“Suriye’de yıllardır süren savaş sönümleniyor mu acaba?” diyemeden AKP hükümeti, Libya macerasıyla savaş gündemini yeniden canlandırdı. Üzerine bir de ABD’nin İranlı komutan Süleymani’yi öldürmesiyle başlayan gerilim, Ortadoğu’da yeni bir savaşı gündemin ilk sırasına taşıdı. Hal böyle olunca “iş, aş, hak, hukuk meseleleri” de yine gerilere itildi gündemde.
Oysa soğukların kendini göstermesiyle doğalgaz ve elektriğe yapılan zamlar cepleri daha bir yakmaya başladı. Öte yandan “işsizlik, asgari ücretin emekçiyi adeta açlığa mahkum edecek düzeyde belirlenmesi, yeni yılla birlikte artan vergiler” yoksulluğu daha bir derinleştirdi. Buna, iş güvencesinin, sosyal güvencenin neredeyse tamamen ortadan kalkması da eklenince toplumun çok büyük kesimi yarınının ne olacağını bilemez hale geldi. Yoksulluğa, güvencesizliğe, gelecek kaygısına karşı demokratik tepki vermenin, örgütlenmenin, mücadele etmenin tüm yolları ise savaş ortamı da gerekçe gösterilerek hakkın, hukukun ayaklar altına alındığı baskıcı yöntemlerle tıkandı. Yaşanan sorunlar ve bu sorunları dile getirmek, çözüm aramak için mücadele yollarının kapanmasının yarattığı çaresizlik, gencecik insanları intihara sürükleyecek boyutlara ulaştı.
İstanbul Üniversitesi öğrencileri, geçtiğimiz haftanın savaş gündemi karmaşası içinde, yemek haklarının gasp edilmesine karşı direnişleri ve bu direnişe karşı şiddet içeren baskılara rağmen yemek hakkını yeniden elde etmeleriyle gündeme geldi. Öğrencilerin direnişine ve sonucunda üniversite yönetimine geri adım attırarak önemli bir başarı elde etmelerine sevinip umutlanmışken, üzerimize tüm ağırlığıyla İstanbul Üniversitesi öğrencisi Sibel Ünli’nin -yaşadığı ekonomik sorunların da etkisiyle- intihar ettiği haberi, çöktü.
“Sibel’in intiharında ekonomik sorunların payı var mıydı yok muydu?” sorusundan daha büyük (onu da kapsayan) bir fotoğraf var ortada: Uzun süredir üniversite öğrencilerinin yaşadıkları ekonomik sorunlardan, geleceğe yönelik kaygılardan ve aldıkları akademik eğitimin yetersizliğinden dolayı umutsuzluk, çaresizlik, tükenmişlik içinde oldukları… Bu fotoğraf, yadsınamaz bir gerçek olarak hepimizin gözü önünde üstelik.
Üniversitedeki neoliberal dönüşümün başladığı 1980’lerden bu yana öğrenciler barınma, ulaşım, beslenme gibi en temel ihtiyaçlarını dahi karşılamaktan yoksundur. Her geçen yıl bu yoksunluk daha da artmaktadır. Üniversite yönetimleri, borçlanarak ya da ucuz işgücü olarak çalışmaya rıza göstererek üniversite yaşamına tutunmaya çalışan öğrenciler için yaşamı kolaylaştıracak uygulamalar yapmak bir tarafa, onları öğretim faaliyetlerinin finansmanını sağladıkları “müşteriler” olarak görmektedir.
Öğrenciyi müşteri kabul eden anlayış, “girişimci üniversite” olarak da ifade edilen neoliberal üniversite modelinin gereği olarak kabul edilir. Girişimci üniversite modelinde öğrenciye yapılan harcamalar “maliyet”tir ve olabildiğince düşürülmeye çalışılmalıdır. Bu bağlamda gerek yaz okulu, ikinci öğretim, tezsiz yüksek lisans gibi öğretim ücretini paralı hale getirecek uygulamalarla gerekse adeta alışveriş merkezine dönüştürülen kampüslerle, öğrencinin sırtından en fazla kazancın elde edilmesi amaçlanır.
İstanbul Üniversitesi yönetimi de öğrencilerin yemek hakkını maliyet olarak görmüş ve bu maliyeti düşürmek için yemek hakkını gasp etmek yoluna gitmiştir. Üniversite yönetiminin ortadan kaldırmaya çalıştığı “günde bir öğünden fazla yemek hakkı”, üniversitelerin bir çoğunda hali hazırda yoktur ve kısıtlanan birçok hak gibi bu da öğrenciler tarafından kabullenilmiştir. Kuşkusuz bu kabullenişin en önemli nedeni “üniversitelerde hak aramak için yapılan en basit eylemlerin bile öğrenim kredisi, burs, yurt hakkının ve hatta öğrenim hakkının öğrencilerin ellerinden alınmasına gerekçe oluşturmasıdır”. Kaldı ki binlerce öğrenci yine aynı gerekçelerle aylarca, yıllarca özgürlüklerinden mahrum edilerek cezalandırılmaktadır. Eylemler sırasında kolluk güçleri ve özel güvenlik birimlerince uygulanan şiddet de cabasıdır.
İstanbul Üniversitesi öğrencileri, tüm bu baskı ve şiddete rağmen yemek hakkını savunmuş ve üniversite yönetimince alınan keyfi kararların geri aldırılabileceğini göstermiştir. Onların bu mücadelesi, tüm üniversitelere örnek oluşturarak “üniversiteli gençliği intihara sürükleyecek kadar umutsuzluğa, çaresizliğe düşüren sorunlara karşı bir gençlik hareketinin ortaya çıkabileceği umudunu” da yeşertmiştir.