Kadim coğrafyanın kelam geleneğini hiçe sayarak en son söylenecek olan sözü baştan söylemek gerektiğini düşünüyorum. Bu konuda en son söylenecek olan sözün en başta söylemesinin gerekliliğiyse ele alacağım konunun nesnel aciliyeti dolayısıyladır.
Konu hem genel hem de öznel durumu itibariyle muhatabına dair net bir belirleme yapılmadan tam olarak anlaşılmayacak kadar karmaşıktır. Mesele ortaya çıkış nedenleri ve esas muhatabını birbirinden ayrı ayrı ele alınmasından kaynaklı, yıllardır bir kangren gibi her geçen gün daha da büyüyerek ilerlemektedir. Oysa muhatabın meselenin tarihinde, yani oluşum, gelişim ve gidişatında oynadığı role, hak ettiği değer ve öneme değinmeden meselenin anlaşılmayacağı ve çözülemeyeceği gün gibi ortadadır. Dolayısıyla muhatabı muhatap almadan söylenecek her sözün anlamsız olacağını düşündüğüm için özellikle en son sözü başa alarak söylemek istedim.
Bu meseleye ne dersek diyelim, meselenin esas sahibi Öcalan’dır. Meselenin oluşum, gelişim ve gidişatının Öcalan’la var olduğu bugün su götürmez bir gerçek olarak durmaktadır. Onları birbirinden ayırmak kalbi bedenden almak gibi bir şeydir. Dolayısıyla Öcalan ile meselenin tarihi iç içe geçmiş ve birbiriyle perçinlenmiştir. Evveliyatı, ortası veya sonrası hiç önemli değildir. Önemli olan geldiğimiz evredir. Bu evre tarih ile güncelin muhteşem alaşımı ve uyumumun da kristalize olduğu bir evredir.
Öcalan meselenin tarihidir
Geldiğimiz evrede Öcalan bu meselenin tarihidir, etkin aktördür ve düşünsel olgusudur. İsterseniz hakikatin bu halini kabul edelim ya da etmeyelim, bu durum nesnel bir durumdur. İstersiniz stigmatize edelim istersiniz yüceltelim, onun bu özgün hakikati inkâr edilemeyecek kadar açık ve berrak bir şekilde ortada durmaktadır. Bazılarımız sırtını çevirebilir ama bu onun var olmadığı anlamına gelmeyecek, yüzünüzü dönüp baktığımızda o hakikatle ansız tekrar yüzleşmek zorunda kalacağız. Öcalan bir hakikattir ve bütün meseleyi bu hakikat üzerinden tartışmak durumundayız. Öcalan bir hakikattir dediğimizde varoluşsal mefhumuyla sınırlı bir beşeriyet varlığından bahsetmiyoruz. O ölçülebilir bütün olgularla etkin bir öznedir, kendi tarihinin bizatihi yaratıcısı olduğu gibi sürdürücüsüdür de.
Bir yanıyla sürekli düşünen, kuramla kelam arasında söz kuran, kurduğu her sözü sözün kendi icabı çerçevesinde inşa edebilendir. Öcalan hem sosyo-kültürel hem de sosyo-politik bağlamda siyaset kurumu üzerinden kalıcı etki bırakan nadir bağımsız aktörlerden biridir. Bütün bunları herhangi bir kurum ve devletin organik herhangi bir desteği olmaksızın başaran bir aktördür. Ayrıca Öcalan’dan bahsederken her şeyden önce yeni bir toplumsal ve düşünsel ekolden de bahsediyoruz demektir. Son yarım yüzyıla yakın bir süredir coğrafyamızda belki de en çok adı anılan ve konuşulan o olmuştur. Sevenleri olduğu kadar nefret edenleri de olan Ortadoğu’nun yaşayan önemli düşünce ve siyaset bilimcisidir. İsterseniz bir kahraman veya düşünür olarak sevin, isterseniz ötekileştirmenin en ucu olarak nefret edin, o bir hakikattir. Dolayısıyla altını özellikle çizmek istediğim bu hakikat, karşıtların bütün algı yönetimleri, propaganda ve ajitasyon faaliyetlerini aşan olgusal bir hakikate denk düşmektedir. Bu hakikati göremeyen hiç kimse ne Öcalan’ın son olarak verdiği beyanın, ne de daha önce ciltler dolusu kitaplarında söylediklerini anlayabilir. Onun için bu hakikatin sihirsiz aynasına bakarak hem meseleyi bütünlük anlayabilir hem de Öcalan’ın söylediklerini kavrayabiliriz. Bu bağlamda kendi külliyatının bütününe bakmak hepimiz için yararlı bir izahat yolu olacağı muhakkaktır.
