PKK lideri Abdullah Öcalan ile 8 yıl aradan sonra görüşebilen avukatlardan Newroz Uysal, görüşmede neler konuşulduğunu anlattı. Öcalan’ın görüşmede, ‘Korkunç şeyler yaşandı. Herkes ders çıkarmalı. Siyaset çözüme hazır olmalı’ dediği öğrenildi.
DTK Eşbaşkanı Leyla Güven öncülüğünde gelişen açlık grevi eylemleri sonrası PKK Lideri Abdullah Öcalan, 8 yıl aradan sonra 2 Mayıs’ta avukatlarıyla görüşebildi. Görüşmede yer alan Avukat Newroz Uysal, Jinnews‘ten Rengin Azizoğlu ve Şehriban Aslan’a görüşmede neler konuşulduğuna ilişkin açıklamalarda bulundu.
8 yıllık bir engelleme sonrası başvuru kabul süreci nasıl gerçekleşti?
20 yıllık İmralı tecrit sürecinin en derin son birkaç yılını yaşadık. Bu tecrit süreci beraberinde toplumsal kaosun da geliştiği bir süreç oldu. Bizler 27 Temmuz 2011’den beri avukatları olarak görüştürülmüyoruz. Biz o tarihten bu zamana her hafta rutin başvurumuzu yapıyoruz. Bu rutin başvurumuz bizlerin savcılığa iletmiş olduğu avukat görüşme başvurusu onayı da aynı şekilde rutin olarak bize faks ya da telefon üzerinden iletiliyor. Bu 8 yıldır böyle gelişiyor. Ancak bu son süreçte 21 Temmuz 2016 tarihinden sonra var olan fiili engellemeler gerekçeler bir mahkeme kararına dönüştürüldü. Bu mahkeme kararı aslında Olağanüstü Hal (OHAL) süreci boyunca aile, iletişim yasağı ve İmralı’da herhangi bir teması hukuka aykırı bir mahkeme kararıyla tescillendi. O tarihten bugüne kadar da bu karar belli sürelerde tekrarlanarak bugüne kadar getirildi.
OHAL kalkmasına rağmen disiplin cezaları gibi gayri hukuki, gayri ciddi keyfi gerekçelerle yasaklama kararları alındı. Bu kararlar şu ana kadar sürdürüldü. Bizlerin bu kararlara yaptığımız itirazlarda 22 Nisan tarihinde yasaklama kararının kaldırıldığına dair bir karar tebliğ edildi. Bu karardan öncesinde de sonrasında da haftalık rutin başvurularımızı yapmaya devam ettik. Mevcut görüşme de yaptığımız rutin başvuruların bir geri dönüşü şeklinde gerçekleştirildi. Ancak 4 avukat olarak başvurmamıza rağmen iki avukatın adaya gidebileceği bildirildi ve biz iki avukat olarak bu görüşmeye gidebildik.
Adaya giderken avukatlar olarak size ne gibi şartlar sunuldu? Hangi koşullarda gittiniz? Size dönük dayatmalar oldu mu?
İmralı Cezaevi ne Türkiye’de ne dünyada benzeri olmayan bir cezaevi sistemidir. Bu benzersiz hali hem hukuka aykırı olması bakımından hem de sistemin kendi işleyişi bakımından benzersiz bir hal. İki buçuk saatlik bir gemi yolculuğundan sonra gidip görüşme yapma imkanı buluyorsunuz. Türkiye’deki tek ada cezaevi. Cezaevinin kendisi başlı başına bir izolasyon ve tecridin başlangıç noktasıdır. Bizlerin gidişi rutin aramalar, gemi jandarma karakolu, gemiye gidiş, iki buçuk saatlik bir gemi yolculuğundan sonra bir ziyaret gerçekleştirebiliyoruz. Bu noktada diğer cezaevlerinde olmayan birden fazla aramadan geçip İmralı için rutin gibi görülen ama aslında avukat-müvekkil ilişkisinin aykırılığını ortaya çıkaran bir durum. Biz avukatlar kötü bir muamele ile karşılaşmadık. Bu hususta var olan herhangi bir tutum bizim şahsımıza değil Sayın Abdullah Öcalan’a ve mevcut gidişe karşı olduğu çok açıktır. 2011’den önceki hiçbir avukat görüşmesi de Türkiye’deki hukuka uygun diğer cezaevlerine paralel uygulamalar şeklinde görülmedi.
