Yazılarıma isabetsiz eleştirilere, uzun zamandır cevap vermiyorum. Ama isabetli eleştirileri de gözümü kırpmadan kabul ediyorum. Buna karşılık yanlış bulduğumu da eleştiriyorum. Ancak görüşlerine önem verdiğim bir arkadaşım, “yanlış bulduğun yazarın ismini vermen iyi olmuyor, çünkü sen ismini verdiğini değil onun yazısında yanlış bulduğun düşünceyi eleştiriyorsun” dedi. Haklı. Bu yazıda onun dediği gibi yapacağım. Yazarın kendisinde bir yanlışlık yok, yazdığı bir cümle yanlış.
Bazı sosyalistler ve aydınlar Kürt özgürlük hareketinin “Öcalan’a özgürlük” kampanyasını tereddütle karşılıyorlar ve açıkça olmasa bile kimileri satır aralarında eleştiriyorlar. Bu eleştirileri yapanlar, “Öcalan’ın özgürlüğünün diğer gündemlerle ardışık bir ilişkiye sokulmasını, önce o sonra bu diye bir sıralamaya tabi tutulmasını siyasi ve ahlaki” bulmuyorlar. Eğer gerçekten öyle yapılıyorsa ne siyasi ne de ahlakidir. Acaba öyle mi yapılıyor? “Öcalan’ın özgürlüğü gündemin birinci sırasındadır, Kavala, Demirtaş gibilerinin ise alt sıradadır” dendiğini duyan var mı? Ya da “şimdi asgari ücret için gösteri yapmanın sırası değil, Öcalan’a özgürlük mitingi yapın” türünden bir tuhaflığa şahit oldunuz mu? Birisi böyle bir sıralama yapsa ben itiraz ederim. “Siyaseten ve ahlaken” doğru bulmam. Herkesin özgürlüğü, herkesin karnının doyması birinci sıradadır çünkü.
Ama sorunumuz insanların özgürlüğünü ya da açlığını birinci sıraya koyup koymamak değil. O insanların özgürlüğünün ve karnının doymasının neye bağlı olduğunu göstermek. KÖH “hepimizin ve halkın özgürlüğü, karnının doyması Öcalan’ın özgürlüğüne bağlıdır” diyor. Sanırım itiraz eden yok. Öcalan çözümün muhatabı olduğu sırada Kavala da, Demirtaş da özgürdü. İnsanlar müreffeh olmasa da aç değildi. Demek ki Öcalan’ın bırakalım özgürlüğünü, tecritte olmadığı bir zamanda bile nicemiz özgürdük ve nisbeten toktuk. Şimdi çoğumuz hapiste ve herkes aç. Demek ki, Kavala ya da Demirtaş şimdi özgür olsa, onların özgürlüğü kesinlikle hepimizin özgürlüğü olmayacak, çoğumuzun olduğu gibi adı geçenlerin de yeniden tutuklanması Erdoğan’ın iki dudağından çıkacak emre bağlı kalacak. Diyelim bastırdık, asgari ücretlere zam yapıldı. Az sonra kaşıkla verilen kepçeyle alınacak. Ama Öcalan bir kere İmralı kapısından çıksın, bir daha hiç kimse Öcalan’ı tutuklayamayacak. Kürt halkına sorun, “asla bir daha fırsat bile vermeyiz” diyecektir. Öyle olunca bir çoğumuz o sırada hapiste olsak bile, Öcalan’ın fiilen başına geçtiği Konfederal devrimci süreç, bütün zindan kapılarını kıracak. Savaş duracak ve açlar doyacak.
Yani “Öcalan’a özgürlük” sloganının içinde “Kavala’ya, Demirtaş’a, tüm tutsaklara özgürlük, halka ekmek” ve benzeri sloganlar mündemiçtir. Demek ki, “Öcalan’a özgürlük” sloganı temel gündemdir derken, “Kavala’nın ve Demirtaş’ın özgürlüğü” ya da halkın ekmeği arka sıralardadır demiş olmuyoruz.
