Avukat Özgür Erol, İmralı tecridini ve ulusal birlikten Kuzey-Suriye denklemine Öcalan’ın fikirlerini değerlendirdi
Elif Aydoğmuş
PKK Lideri Abdullah Öcalan ve İmralı’da bulunan 3 tutuklu üzerindeki ağırlaştırılmış tecrit politikası devam ediyor. 8 Kasım 2018 tarihinde Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Eşbaşkanı ve HDP Milletvekili Leyla Güven öncülüğünde başlayan açlık grevi eylemleri binlerce tutuklunun da dahil olmasıyla 200 gün sürdü. Kamuoyunun da yoğun baskısı sonucu PKK Lideri Öcalan ile avukatları 8 yıl sonra ilk defa 2 Mayıs’ta görüşme sağladı.
İktidarın görüşmelerin devamlılığını sağlamayacağını düşünen açlık grevindekiler eylemlerine son vermedi. Eylemcilerin bu tutumu karşısında o dönem MHP Genel Başkanı Bahçeli, PKK Lideri Öcalan için “Bana sorarsanız avukatıyla görüşsün” derken, Adalet Bakanı Abdülhamit Gül’e ise basına açıklama yaparak şunları söylemişti: “Daha önce verilen kısıtlama kararları söz konusuydu. Bu kısıtlama kararları kaldırıldı.” 22 Mayıs’ta bir kez daha avukatların İmralı’ya gitmesiyle Öcalan’ın çağrısı üzerine açlık grevleri sona erdirildi. Bu görüşme ardından 12 Haziran, 18 Haziran ve 7 Ağustos tarihlerinde de Öcalan avukatlarıyla görüştü. Ancak o tarihten bu yana PKK Lideri Öcalan üzerindeki ağırlaştırılmış tecrit devam ediyor ve avukatların başvurularına yanıt verilmiyor. Sürdürülen tecrit politikasının neden ve sonuçlarını Öcalan’ın avukatı Faik Özgür Erol gazetemize değerlendirdi.
‘Tecrit siyasi ve idari karardır’
Özgür Erol, 8 yıl sonra gerçekleşen avukat görüşmesi ve 3 yıl sonra gerçekleşen aile görüşmelerinin anlamının altını çizerek, “Bu görüşmelerin gerçekleşmesinde kuşkusuz açlık grevi ve ölüm orucu eylemlerinin yarattığı sosyal dinamizmin etkisi büyüktü. Ancak diğer bir önemli etken de mevcut siyasi iktidarın Ortadoğu siyasi denkleminde Kürt sorunundan kaynaklı yaşadığı sıkışmaydı” diye belirtti.
Öcalan üzerindeki ağırlaştırılmış tecridin ne evrensel hukukta ne de iç hukukta bir karşılığının olmadığına vurgu yapan Erol, “Türkiye ve üyesi olduğu Avrupa Konseyi sınırlarında sekiz yıla yakın bir süre avukat sokulmayan bir hapishane duyulmuş mudur? Ya da aile ziyaretinin birkaç yılda bir yapılabildiği bir cezaevi? Elbette tecridin bu kapsamı siyasi bir tercihe ve idari bir karara dayanıyordu. Siyasi ve idariydi ancak hukuksal hiçbir yönü yoktu” diye konuştu.
Erol şöyle devam etti: “7 Ağustos’tan bu yana görüşmelerin yeniden engellenmesi de demokratik siyaset yerine, çatışmacı siyaset tarzının benimsenmesinin ürünüdür diye düşünüyorum. Türkiye siyaset ve hukuk sisteminin anlaşılması için İmralı Cezaevi 20 yıllık bir ölçü oluşturur. Çok büyük sözlere, derin arayışlara gerek yok. İmralı’da yapılan avukat görüşmelerinin hukuksal durumu Nisan 2019’da değiştirilmişti. 2016’dan bu yana Hakimlik kararıyla uygulanan avukat görüş yasağı, bu tarihte yine Hakimlik kararıyla kaldırılmıştı. Adalet Bakanı Abdülhamit Gül’ün “görüşmelerin önünde engel yok” söylemi de bu karar değişikliğine dayanıyordu. Bununla birlikte sonrasında gerçekleşen beş görüşme de dahil olmak üzere hiçbir dönem görüşmelerin periyodik devamlılığının sağlanacağına dair kesin bir kanaatimiz olmadı. Sayın Öcalan’ın da böyle bir öngörüsü yoktu. İmralı tecrit sistemi de her dönem hukuki belirsizlik ve öngörülemezlik sınırlarında bırakılmıştır.”