Daha önceki görüşmelerde de not alışverişine izin verilmiyordu. Görüşme sırasında daha önce de bir görevlinin ve bir kayıt cihazının hazır beklediğini biz biliyorduk. Biz bu durumu 2016 OHAL süreciyle beraber Türkiye’nin İmralılaşması olarak tariflemiştik. Başvurumuzu 4 müvekkilimiz için yapmış olmamıza rağmen gittiğimizde yalnızca Sayın Abdullah Öcalan’la görüşebildik. 4 başvuru 4 avukat olmasına rağmen 2 avukat olarak götürüldük. Not alışverişine izin verilmedi ve ses kayıt cihazı ile bir görevli hazır bulundu. Bu görüşmeyle bile mevcut tecrit koşulları dışında bir görüşme olmadığını, hukuka aykırılıkların devam ettiğini bize bir kez daha gösterdi.
Geçen 8 senede İmralı’da neler yaşandı?
Biz bu görüşmede anladık ki 8 senedir bizim yolladığımız hiçbir gazete verilmemiş. Kendisine gazetelerin verildiğini konuşma esnasında anlayabildik ancak bu gazetelerin ne olduğuna dair bir bilgimiz yok. 7-8 kanallı bir televizyonunun olduğunu ifade etti. İçerisindeki kanallar muhtemelen hükümete yakın kuruluşların kanalları. Bizim göndermiş olduğumuz birçok mektubun kendisine verilmediğini fark ettik. İletişim yasağının kaldırıldığı OHAL sürecinden sonra bile kendisinin bize yolladığı mektupların bize verilmediğini anladık. Kitaplar konusunda ortak kütüphane kullanımı vardı İmralı’da. Belli süreçlerde Sayın Öcalan kendi kitaplığını oluşturmuştu. Ancak kendi kütüphanesine ulaşamadığını, toplu kütüphaneden kitap alabildiğini öğrendik.
“Bu destan aşk hikayesi olarak anlatılır. Halbuki Cizre Beylerini okuyan herkes bilir ki bu bir demokratikleşme sancısıdır. Bu sancı hala günceldir. Hala demokratikleşebilmiş bir toplum yaratılamamıştır. Bu sancı devam etmektedir”
Bizim Cizreli olmamızdan kaynaklı mevcut Cizre Beyliği’ni, Cizre Mirleri’ni okuduğunu, çok etkilendiğini, çok derin ve tarihsel olduğunu aktardı. Bununla ilgili de “Mem û Zîn” destanını örnek vererek, “Bu destan aşk hikayesi olarak anlatılır. Halbuki Cizre Beylerini okuyan herkes bilir ki bu bir demokratikleşme sancısıdır. Bu sancı hala günceldir. Hala demokratikleşebilmiş bir toplum yaratılamamıştır. Bu sancı devam etmektedir” dedi. Bunun üzerine kitap okuyabildiğini anladık. Bunun ne sıklıkla değiştiğini bilmiyoruz.
İmralı’da bulunan tutsakların iç görüşmeleri sağlanıyor mu? Mevcut tecrit koşullarında ortak bir metin nasıl oluştu?
Biz metinde imzalar olması bağlamında ve diğer 3 müvekkilimizle görüşemediğimizi kendisine ilettiğimiz zaman Sayın Öcalan diğer 3 müvekkilimizle günlük spor ve ortak alan üzerinden görüştüğünü, kendilerinin iyi olduğunu, ailelerine ve kamuoyuna selamları olduğunu bize belirtti. Bu şu demektir, günün 1 saatini beraber geçiriyorlarken hala günün 23 saati tek başınalar. 23 saatini tek başına geçiren bir Sayın Öcalan var. Toplum bu süreci “Öcalan’ın tecridi bizim tecridimizdir, toplumsal tecrittir” diye tanımlıyor. Sayın Öcalan’ın geçmişte yaptığı savunmalarda da şahsıyla beraber Kürt sorunundaki çözüm iradesinin, Kürt halkının tecrit edildiğini belirtmişti. Biz bir kez daha kendi içerisindeki denklemin tekrarlandığını gördük. Mevcut 7 maddenin ortaklaşması da kısıtlı görüşmelerin sonucu olarak ortaya çıktı.
