İşçiye verdiği ücretin fazla olduğunu düşünmeyen patron yoktur; onun amacı işçinin yarattığı değerin tümüne el koymaktır. Elinden gelse sadece ücret istemeyecek robotları çalıştırmayı düşler -ki eline fırsat geçtikçe- teknolojiyi emeğin yerine ikame eder. İşçinin alın terinden kıstığı parayı teknolojinin bu yönde gelişmesi için harcamaktan da imtina etmez.
Teknolojideki tüm gelişmelere rağmen patronların üretim ve hizmetin emek gücü olmaksızın yapılabilme hayali bugüne kadar gerçekleşmedi. Gerçi teknolojinin emeğin istihdamında yarattığı daralma küçümsenemez. Ayrıca teknoloji, emek gücünün denetim altında alınması ve verimliliğinin arttırılarak daha fazla artı değer yaratması için de patronlara yeni olanaklar sağlamıştır. Ancak tüm bunlara rağmen patronlar, kârlarından fedakarlık olarak gördükleri ücreti vermek durumunda oldukları işçileri halen çalıştırmak zorundadır.
Teknolojinin de katkısıyla bir taraftan istihdamın daralması ve emek gücü üzerindeki denetimin yoğunlaşarak emeğin üretkenliğinin (sömürüsünün) artması ile yükselen işsizliğin yarattığı baskı, işçilerin patronlar karşısında pazarlık gücünün azalmasına neden olur. Böylece işçiler daha düşük ücret ve daha kötü koşullarda çalışmaya rıza göstermeye mecbur kalır.
İşçilerin pazarlık gücünü arttırabilmesinin iki yolu vardır. Bunlardan biri işçinin sahip olduğu vasfı arttırmasıdır (ki emek gücünün becerisi ne kadar artarsa artsın teknolojinin de etkisiyle ve aynı beceriye sahip emekçilerin artmasıyla yine değersizleşecektir). Diğeri de işçilerin birbirleriyle rekabet yerine -sınıf bilinciyle- güçlerini birleştirerek örgütlenmeleri, sendikalaşmalarıdır. Bu kural, -büyük bölümü kendisini işçi olarak tanımlamasa da- mühendis, avukat, hekim, akademisyen, öğretmenler için de geçerlidir.
Bu bağlamda Milli Eğitim Bakanı’nın pandemiyi fırsat bilerek, uzaktan eğitimi yücelttiği ve “öğretmen maaşlarını eğitimin üzerindeki asıl yük” olarak tanımladığı konuşması son derece “anlamlıdır”. Anlamlıdır, çünkü Türkiye’de ilk kez bir bakan (kendisi özel okul patronudur aynı zamanda) bu kadar açıklıkla öğretmenlerin -kendileri kabul etmese de- “işçi” olduğunu; devletin de bildiğimiz (sömürgen) “patron” konumunda olduğunu; haliyle eğitimin de metalaştığını ve piyasa koşullarına göre işlediğini belirterek, “malûm”u ilan etmiştir. Bakanın bu açıklamasından sonra “öğretmenlerin, diğer birçok profesyonel meslek gibi işçileşmenin de ötesinde proleterleştiği, patronun devlet mi özel sermaye mi olduğunun bir öneminin kalmadığı ve eğitim sisteminin de itaatkar, piyasanın ihtiyaçlarına uygun elemanlar yetiştirmekten ibaret olduğu konusu”nu tartışmaya mahal kalmamıştır.
Bakanın açıklamasında hedeflenen, çok açık ki halen 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’na tâbi çalışan öğretmenlerdir. Zira İş Kanunu’na tâbi çalışan özel okul öğretmenleri, pandemi sürecinde diğer sektörlerdeki işçiler gibi (patronun keyfine göre) asgari ücretle istihdam edilmiş ya da ücretsiz izne çıkartılmıştır. Devlet okullarındaki sözleşmeli ve ücretli öğretmenler de yine bu süreçte bakanlığın kararlarına rıza göstermek zorunda kalmıştır. Geriye statü hukukuna tâbi olarak sınırlı da olsa halen iş ve ücret güvencesi ile çalışan öğretmenler kalmıştır. Bunlarsa, eğitim sisteminin neoliberal dönüşüm sürecine uyum sağlamak konusunda en sorunlu(!) kesimidir. Birçoğu siyasi iktidarın güdümündeki sendikaya üye olsa da, aralarında halen neoliberal dönüşüm sürecine direnen ve AKP’le uzlaşmayarak diğer öğretmen kesimine de “kötü örnek” olan çoğunluğu Eğitim Sen üyesi öğretmenler vardır.
Bakan’ın açıklaması, AKP iktidarına direnen öğretmenlerle beraber öğretmen emeğini ve öğretmenlik mesleğini toplum karşısında tümüyle değersizleştirmeyi amaçlamıştır. Dolayısıyla bu, geçiştirilemeyecek, ideolojik temelli bir açıklamadır. Patronu kim olursa olsun, hangi statüde, hangi istihdam biçimiyle çalışıyor olursa olsun; atama bekleyen ya da işsiz olsun; yandaş sendikanın üyesi olsun olmasın, tüm eğitim emekçileri bu açıklamanın ardındaki “niyet”i iyi okumalıdır.
Niyet, teknolojik gelişmelerin ardı sıra pandemi vesilesiyle öğretmenler üzerindeki teknik denetimi arttırmak ve uzun süredir üzerinde çalıştıkları öğretmen emeğini teknolojiyle ikame eden öğretmensiz-okulsuz eğitim projesini yaşama geçirmektir. Tıpkı hizmet ve sanayi sektörünün birçok alanında olduğu gibi…
Öğretmenler ve eğitim sistemi üzerine iktidarın yapmak istedikleri ayan beyan ortadadır. Burada asıl soru; öğretmenlerin ve öğretmen örgütlerinin buna karşı nasıl tepki vereceğidir. Elbette gözardı etmemek gerekir ki mesele, sadece öğretmenler ve onların maaşı değil; eğitim sistemi üzerinden tüm toplumsal ilişkilerin egemen sınıfın dönemsel çıkarına uygun biçimde yeniden düzenlenmesiyle ilgilidir. Dolayısıyla eğitim sistemi ve beraberinde öğretmen emeğinin nasıl bir dönüşüm geçireceğini, bunun toplumsal ilişkilere nasıl yansıyacağını; öğretmenlerin yanı sıra sermaye dışı tüm toplum kesimleriyle emekten, demokrasiden yana örgütlerin mücadele kararlılığı belirleyecektir.