyla yapıp ettiklerine yabancılaşan ve nihayetinde geçim amacıyla yapılan/sürdürülen bir “iş” haline dönüştü.
Covit-19, birçok alanda olduğu gibi eğitimde de, neoliberal dönüşümün hızlanması için fırsat olarak değerlendirildi ve uzunca süredir, diğer birçok ülke gibi Türkiye’nin de gündeminde bulunan uzaktan eğitimin yaygınlaştırılmasına vesile oldu. Pek çok platformda “okulsuz-öğretmensiz eğitim” başlığı altında gündeme getirilen uzaktan eğitimle, teknolojideki gelişmeleri eğitim sistemine uyarlayarak, hem “devletin sırtında yük” olarak görülen eğitim harcamalarının olabildiğince düşürülmesi amaçlanıyor hem de eğitim sürecindeki denetim arttırılarak egemen düzene alternatif olabilecek eleştirel bir perspektifin önü, tamamen kesilmek isteniyor.
Pandemiyi fırsata çevirme rüzgarına Milli Eğitim Bakanlığı da kendini kaptırdı. Teknolojik ve sosyo-ekonomik koşulları değerlendirmeden geçilen uzaktan eğitim, sadece eğitim sisteminin ya da teknolojik yetersizliklerin değil, toplumsal eşitsizliklerin de gözler önüne serilmesine neden oldu. Bunun üzerine yine toplum sağlığı hiçe sayıldı, yeterli önlemler alınmadan öğrencilerin, ailelerinin ve eğitim emekçilerinin yaşamı riske atılarak -kısmen de olsa- yüz yüze eğitime geçilmek zorunda kalındı. Ancak her fırsatta dile getirilen uzaktan eğitimin yaygınlaşması ve kalıcılaşmasına ilişkin söylemlerden de vazgeçilmedi.
Sınıfsal eşitsizlikleri ve çelişkileri açığa çıkarması bir tarafa; uzaktan eğitim, teknik denetimi daha da arttırarak öğretmenin eleştirel perspektif sunabilme olasılığını tamamen ortadan kaldırıyor. Böylece eğitim, piyasanın ve siyasi iktidarın istediği nitelikte iş gücü, tüketici ve yurttaş yetiştirme hedefini daha etkili biçimde yerine getirirken; sınıf çelişkileri ve eşitsizliklerin yeniden üretilmesine yaptığı aracılık rolü de güçlenmiş oluyor.
Uzaktan eğitim, eğitimin işlevlerinin yanı sıra öğretmen emeğinin ekonomik ve siyasi egemenlerin çıkarları doğrultusunda dönüşümünü de hızlandıracaktır. Halihazırda özel sektörde öğretmenler işsizlik baskısı altında güvencesiz, yoğun iş yüküyle ve son derece düşük ücretlerle çalıştırılmaktadır. Kamuda da esnek ve güvencesiz öğretmen istihdamı yaygınlaşırken, halen güvenceli statüde bulunan öğretmenler, müfredat başta olmak üzere karar alma mekanizmalarından uzaklaştırılmakta verdikleri eğitimin içeriği konusunda söz sahibi olmayan “teknik elemanlara” dönüşmektedir. Teknik bir iş haline gelen eğitimin, merkezi düzeyde belirlenen ve standartlaşan müfredatı uygulamak durumunda olan öğretmenler üzerindeki teknik denetimin daha da arttırması; işçi sınıfının giderek vasıfsızlaşan, yabancılaşan diğer kesimleri gibi öğretmenleri de süratle proleterleştirmektedir.
Öğretmenler, eğitimli emekçiler içinde sınıf mücadelesine en yatkın kesimdir. 19. yüzyılın ortalarından itibaren ekonomik ve sosyal hakları için örgütlenmiş, önemli kazanımlar elde etmiştir. Türkiye’de de öğretmen örgütlenmeleri sınıf mücadeleleri içinde önemli bir yere sahiptir. Bu tarihsel birikimle, pandemi fırsat bilinerek dayatılan uzaktan eğitime karşı; öncelikle “öğretmenlerin de içinde yer aldığı eğitim emekçilerinin örgütlü olduğu sendikaların tepki göstermesi ve geniş toplum kesimlerini de içine katan bir mücadeleyi örgütlemesi” beklenir. Ancak sendikaların eğitimin toplumsal işlevlerinin ortadan kaldırılması ve öğretmen emeğinin proleterleşmesine karşı direnç oluşturacak bir mücadeleyi örgütleme çabası içinde olduklarını söylemek bugün için maalesef mümkün değildir!