Bu metin ilk defa Sayın Öcalan’ın şahsi imzası üzerinden değil, İmralı’da bulunan tüm tutsakların imzasıyla deklare edildi. Sayın Öcalan’ın bu noktada “Biz hata yapmayacağız. Herkes ders çıkarmalı. Herkes tarihi iyi okumalı. Herkes samimi olmalı. Siyaset çözüme hazır olmalı, çözüm üretebilmeli” ifadelerinden sonra diğer 3 müvekkilimizle bu ortak metin ortaya çıktı.
Görüşmede hangi konu başlıkları tartışıldı? Böyle bir görüşmenin gerçekleşmesi bekleniyor muydu?
Biz giriş yaptıktan sonra farklı bir bekleme noktasında bekletildik. Sayın Öcalan bizden önce avukat görüş odasına alındı. Sesi ve konuşmaları bizim beklediğimiz odaya geliyordu. Biz odaya girdiğimizde kendisi ayakta bizi bekliyordu. Selamlaştık oturduk. Elinde bizim kamuoyuna duyuru olarak ilan ettiğimiz ve açıkladığımız metin bulunuyordu. Bu metinin anlatımıyla bir görüşme başladı. Yaklaşık 50-55 dakika sürdü bu görüşme. Görüşmenin büyük bir çoğunluğu Sayın Öcalan’ın ‘İmralı Duruşu’ olarak tarif ettiği ve ifade ettiğimiz 7 maddelik başlıkların açıklanması şeklinde gerçekleşti. Bu son 3 yıllık süreçte iki defa aile görüşmesi gerçekleşti. Her iki aile görüşmesi de hukuka uygunlukla değil açlık grevlerinin aratmış olduğu toplumsal, ulusal ve uluslararası basınçla gerçekleşen görüşmeler oldu. Bizim gidişimizin de bundan çok farksız olmadığını var olan açlık grevlerinden ve yaratmış olduğu uluslararası yankılardan bağımsız değildir.
Sayın Öcalan’ın elinde bir metinle gelmiş olması bu metnin kamuoyuyla paylaşılması noktasında bir irade göstermesi gidişimizden, açlık grevleri sürecinin geldiği noktadan haberdar olduğunu, bunu öngördüğünü gösteriyor. Bu görüşmenin içeriği noktasında sağlığının, koşullarının, mevcut olan durumun, hukuksal tecride alındığını üzerinden de gelişti. Aynı zamanda diğer 3 müvekkille görüştürülmediğimizi, 4 avukat başvurup 2 avukat götürülmemizi de kendisine belirttik. Kendisinin bu görüşme çerçevesinde ortaya koyduğu tablo somut olarak bizim açıkladığımız metindir. Başlıklara bile baktığımızda Sayın Öcalan 20 yıllık İmralı’daki mevcut duruşu barıştan, demokratik çözümden yana duruşunda bir değişiklik yok aksine kendisinin de tariflediği gibi daha derin daha anlamlı daha tarihsel ve daha çok netliğe kavuşan bir İmralı duruşuyla karşı karşıyayız.
Abdullah Öcalan’ın açlık grevlerine ilişkin değerlendirmeleri nelerdi?
Kendisi 82 dönemindeki duruşunu, grevlere karşı yaklaşımını tekrar hatırlatarak süreci ele aldı. Ve bu noktada var olan grevcilere saygı duyduğunu, tecridin kaldırılması yönünde bir iradelerinin olduğunu ve buna saygı duyduğunu defalarca ifade etti ve çağrısı da metinde okuduğumuz şekilde bir çağrıydı. Bu hususta tabi ki grevcilerin iradesini, grevcilerin talebi esastır. Grevcilerin bu noktada tecridin yalnızca bir aile, avukat görüşüyle sınırlandırılamayacağı noktasındaki çağrıları ve tutumları hususunda greve başlarkenki iradeleri onlara ait olduğu gibi grevi devam ettirme, sonlandırma, değiştirme, evriltme, dönüşüm iradeleri de kendilerine aittir. Nitekim kendileri de bizim açıklamamızdan kısa bir süre sonra kendi açıklamalarını yaptılar. Sayın Öcalan’ın açıklaması, çağrısı net. Bu hususta tabii ki grevcilerin iradesinin önüne geçebilecek bir noktada değiliz. Ki mevcut halde Leyla Güven dahil olmak üzere tüm grevciler tek bir avukat görüşünü veya aile görüşünü yeterli görmeyip Sayın Öcalan’ın yasal haklarının sürekli bir tesisini talep ettiklerinin altını çizdiler.
