Erdoğan depremin ilk gününden itibaren sürekli tehdit etmeye, aşağılamaya ve hakaret ederek insanlarda güven kaybı yaratmaya çalıştı. Bunu bilinçsiz bir şekilde yapmıyor elbette. İnsanları sürekli olarak aşağılayarak onlarda “Ne yaparsam yapayım olmuyor” düşüncesi yaratmaya çalışıyor. Böyle yaparak topluma bilinçli bir şekilde çaresizliği zerk ediyor. Gerçekten de çaresiz miyiz?
Hindistan’da filler daha yavruyken kalın bir zincirle bir kazığa bağlanırmış. Böylece yavru filin bu zinciri koparabilmesi ya da kazığı söküp atabilmesi mümkün olmazmış. Küçük fil önceleri bundan kurtulmak için tüm gücüyle uğraşır, defalarca dener ama sonucu değiştiremez, özgürlüğüne kavuşamazmış.
Yıllar sonra büyüyen fil zincire bağlı şekilde beklemeye devam eder. Fil zinciri koparabilecek ve kazığı sökebilecek gücü olmasına rağmen kaçmayı denemez bile. Çünkü özgür olamayacağına inanmaktadır. Artık kırılamayan şey filin bağlı olduğu zincir değil, filin inancıdır. Buna psikolojide öğrenilmiş çaresizlik deniyor.
Öğrenilmiş çaresizlik kişinin göstermiş olduğu tepkilerin sonuca ulaşmaması durumunda, sonucu değiştiremeyeceğine karşı oluşan inanç ile gelen bir ruh hali durumudur. Öğrenilmiş çaresizlikte; gerçekten çaresiz olmadığımız halde fil hikâyesinde de olduğu gibi çaresiz olduğumuzu zannederek, çözmek için bir şey yapmayarak başarısızlığı baştan kabul ederiz.
6 Şubat tarihinde yaşadığımız depremden sonra tanıdığım birçok insanda yaşama sevincinin azaldığına şahit oldum. Aynı zamanda çoğu insanda özgüven eksikliği, düşünme ve algısında zayıflama yaşanıyor. İşte bu öğrenilmiş çaresizliğin etkilerinin başında geliyor.
20 yıldır ülkenin tüm değerlerini tüketen bir iktidar var karşımızda. Kazanılamayan her seçimin ardından insanlarda şu düşünce gelişti: “Ne kadar uğraşırsak uğraşalım hiçbir zaman bu insanlık düşmanı zihniyet engelini aşamayacağız, yaptığımız hiçbir şey bu engeli aşamaz, bu engel aşılamaz!”
AKP’nin en güçlü olduğu dönemlerde yerleşen bu düşünce günümüzde en zayıf dönemini yaşamasına rağmen aşılamıyor. “İç savaş çıksa dahi Erdoğan iktidarı vermez” algısı bilinçli olarak kitlelere enjekte ediliyor. Gitmeyecekse mücadele etmenin bir anlamı da yok değil mi?
Şartlar değişti, AKP güçten düştü. Tarihinin en zayıf dönemi içerisinde.
AKP güçlü değil ama topluma çaresizliği ve başarısızlığı aşıladılar. Muhalefet partileri yıllarca başaramayacaklarına inandı, görünmeyen güçlerin onları engellediğini, şanssız zavallı birer parti olduklarını, ne kadar uğraşırlarsa uğraşsınlar AKP engelini aşamayacaklarını düşündüler. Seçim sandığına çarpıp tekrar başarısız olmaktan korktular ve radikal bir mücadele etmeye bir daha cesaret edemediler. Ta ki 31 Mart 2019 tarihli yerel seçimlerde Halkların Demokratik Partisi (HDP) büyük şehirlerde AKP’ye kaybettirene kadar.
HDP dışındaki muhalif partilerin AKP’den daha büyük bir sorunları oldu hep. Zihinlerinde yarattıkları engeller. Hayatın kafalarına vura vura onlara öğrettiği bir “hayat dersi”. Sürekli başarısızlığın getirdiği sonsuz bir pes etme ve öğrendikleri bir çaresizlik hali.
HDP Türkiye halklarına pes etmemeyi, vazgeçmemeyi ve mücadele etmeyi öğretti. Bu faşist zihniyeti yenilgiye uğratamayız düşüncesi HDP sayesinde aşıldı. Neden yenilmesinler ki? Örgütlü mücadele ve inançla başarılamayacak şey yoktur.
AKP/MHP faşist ittifakının yenilgiye uğratılması için Kürt halkı ve dostları uzun yıllardır amansız bir mücadele veriyor. Şimdi onları tarihin çöp sepetine gönderme fırsatı her zamankinden daha mümkün.
Son olarak filler hikâyesi örneğinde de olduğu gibi; hayatlarımızın kontrolü Erdoğan ve Bahçeli’nin ellerinde değildir. Halk büyüdü ve 20 yıldır özgür hareket etmesini engelleyen zincirlerin koparılması için esas stratejik hamleyi yapmaya hazır.
Çaresiz değiliz. Çare HDP öncülüğünde yürütülen mücadele ve açığa çıkarılan umuttadır.
Çare hayallerimizi, hayatlarımızı, geleceğimizi çalan AKP/MHP faşist ittifakından kurtulmaktır.