“Eğer bir sınıf, ceza görmeksizin bir başka sınıfı açlıktan ölmeye mahkûm edebiliyorsa, özgürlük sadece bir hayaldir.”
1793’ün ateşli günlerinde, Paris’in varoşlarından, yoksulların ve açların karanlık dünyasından yükselen bu sesin sahibi, eski bir köy papazı olan Jacques Roux’du.
Ama yalnız değildi o. Enrages Manifestosu altında birleşen ve onunla birlikte Jean Varlet ve Theophile Leclerc’in önderlik ettiği büyük bir yoksullar hareketinin, Les Enrages’in çığlığıydı duyulan. Kimileri ‘Öfkeliler’ dedi onlar için, kimileri ‘Çılgınlar’ diye adlandırdı. Tuzu kuru burjuvaların taktığı isim ise tam tamına nefreti ifade ediyordu: Kudurmuşlar!
Açlık ve yoksulluk günleri
1790’ların başındaki durum ‘kudurmayı’ bile mümkün kılabilirdi ama. Büyük Fransız Devrimi’nin en çalkantılı zamanlarıydı. 1789’dan sonraki süreçteki çalkantıların ardından 1791’e gelindiğinde, sömürgelerden gelen malların kesintiye uğraması, enflasyonun artışı ve para değerinin hızla düşüşü ve içine girilen saçma sapan savaştaki başarısızlıklar tam bir kaos yaratmış, hem kentlerde, hem de köylerde tam bir açlık baş göstermişti. Daha ‘Öfkeliler/Kudurmuşlar’ ortaya çıkmadan da taşradan bir isyan ve şiddet hareketi patlamıştı aslında. Bazı zenginler öldürülüp mallarına el konuluyor, Maximilien Robespierre mecliste tüm burjuva sınıfını açgözlülükle suçluyor, kırlarda ve kentlerin varoşlarında en uç Komünist/Anarşist görüşler hızla yayılıyordu. Paranın ortadan kaldırılmasını ve malların ortak olmasını savunan papazlar, temel ihtiyaç maddelerinin millileştirilmesini isteyenler, ne ararsan vardı!
Mayıs 1793’te karışıklık artık Paris’e sıçramıştı, banliyölerdeki yoksulların tansiyonu git gide yükseliyordu. Varlet, Lerclerc ve en radikalleri olarak Roux’un başını çektiği ‘Öfkeliler’ tam bu günlerde tarih sahnesine çıkacaktı.
Ekmekle oynamayın!
“Uyuyorsunuz! Cumhuriyet prangalar içinde… Yurttaşlar! Yurttaşlar! Atın uykunuzu üzerinizden! Uyanın!” diye sesleniyorlardı halka. “Ne yani! Düzenbazların mülkiyeti insan hayatından daha mı kutsal?” diye soruyorlardı. Belli bir noktadan sonra halkı sakinleştiremeyen Jirondenler, komünü ve devrimci grupları dağıtmaya karar verdiler, Marat’yı mahkûm etmeye çalıştılar ama bunlar öfkeyi daha da büyüttü. Bu arada, devrimin sol kanadı olarak sahneye çıkan Jakobenler de Roux tarafından talep edilen sıkı ekonomik kontroller ve yoksullara yönelik politikalar konusunda isteksiz davranmaktaydı.
Öfkeliler, ticaret serbestliğinin karaborsacılara yaradığını ve yoksulların acılarını arttırdığını söylüyor ve spekülasyona son verilmesi için zora başvurulması gerektiğini ilan ediyorlardı ve giderek bütün halk kesimleri üzerinde etkili olmaya başlamışlardı. Eşitlik en temel talepleriydi ve “Halkın ekmeğiyle oynayanlara ölüm!” diye haykırıyorlardı. Öfkeliler, “Yasaların fakirlere karşı zalim olduğunu çünkü zenginler tarafından zenginler için yapıldığını” vurgularken, yeni ticaret aristokrasisinin, büyük burjuvazinin feodallerden de beter olduğunu savunuyorlardı. Üretim konusunda ciddi ve tutarlı bir projeleri yoktu gerçi, bu anlamda Babeouf gibilerinden daha geri bir noktadaydılar belki ama saf öfkeleri vardı.
İsyanlar birbirini izlerken
31 Mayıs 1793’te silahlı isyancılar bir kez daha Paris sokaklarına indi ve bu kez 2 Haziran’a kadar sürdü hareket. 40 bin kişiyi harekete geçirmek için Marat’ın çağrısı yetmişti. Sonuçta, Jakoben burjuvalar iktidara gelmişti. Ama işler kötü gidiyordu artık. Bütün cephelerde ekonomik yıkım ülkeyi kavururken, ‘Devrimci Diktatörlük’ ilan eden Jakobenler yeterince tutarlı değillerdi. 1793’ün güz aylarında durum korkunçtu ve yoksullar açlığın pençesindeyken büyük toprak sahipleri ve istifçiler nefretin odağındaydı. Öfkeliler, sert önlemlerden yanayken Jakobenler başlangıçta sendeliyor, hatta Roux’yu bile tutukluyorlardı. Ama sonra işin rengi değişti. Halk yeniden sokağa inince Jakobenler de radikal önlemlere başvurmak zorunda kaldı.
Ancak Roux artık bir suçluydu ve tasfiye edilecekti. O ve Öfkeliler, çok ileriye gidiyorlardı çünkü! Söylemleri, gıda ayaklanmalarını ateşliyor ve hükümetin prestijini kırıyordu. 28 Temmuz’da Robespierre onun yabancı bir ajan ve karşı-devrimci olduğunu iddia etti. Eski arkadaşı Jean-Paul Marat bile onu çıkarları için dine ilgi duyan sahte bir rahip olduğunu yazdı. Bu arada, çeşitli yolsuzluklarla suçlanırken yeniden tutuklandı, yeniden serbest bırakıldı ama yine de susmadı.
Nihayet 5 Eylül 1793’te son kez tutuklandı. 14 Ocak 1794’te davasının başlayacağı bildirildiğinde Roux, hapishanede kendini bıçakla öldürmek istedi ama kurtarıldı. Ama bir ay sonra başardı. 10 Şubat 1794’te tekrar denedi ve bu kez kendini öldürdü.
Henüz sadece 41 yaşındaydı.
“İnsan ırkının Tanrı’nın önünde sonsuza kadar eşit olmasını sağlayacak bir devrime kanımın son damlasını vermeye hazırım” demişti, ta işin en başında.
Öyle de yaptı gerçekten. Geriye, modern tarihin ilk yoksul manifestolarından biri kaldı. Bugün bile hâlâ sımsıcak bir somun ekmek gibi…