Enerjiyi açığa çıkaracak siyaset
Öcalan’ın söz konusu görüşmelerde avukatları aracılığıyla kamuoyuna gönderdiği mesajları da hatırlatan Erol, “İçerik olarak bu mesajların en önemlisi 6 Mayıs tarihinde kamuoyuna açıklanan yedi maddelik deklarasyondu. 2013 yaklaşımı ve duruşunun, sonraki iki yılda Türkiye’de yarattığı ortam, enerji ve umudu herkes bilir. 2015’in ortasından itibaren gelişen tecrit ve çatışma ortamı ise toplumda derinleşen kutuplaşma ve ayrışma halini yarattı. Öcalan bunu gözlemlemişti ve bu durumun her toplumsal kesimi zayıf, güçsüz düşürdüğü kanaatindeydi. Savaşa, şiddete, kutuplaştırmaya dayalı siyaset, kelimenin tam anlamıyla siyaset-dışılıktır, siyasetin mahvedilmesidir. Toplumun, toplulukların sorunlarını çözme gücünü çalmaktır. Kanımca Mayıs’tan itibaren görüşme ve mesajlarıyla yapmaya çalıştığı şey, bu ülkenin sorunlarını yine bu ülkenin insanlarının çözebileceğine dair umut ve enerjiyi açığa çıkaracak, gerçek, barışçıl ve demokratik bir siyaset tarzını gündemleştirmekti.”
Kürt-Türk düşmanlığı yaratılmamalı
PKK Lideri Öcalan son avukat görüşmelerinde Türkiye, Kürtler ve Ortadoğu sahasında en yakın ve tehlikeli gerilimin Kuzey Suriye’ye dönük yaşanacağına dair öngörüsünü dile getirmiş ve bu konuda Türkiye’nin de hassasiyetlerinin dikkatle ele alınması gerektiğini belirtmişti. Avukat Erol Öcalan’ın yazılı mesajlarında da Kuzey-Doğu Suriye konusunu önemle işlediğine vurgu yaparak şunları söyledi: “İlk andan itibaren Suriye’deki sorunların çatışma kültüründen uzak durularak çözülmesi çağrısı böyle bir öngörünün ifadesiydi. Bunun için uzun uzun Türk-Kürt tarihi ve ilişkilerini anlatarak, buna doğru ve tutarlı yaklaşılmasını istiyordu. Ortadoğu coğrafyasında çok uzun zamandır bir biçimde birlikte yaşayan Türkler, Kürtler ve diğer topluluklardan herhangi biri kaybederken bir diğeri kazanan bir tarihsellik ve toplumsallık sergileyemiyor. Bu hal Ortadoğu’da bir yandan birbirine bağlı, iç içe geçmiş toplumsallıklara, diğer yandan bir arada yaşamayı beceremeyen, çatışan, insani, siyasi ve ekonomik kayıplara yol açan bir duruma yol açıyor. Öcalan, imkan olursa Suriye’deki sorunların çözümünde pozitif rol oynayabileceğini de ifade etmişti. Suriye’deki Kürtler ve diğer toplulukların temel haklarının yerel demokrasi perspektifinde anayasal güvenceye alındığı bir çözümü vurguluyordu.
Abdullah Öcalan’ın daha önce olduğu gibi son avukat görüşmelerinde de özellikle üzerinde durduğu başlıklardan biri yaratılmak istenen Kürt ve Türk düşmanlığının önüne geçilmesi ve iki halk arasında sağlanması gereken “onurlu barış” vurgusuydu.”