Bu hususta özellikle biz avukatların önündeki sınırlama, diğer müvekkillerle görüştürülmemiş olmamız ya da görüşmelerin kısıtlı sürmesi, not alış verişlerinin yapılmaması, mevcut açıklamanın bize geç verilmiş olması, grevin çok çok ilerletilmesinden sonra görüşmelerin gerçekleştirilmiş olması, bu görüşmelerin devamına yönelik biz avukatlara ya da siyaseten iktidara bir çağrısı mevcut durumu etkileyen bir noktadır. Tek başına Sayın Öcalan’ın çağrısından azade de değildir. Mevcut durumun hepsini değerlendiren bir açıklama yapıldı. Bu noktada bizler de bu iradeye saygı duymak zorundayız.
Yaptığınız görüşme ile kamuoyuna deklare edilen metin arasında farklılıklar bulunuyor mu? Bu metinle Abdullah Öcalan’ın daha önce deklare ettiği metinler arasında nasıl bir ilişki kurulabilir?
Bu metin direkt kendisinin ve beraberindeki 3 müvekkilimizin imzasıyla yazılmış, bizim orada gördüğümüz, masada elinde bulunan ve aynı şekilde kamuoyuna deklare ettiğimiz halidir. Metnin değiştirildiği tartışmalarını basından izliyoruz. Bizlere basın açıklaması sonrası yöneltilen sorularda da yer aldı. Açıkçası bu, açıkladığımız metne, Sayın Öcalan’ın 20 yıllık duruşuna, 2013-2015 sürecinde kendisinin kamuoyuna doğrudan aktarmış olduğu tutumuna tamamıyla ters çarpıtılan doğru okunmayan, dönemsel yaklaşılan yorumlardır. Sayın Öcalan’ın ifade ettiği gibi metinde 2013 deklarasyonuna atıf yapıyor. Nedir bu Newroz bildirgesine atıf; aslında kendisinin çokça açıkladığı gibi Türkiye’nin demokratikleşmesi, onurlu bir barış ve anayasal çerçevede gerçekleşen bir çözüm. Bu noktada 2013’e atıf yapan, yine aynı şekilde Özal döneminden bugüne 24-26 yıldır aynı barış sürecine atıf yapan bir Öcalan var karşımızda. Bu kadar tarihsel ve derin bir değerlendirme karşısında sığ kalan, yerini bulamayan yaklaşımlar tamamen mevcut görüşmeyi ve Sayın Öcalan’ın duruşunu boşa düşürmeye çalışan yorum ve tutumlardır.
Sayın Öcalan’ın gündeminde İstanbul seçimleri yoktu. Sayın Öcalan’ın gündeminde YSK’nın vereceği bir karar da yoktu. Kendisi bu süreci toplumsal kutuplaşma ve ayrışma süreci olarak tanımladı. Bunun karşısına Sayın Öcalan uzlaşı koyuyor. Demokratik, siyasal, çözüm odaklı bir uzlaşı koyuyor. Hala sorunları tespit edip çözüm geliştirebileceği gücü olduğunu gösteriyor. Bu kadar derin bu kadar geniş sorunların tespit edildiği bir tutuma karşı YSK seçimini, güncel siyaseti, var olan dönemsel tutumun karşısında ne kadar güçlü ve çözüm odaklı olduğunu bize gösteriyor. Bu yorum ve yaklaşımların bir karşılığı olduğunu düşünmüyoruz. En azından müvekkilimizin açıkladığı metin ve bizim kendisi ile yaptığımız görüşmeyi göz aldığımızda böylesi yaklaşımlar manipüle etmektir, çarpıtmaktır ve tamamen Sayın Öcalan’ın iradesini boşa çıkarmaktır.