Tek çözüm diyalogdur
Bugüne kadar çok az uluslararası bilim insanı ve siyasetçinin cesaret ettiği bu konunun tek çözüm yolu muhatapları arasındaki diyalogdur. Çağın teknolojik donanımına ve düşük yoğunluklu çatışma doğasına bakıldığında askeri olarak hiçbir tarafın başarılı olma şansı yoktur. Dolayısıyla geriye kalan tek seçenek diyalogdur. Bu da ancak çatışan tarafların diyaloga ikna olmalarıyla mümkündür.
Kronik bir hale dönüşmüş olan bu meselenin, dünyanın bütün benzer deneyimlerini yaşamış örneklerinde olduğu gibi, çatışma çözümlemeleri doğrultusunda sonuçlanacağı muhakkaktır ama bunun olabilmesi için önce tarafların rızası ve güven tesis edici üçüncü bir gözün mevcudiyeti hayati öneme sahiptir. Bu olmadan görüşmelerin veya müzakerelerin başarıya ulaşma şansı ne yazık ki oldukça düşüktür. Nitekim açılım süreci olarak bilinen Türkiye barış süreci bu sebeplerden ötürü sekteye uğramıştı. Bunu yanı sıra en önemli adımlarından biri de muhataplık meselesidir. Bu mesele, muhatabı kabul etme olgunluğunu gösterme hususudur ve mevcut çatışmaların nihai bir çözüme evirilmesi için hayati önem arz etmektedir. Sorunun esas çıkış nedeni kadar önemli olan muhataplık meselesi, çatışma kültüründen azade bir şekilde ele alınıp olgusal bir hakikat olarak idrak edilirse, çözüm yollarının sanıldığından daha kolay açılacağı görülecektir. Bu bağlamda Kürt meselesi olarak cereyan eden bu devasa Türkiye sorunun nihai çözüme kavuşmasının, taraflar arasındaki müzakerelere bağlı bir süreç olduğunu herkesin bildiği ama kimsenin idrak etmek istemediği bir hakikattir. Dolayısıyla sekiz yıl sonra avukatlarıyla görüşebilen Öcalan’ın ilk mesajı devam eden çatışmaların çözümü için muhatabın kendisi olduğunun özellikle altını çizmiştir.
Sekiz yıl sonra sesleniş
Sekiz yıl boyunca katı bir tecride tabii tutulan birinin ilk görüşmede sağduyu ve hassasiyete çağrı yapması hayati öneme sahip yapıcı bir beyan ve duruştur. Sekiz yılın ardından dünyaya açılan ilk pencereden dışarıya barışı seslenişi mevcut çatışmaların çözümüne dair net bir adım ve tavır olarak okunmalıdır. Üstelik bu tavır salt dönemsel bir barış ve diyalog duruşundan ziyade, ilkesel ve temel bir hedef yahut nihai nokta olarak da ayrıca önem taşımaktadır. Dolayısıyla 200 günü geride bırakan açlık grevleri direnişlerinin sonlanmasını zikir etmesinin çok ötesinde bir adımdı son çağrısı.
Türkiye barışı için kıymetli olan bu adımın ciddi bir biçimde karşılık bulması her zamankinden daha acil bir çağrıdır. Kendi cenahının yegane muhatabı olan Öcalan’ın hem Türkiye barışının inşası hem de Rojava ve Suriye’deki çatışmaların nihai bir çözüme kavuşması için işaret ettiği istikamete bir an önce gidilmesi gerekir. Lakin bu istikametin önemli koordinatlarından biri de çağın çatışmacı, ırkçı ve faşizan gidişatının bu coğrafyada durmasının da sırlarını taşımaktadır. Çünkü o adres yeni bir ortak değerler merkezinin adresidir ve belirli bir kültürel unsuru, etnisiteyi veya ulusu önceleyen ve kutsayan nitelikte değildir. Bütün bunlardan azade yeni bir yaşam manifestosudur. Birlikte yaşamanın temel ilkeleri olarak barış, çoğulculuk, demokrasi, sekülerizm ve ulus-üstü ortak bir vatanı önceleyen yeni bir paradigmadır.
Toplumsal tecridi kırmak
Öcalan’ın kendisine dair muhataplık beyanı, bu barışçıl paradigmanın hayat bulması için önemli bir işarettir. Eğer bu işaret aklıselim bir şekilde okunursa hem yeni çözüm yolları bulunacak hem de çatışmaları ortaya çıkaran birçok neden ortadan kalkacaktır. Aksi takdirde çatışmaların devam edip toplumsal vicdanın daha da körleşmesine yol açan yeni kötülükler ortaya çıkacaktır. Bu olası yeni kötülüklerin önüne geçmek için hem önlem alıcı hem de çatışma çözümleyici bu işaretleri mutlaka ciddiye almalıyız. Çünkü bunun ilk adımı Türkiye’nin iç dinamiklerinde başlayan toplumsal tecridi ortadan kaldırmak ve bunun üzerinden Türkiye’nin içine çekildiği tecrit çemberini kırmak olacaktır. İçerde normatif hukukun yeniden tesisi, dışarıda zedelenen genel imaj ve temel olguların onarılmasına vesile olacaktır. Böylece yoruma açık olan yeni bir anayasa çerçevesini tartışmaya açmak yaratıcı birçok toplumsal gelişiminin önünü açacaktır. Böylesi bir temel çerçeve hem toplumsal manada hem de siyasi bağlamda Türkiye’nin hem iç hem de dış dinamiklerinin aktifleşmesine büyük bir katkı sunacaktır. Bu katkının en önemli sosyal ve siyasal katalizatörlerinden biri de hiç şüphesiz Kürt hareketinin lideri Öcalan’dır. Dolayısıyla Öcalan’la kurulması gereken ilişkinin biçimi mevcut devlet aklının tutulmuş halinin dışında olmalıdır. Küresel bütün soysal ve siyasal denklemleri okuyan ve Ortadoğu’daki gelişmeleri kapsayan bir içeriğe sahip olmalıdır bu akıl.