Öcalan’ın tuzak uyarısı
Erol Öcalan’ın barış ve demokrasi arayışını ifade ederken kendisine uygulanan yirmi yıllık tecridin de bugün yaşanan savaşlarla ilgili olduğunu ifade ettiğini belirterek şöyle devam etti: “7 Ağustos’taki son görüşme gündeminin “devlet aklı” olması bu açıdan önemliydi. Yıllardır Kürt sorununun çözümünün çatışma ve savaşla olamayacağını rasyonalite ve hakikat ile görebilecek bir devlet aklına vurgu yaptığını ancak bunun karşılık bulmadığı inancındaydı. ‘Olacak akıl işi değil’ diye ifade ediyordu. Öcalan, Türk-Kürt çatışmasının büyük bir tuzak olarak kurulduğunu, bu tuzağa da Türkiye’nin düşmemesi gerektiğini defalarca ifade etmişti.”
Öcalan’ın bu çağrısı ardından görüşmelerin yeniden kesildiğini hatırlatan Erol, “9 Ekim’den itibaren Kuzey-Doğu Suriye’de başlayan saldırı, çatışma, insani kayıplar ortada. Çatışmayı kısmen durduran, her iki tarafla da görüşmeler yürüten, mutabakatlar imzalayan güçler de ortada: ABD ve Rusya. Şimdi, bu andan itibaren, yaşanan savaş ve çatışma halinden kimlerin kazançlı çıktığını düşünebiliriz? Öcalan’ın başından beri tuzak diyerek uyarmaya çalıştığı durum, tam da buydu diye düşünüyorum. Ancak siyasi ve idari irade başka bir mecraya yönelmeyi, çatışmacı ve imhacı bir tarzı esas almayı tercih etti. Bu durumun Türkiye’nin siyasetine, demokrasisine, ekonomisine, diplomasisine, sosyalitesine kazandırdığı düşünülemez” şeklinde ifade etti.
İmralı duruşu çözüm duruşudur
Öcalan’ın mesajlarıyla İmralı duruşunu ifade ettiğine değinen Erol, “Bu duruş, Kürt sorunu başta olmak üzere yakıcı toplumsal sorunların siyaset, müzakere-diyalog, akıl, bilim ve kültürel güç araçlarıyla çözümüne odaklanmaktadır. Bunun dışında bir rolünün olamayacağını da sıklıkla ifade ederek, uzun tecrit yılları ardından kendi durduğu yeri açıklıkla kamuoyu ile paylaştı” şeklinde konuştu.
‘Ulusal birlik birincil gündemi’
Öcalan’ın mesajlarıyla İmralı duruşunu ifade ettiğine değinen Erol, “Bu duruş, Kürt sorunu başta olmak üzere yakıcı toplumsal sorunların siyaset, müzakere-diyalog, akıl, bilim ve kültürel güç araçlarıyla çözümüne odaklanmaktadır. Bunun dışında bir rolünün olamayacağını da sıklıkla ifade ederek, uzun tecrit yılları ardından kendi durduğu yeri açıklıkla kamuoyu ile paylaştı” şeklinde konuştu. ‘Ulusal birlik birincil gündemi’Türkiye’nin 9 Ekim’de Kuzey-Doğu Suriye’ye yönelik başlattığı saldırılar ardından Kürt siyasi partileri arasında ulusal birlik görüşmeleri hız kazanırken Kürt halkı da ulusal birlik çağrılarını sürdürüyor. Kürt ulusal birliği hemen her dönem Öcalan’ın birincil gündemlerinden biriydi. Avukat Erol, her bölgeden Kürtlerin katılacağı ulusal kongre önerisinin de Öcalan’a ait olduğunu ifade ederek, “Bunun için her türlü siyasi grup ya da parti çıkarlarının üstünde, Kürtlerin ortak çıkarları, yaşadıkları ülkelerde demokratik birliktelik ve hukuksal haklarına odaklanmış bir araya gelişini Sayın Öcalan her zaman önemsedi. Kürtlerin parçalılığı, güçlü bir biçimde inşa edilemeyen Kürt kültür ve tarihi karşısına her dönem çıkarılan bir projeydi. Ve bu parçalılık tarihsel olarak çoğunlukla aileci, aşiretçi, kabileci ayrımlardan beslendi. Bu ayrımlar her seferinde Kürtlerin bir kısmının bölgesel güçlere eklenmelerine yol açtı. Güçsüz kılan, güçsüzleştiren bir durum. Sayın Öcalan bu tarzın ve parçalılığın yarattığı tahribat ve tehlikelere dikkat çekiyordu” dedi.