Metni nasıl okumak gerekir?
Metindeki her bir başlık tek tek ele alınarak değerlendirilmeli. Siyaset, demokratik kamuoyu, kitle örgütleri, basın ve tabii hukukçular tarafından mevcut tecrit halinin ele alınıp tartışılması gerekiyor. Metnin tümüne baktığımızda her bir başlık uzlaşma başlığı, demokratik müzakere başlığıdır. Yanındaki üç arkadaşla beraber kendisinin de çok net ifade ettiği İmralı duruşu başlığı tartışılması gereken önemli bir husus. Biz bu başlığı ele alarak değerlendirdiğimizde diğer başlıkları farklı anlayabileceğiz. Sayın Öcalan’ın Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ile ilgili yaptığı çağrı çok yeni bir çağrı değil. Daha önceki ifadelerinde de Suriye bakımından Anayasal güvenceye kavuşturulması gerektiğini her zaman söylüyordu. 2013 bildirgesinde bahsedilen ‘Eşme Ruhu’ ibaresi Sayın Öcalan’ın “Türkiye’nin hassasiyetlerine duyarlı olunmalıdır” sözünün karşılığıdır. Bir çatışma, saldırı ve savaş hali değil bir çözüm hali belirtilmiştir. Buna örnek olarak şu an Türkiye’nin büyük bir askeri güçle Rojava’yı tehdit ettiğini görüyoruz. Bu tam da Türkiye’nin hassasiyetlerine yapılan vurguyla Türkiye’yi de çözüm noktasına getirme aynı şekilde de var olan yerel demokrasi güçlerine de saygıyı ve bu yapıları tehdit olarak değil bir şans olarak görmeyi içerisinde barındıran bir husus.
Sayın Öcalan’ın kendisinin de altını çizdiği bir husus vardır ki; kendisinin çözüm noktasındaki gücü ve kararlılığı. Birçok kesimden defalarca ifade edildiği gibi Sayın Öcalan bir politik öznedir, önderdir. Dünyada bir çözüm ortaya koyan bir düşünürdür. Sayın Öcalan’ın mevcut duruşu kendisinin de çok net ifade ettiği gibi politik anlamda öznedir, muhataptır. Mevcut olduğu noktada da daha net ve kararlı bir şekilde barış iradesini yenilemektedir. Kendisinin yaşanan 4 yıllık sürece ilişkin “Korkunç şeyler yaşandı. Siyaset bunun önüne geçemedi” ibaresi de oldu. Bu sürece rağmen hala aynı noktada olması değerlidir, anlamlıdır bunu bu şekilde görmek gerekir.
İkinci bir görüşme gerçekleşecek mi?
Sayın Öcalan’ın görüşme sırasında altını çizdiği bir husus var ki o da bir daha görüşüp görüşmememizin bir garantisi olmadığıdır. Biz bunu adaya giderken de biliyorduk. Sayın Öcalan’ın da bize aktardığı bir öngörüsü yok. Biz avukatları olarak bizde de şu an mevcut halde böylesi bir bilgi maalesef yok. Bizler avukatları olarak her hafta yaptığımız gibi geçen hafta da bu hafta da avukat görüşlerinin gerçekleşmesi noktasında başvurularımızı yaptık. Geçen Cuma günü Pazartesi için yapılan aile başvurusu açıklama yaptığımız gün bir cevap alınmamıştı. Bu bir yerde reddedildiği anlamına da geliyor. Biz avukatların başvurusuna da henüz bir dönüş almış değiliz. Biz bugün de görüşmelerin gerçekleştirilmesine dönük yeni bir başvuru yaptık. Yasak kararı varken de, fiili gerekçeler sürdürülürken de, mevcut tecridin OHAL gerekçesiyle devam ettirildiği süreçlerde de bizler ret gerekçesi ne olursa olsun başvurularımızı yapmaktan geri durmadık. Bu saatten sonra da başvurularımızı yapmaya devam edeceğiz.
Abdullah Öcalan’ın her tutsak gibi haklarının olduğundan bahsediyoruz, bu hakların yasalarca korunmasına rağmen bir takım sebeplerle ihlal edildiğini biliyoruz. Birkaç görüş sonrası bu görüşmelerin sonlandırılmayacağının garantisi nedir? Bir hukukçu olarak tutsak görüş haklarının devamlılığına ilişkin hukuki anlamda nasıl bir garanti verilebilir?