İç barış ve bölgesel barış
Ancak çağla yapıcı bir ilişki kurabilen, çoğulcu, demokrat ve barışçıl bir akla öncülük edebilen bir muhatapla bu mümkündür. Bu hakikat hem iç barışın tesisi hem bölgesel barışın inşası için acil bir eylem planı niteliği taşımaktadır. Onun için kazanan bir Türkiye’nin, kazanan bir Ortadoğu ve kazanan bir dünya hayalinin gerçeğe dönüşeceği yegane olgusal hakikat öncelikle iç barışın inşası ve dünyayla evrensel ölçekte güçlü bir bağın kurulmasından geçtiğini idrak etmek zorundayız. Bu hakikati anlamama halinin dışavurumu yıllardır içinde debelenip durduğumuz çatışmalar yumağının yıkıcılığından başka bir şey değildir. Lakin bugün bile o yıkıcılığın ürkütücü maskeleri ruhumuzun üzerine ne tür bir hiddetle çöktüğünü her nefeste hissedecek kadar yakınız. Kanlı rüyalardan kanlı hayatların mecazi maskelerine dönüşen bu korkulu yıkım oyunlarını sonlandırmak, geleceğin çehresini değiştirecek yeni bir mesaj olarak okunursa bunu başarmak çok zor olmayacaktır. Çünkü her gün daha yoğunlaşan çatışma ve savaşlar bir yandan umutlarımızın düşüşüne diğer yandan da insanın varoluşsal gayretini ne denli bir dekadansın içine sürüklediğine tanıklık ediyoruz.
Barışçıl aktörlerin rolü
İnsanlığın sıradan varlık halleri bile artık çürüme düzeyine dönüşmüş durumdadır. Dolayısıyla yerkürenin ekseriyetinde cereyan eden çatışma ve savaşların insan ve doğayı içine sürüklediği çürümenin ne kadar şiddetli bir yıkım olduğunu hep birlikte görüyoruz. Toplumların içine girdiği ruhsal boşluk, ahlaki ve etki çöküşün süreklileştiği ve insanın umutsuzluğa itildiği bir çağda doğru söz kurmak ve eylemde bulunmak bir erdemdir. Hayatın her evresine hakim kılınmak istenen bu umutsuz gidişatın aynı zamanda aydınlanmanın ruhuna ve fikrilerine karşı kategorik bir saldırı olduğunu kanıksayan az düşünürlerden biridir Öcalan. Dolayısıyla çok uzun bir zincirin halkalarından biri olan ülkemizdeki mevcut çatışmalar paranoyası, komşu ülkelerdeki sıcak savaşların ortaya çıkardığı yıkımın önüne ancak Öcalan ve onun gibi küresel barışçıl aktörlerin cesur çıkışlarıyla geçilebilir ve zamanla onurlu bir halklar sözleşmesine evirilebilir.
Bu genel çerçeveden hareketle, Öcalan eksenli bir müzakere ve çözüm arayışı hem Türkiye’nin içinde bulunduğu çatışmalı ortamın sonlanmasına yol açabilecek hem de Suriye’deki savaşın kontrol edilebilir bir krize evirilme olanağını ortaya çıkacaktır. Unutulmamalıdır, halklar kendi kadim değerlerine dil uzatılmasına, topraklarından kovulmasına, din, dil ve kültürel saldırılara, iradelerine el konulmasına asla sessiz kalmazlar. Çünkü sessizlik umut ışıklarının ölümü demektir. Ve hiçbir halk içlerindeki umut ışığının ölmesine asla izin vermez, vermemiştir, bir de eğer bu umudu büyüten bir düşünce ve iradi güç arkalarında varsa… Umudun kapısını halklara ilk açan o oldu ve bu umut hem onun için hem de halklar için gün be gün büyük bir barışın imanına dönüştü. Hem onu hem de halkları büyüten bu büyük barış inancı, “ebedi barış” sözü kadar yücedir. Öcalan’ı anlamak barış, anlamamak savaştır!