Erol, Öcalan’n son görüşmede Suriye vesilesiyle devlet aklına çağrı yapmasıyla, sorunun demokratik ve barışçıl temelde çözümünde Kürt tarafında da gerekli olan bir Kürt aklına da vurgu yaptığını aktardı.
Öcalan’ın demokratik siyaset ve demokratik bir arada yaşama kültürüne sahipliği ön plana çıkaracak temelde gelişmesi gereken bir akla vurgu yaptığı kanaatinde olduğunu söyleyen Erol, son olarak şunları söyledi: “Kürtlerin iç içe yaşadığı etnisite, inanç, mezhep ve kültürel topluluklarla eşit, özgür ve demokratik bir hukuka dayalı ortak yaşamını temsil eden demokratik ulus perspektifinin, Kürtlerin kendi iç parçalılıkları açısından çok daha fazla esas alınması gereken bir dönemde yaşadığımız ortada. 9 Ekim’den bu yana Kürtler içinde gelişen dayanışma duygusu ve buna bağlı birlik çalışmaları bu açıdan önemlidir. Kürtlerin dışlayıcı, ötekileştirici olmayan birlikteliği ve buna hizmet eden tüm çalışmalar, en az Kürtler kadar diğer tüm bölge ulus ve topluluklarının barışçıl bir arada yaşama kültürüne, genel olarak güçlü ve barış içinde bir Ortadoğu idealine büyük bir hizmet sunar.”
Çözümün 7 maddesi
Asrın Hukuk Bürosu avukatlarından Newroz Uysal ve Rezan Sarıca’nın 2 Mayıs’ta Öcalan ile görüşmeleri ardından 6 Mayıs’ta açıkladıkları Abdullah Öcalan, Hamili Yıldırım, Ömer Hayri Konar ve Veysi Aktaş’ın imza attığı 7 maddelik çözüm deklarasyonu şöyleydi:
“Kamuoyuna duyuru…
1- İçinden geçtiğimiz tarihi süreçte derin bir toplumsal uzlaşmaya ihtiyaç vardır.
2- Sorunların çözümünde her türlü kutuplaşma ve çatışma kültüründen uzak, demokratik müzakere yöntemine şiddetle ihtiyaç vardır.
3- Türkiye’nin ve hatta bölgenin sorunlarını, başta savaş olmak üzere, fiziki şiddet araçlarıyla değil, yumuşak güçle yani akıl, politik ve kültürel güçle çözebiliriz.
4- İnanıyoruz ki Suriye Demokratik Güçleri (SDG) kapsamında Suriye’deki sorunların çatışma kültüründen uzak durularak; içinde bulundukları konumun, durumun Suriye’nin bütünlüğü çerçevesinde Anayasal güvenceye kavuşturulmuş yerel demokrasi perspektifinde çözüme ulaştırılması amaçlanmalıdır. Bu bağlamda Türkiye’nin hassasiyetlerine de duyarlı olunmalıdır.
5- Cezaevleri içindeki ve dışındaki arkadaşların direnişlerine saygı duymakla birlikte, sağlıklarını tehlikeye atacak ve ölümle sonuçlandıracak konumlara taşıracak noktaya taşımamalarını önemle belirtmek isteriz. Bizim için onların akli, fiziki ve ruhi sağlıkları her şeyin üstündedir. Ayrıca en anlamlı yaklaşımın zihinsel ve ruhi duruşun geliştirilmesiyle bağlantılı olduğuna inanıyoruz.
6- Bizlerin İmralı’daki duruşu, 2013 Newroz Bildirgesi’nde belirttiğimiz ifade tarzının daha da derinleştirerek ve netleştirerek sürdürme kararlılığındadır.
7- Bizim için onurlu bir barış ve demokratik siyaset çözümü esastır.”