Yani zaten hukuksal olarak bir garantiye gerek yok. Zaten Türkiye kanunlarında tutsak bulunan cezaevlerinde olan bir kişinin ailesi ile avukatları ile görüşmesi, iletişim kanallarının nasıl olacağı, cezaevindeki fiziki koşulları, cezaevlerindeki diğer kişilerle görüşüp görüşmeyeceği hususu açıkça yazılıdır. Bunun için bir garantiye bir söze ihtiyaç yoktur. Bu keyfiyettir aslında. Şimdi bu kadar hukuki tespitler, hukuki maddeler ve gerekçeler ortadayken şu ana kadar bizi engelleme halinin kendisi hukuksuz bir tutumdur. Bu noktada hukuksuzluğu devam ettirme politikası maalesef keyfi olarak devlete aittir. Keyfi olarak bundan sorumlu olarak Adalet Bakanlığı’na ait bir durumdur. Bu saatten sonra da hukuk bu kadar açıkken, mesela şu an bir yasaklama kararı yok. Yani 22 Nisan’dan itibaren bize bildirildiği şekliyle bir yasaklama kararı yok ancak bir iki hafta boyunca götürülmedik, 2 Mayıs’ta götürüldük. Ama şu an başvurularıma hala bir cevap almış değiliz. Hukuken bunun bir garantisi var. Götürülmemesi keyfiyettir. Yapılmamış olması hukuka aykırı bir durumdur.
Sayın Öcalan’a ya da İmralı’yla mevcut olan 20 yıllık tarihimizin yani 20 yıllık tecrit tarihinin hukuksal karşılığı biz defalarca söyledik hukuk dışılıktır. İstisnai hukuk yaratmaktır. Kişiye özel hukuk yaratmadır. Keyfi hukuk yaratmadır. Olağanüstü Hali sürekli hale getirmedir. İmralı böyle bir halde bunların toplamı halde işkencedir. İşte bunun karşılığı bu denli açık ve netken hukuken bunların sürdürülebilirliği hali buna karşılık tekabül eder. Ancak bunun değişimi maalesef hukuki gerekçelerle değil, açlık grevleriyle, siyasi ihtiyaçlarla, politik değişimlerle gerçekleşmiştir. Biz bu denklemi çok kez ifade etmeye çalıştık. Sadece kamuoyuyla değil, biz bunu CPT’ye, Avrupa Konseyi’ne, Ulusal ve uluslar arası barolara çoğu yerde ifade etmeye çalıştık. Şimdi bu kadar keyfi, bu kadar siyasi kararlara bağımlı bu denli değişebilen İmralı Cezaevi varken, maalesef bunun garantisini verebilecek hukuki bir pozisyonda değiliz.
Açıklamanızda ‘Bu bir müzakere ve mutabakat metni değildir’ vurgusunu yaptınız. Bu ibareden ne anlamamız gerekir?
Metnin kendisi bu durumu çok iyi bir şekilde ifade etmektedir. Metinde bir devletin imzası bir tutumu yok. Sayın Öcalan ve beraberindeki 3 tutsağın aslında kamuoyuna çağrısıdır. Yani çözüm noktasında, demokratikleşme, Türkiye’nin demokratikleşmesi noktasında, mevcut var olan kutuplaşma ve ayrıştırmanın dönüştürülmesi, değiştirilmesi noktasında toplumsal kaostan çıkışın sağlanmasına dönük bir çağrıdır. Kamuoyuna duyurduğumuz bu çağrı, bir mutabakat, bir müzakere metnine karşılık gelmemektedir. Bu çağrı karşılık bulur mu, bu çağrı buna evrilir mi, bu çağrı sonrası nasıl bir tutum kamuoyunda, demokratik kitle kurumlarında, mevcut iktidarda ya da uluslar arası güçler bakımından nasıl bir yankı bulacak, nasıl bir cevap bulacak göreceğiz hep beraber. Ancak mevcut haliyle hem açıklamanın içeriği hem de maddeler bakımından bakıldığında irade sahibi olan Sayın Öcalan ve beraberindeki tutsaklardır. Bu anlamda bu metnin bir müzakere veya mutabakat metni olmadığını belirtmek gerekirdi ve biz de belirttik.