Tam tersine: İnsan özgürlüğü söz konusu olduğu zaman “maksimalist” olmalıyız. “Herkesin özgürlüğü için Öcalan’a özgürlük“ demeliyiz. “Herkese ekmek için Öcalan’ın özgürlüğü” demeliyiz. “Minimalizm” ya da “özgürlük taleplerinde gerçekçi oportünizm” tam da Türk devletinin bizi sıkıştırmak istediği yerdir.
Bir an “Öcalan’ın özgürlüğünün diğer gündemlerle ardışık bir ilişkiye sokulmasını, önce o sonra bu diye bir sıralamaya tabi tutulmasını siyasi ve ahlaki bulmayanlardan” oluşmuş bir heyeti devletle müzakerede görevlendirmiş olun. Bakın neler olur.
“Biz Öcalan’ın özgürlüğünü diğer gündemlerle ardışık bir sıraya koymuyoruz, hiç kimsenin özgürlüğünü bir diğerinin önündeki sıraya yerleştirmiyoruz, mesela biz ‘hem Öcalan özgür olsun, hem de Kavala ve Demirtaş özgür olsun’ diyoruz” diyen kişiye devlet şöyle bir bakar ve “biz sizinle anlaşmak istiyoruz, kabul edersiniz ki isteklerinizin tümüne evet diyemeyiz, ama aralarına bir ardışık sıra koymadığınıza göre, talebinizin üçte ikisini kabul ediyoruz, Kavala ve Demirtaş’ın özgürlüğünü sağlayacağız” derse…
Ne diyeceksiniz? “Olmaz” derseniz “Öcalan’ın özgürlüğünü”, sizin tabirinizle ilk sıraya kendiliğinden koymuş olursunuz. “Olur” derseniz, Öcalan’ın üzerinden tıpkı devletin PKK’yle yapmak istediği pazarlık gibi “siyaseten ve ahlaken” uygunsuz bir duruma düşersiniz.
Ya da “sınıf eksenli” konuşalım: Gündemimizi “sıralamamak” adına “Öcalan’a özgürlük, asgari ücrete zam” diyelim. Durum aynen yukarıdaki gibi olacaktır. Ya devletin Öcalan’ın İmralı’da kalması karşılığında vermeye razı olduğu “asgari ücreti” reddedeceksiniz, o zaman “Öcalan’a özgürlük” gündemini siz ilk sıraya koymuş olacaksınız, ya da asgari ücreti Öcalan’ın özgürlüğünün reddedilmesine rağmen cebinize koyup, pek de ahlaklı bir iş yapmamış duruma düşeceksiniz.
Denebilir ki, devletten bu yöntemle parça parça tavizler elde ederek Öcalan’ın özgürlüğüne de ulaşabiliriz? Böyle bir mantık politik amaç, mesela devrim için mücadele ederek reformist tavizler koparma yöntemi bakımından akla uygundur. Yeter ki bu koparılan reformist tavizler adına politik amaçtan yani devrimden vazgeçmeyesiniz. Hatta “reformlarla sosyalizme ulaşabiliriz” diyen bir reformisti bile anlayabiliriz. Eğer ortada devrimci kalmamışsa, bu reformistin reformlar elde etmesini uzakta duran sosyalizm bekleyebilir.
Ama çeyrek asırdır zindanda olan bir insandan söz ediyoruz. Devletten taviz kopara kopara, bugün on kişiyi, yarın yüz kişiyi zindandan kurtara kurtara kaç yıl sonra Öcalan’ın özgürlüğüne varacağız? Zindandaki insan da Kürt halkı da, tüm Ortadoğu halkları da bekleyemez. Kavala’ya ya da Demirtaş’a özgürlük, asgari ücrete zam vb talepler ile Öcalan’a özgürlük talebi asla devlete birlikte sunulamaz. Devlete bir gün onu, ertesi gün bunu özgürlüğe kavuşturarak halkta “beklenti” yaratma ve bu yolla zaman kazanma fırsatı verilemez. O nedenle her türlü devlet pazarlığına kapalı bir sloganı ana gündem yapmalıyız: Öcalan’a özgürlük, hemen şimdi…
Konunun ahlaki boyutunu yazdım. Gelecek yazıda siyasi bölümünü yazacağım.