Abdullah Öcalan’ın avukatı olarak sürece dair öngörüleriniz nelerdir? Neye evrilir?
Yani metnin kendisine baktığımızda, görüşmenin sürecine baktığımızda aslında altını çizmemiz gereken en önemli şey şudur ki; Sayın Öcalan mevcut çözüm pozisyonundan, barışa olan inancından hiç geri atmamıştır. Yani bulunduğu durumunu kendisinin ifadesiyle daha da derin, daha anlamlı, daha tarihsel ve ders çıkararak, hatalarımızı görerek aslında bir çözüm perspektifi sunmaktadır. Yani bu başlıkların her biri Türkiye’nin demokratikleşmesi, müzakere süreci, demokratik müzakere yöntemleri, bu yöntemle beraber varılacak çözümün siyasal bir çözüm ve barışa evriltilebilecek bir çözüm olduğunu ifade etmesidir. Genel olarak baktığımızda Sayın Öcalan’ın hem komplo öncesi barıştaki duruşu, hem de komplo sürecinden sonrası İmralı’da yürütmüş olduğu mücadele, savunmalarda belirtmiş olduğu çözüm iradesi ve sonrasında çözüm süreci olarak tarif edilen bir diyalog sürecinde ifade etmiş olduğu iradesini mevcut haliyle aslında çok daha farklı değil aksine daha net, daha kesin, daha güçlü olduğunu ifade edebiliriz. Kendisinin de ifade ettiği gibi. Ve aynı şekilde kendisi hem kendi durumunu hem Türkiye bakımından hem de Orta Doğu bakımından hem de dünya bakımından aslında bir var olma süreci ve muhataplık süreci olduğunu bizler bir kez daha kamuoyundaki mevcut açıklama sonrası yankılardan çok net bir şekilde gördük.
Kendisi en demokratik müzakereci pozisyonunu, müzakere etme pozisyonunu, sorunları çözme noktasındaki iradesinin daha güçlendiğini defalarca içerisinde ifade etti. Ve bu noktadaki gücünün olduğunu, düşündüğünü, önerilerinin olduğunu ve bu noktada kamuoyuna açıklama noktasındaki bu ilk açıklamanın sonrasında tabi ki devamın gelebileceğine biz mevcut görüşmelerin devam edip etmeyeceğini, nasıl bir karşılık bulacağını açıkçası hep beraber göreceğiz. Ama genel olarak ifade edilmelidir ki, Sayın Öcalan’ın çözüm ve barış pozisyonu azalmamıştır aksine güçlenmiştir.
Son olarak Abdullah Öcalan’ın sağlığı en çok merak edilen konulardan biri. Sağlığı hakkında neler söyleyebilirsiniz?
Sayın Öcalan’ın sağlığı bizim birinci gündemlerimizden, her dönem endişe duyduğumuz, merak ettiğimiz ana başlıklardan bir tanesi. Bunu kendisine sorduğumuzda bize çok net “Benim için sağlık ikinci plandadır. Bir çözüm iradesi göstermek, İmralı’da yaşayabilmek için fiziki sağlığa değil ruhi, zihni sağlığa ihtiyaç vardır. Ben çok gencim. Zihnen de gencim, ruhen de gencim, fizikken de genç hissediyorum kendimi” cevabını verdi. Morali, gücü, kendinden emin duruşu, ses tonu bizim o çok kısıtlı sürede anlayabileceğimiz kadarıyla sağlığı iyiydi. Daha önceki dönemlerde de, avukat ve aile görüşmelerde de vermiş olduğu cevap her zaman bu olmuştur. “Ben fizikken kendimi hapsetmiş olsaydım burada dayanamazdım. Ancak ben ruhen ve zihnen kendimi diri tuttuğum için gencim güçlüyüm ve moralliyim” diyor. Bizim kendi gözlemlerimiz de aynı şekilde iyi göründüğü üzerine. Yayınlanan son fotoğrafa benzer bir şekilde saçlarda beyazlama biraz da kilo verme durumları vardı ancak gayet dinç ve sağlıklı görünüyordu.