20’nci yüzyılın en trajik olaylarından biri olarak Lozan’ı tarif eden Öcalan, ‘Lozan’la Musul-Kerkük petrolleri değil, aynı zamanda Kürtler kaybedilmiştir, Kürt-Türk tarihsel kardeşliği kaybedilmiştir’ tespitinde bulundu
Sykes-Picot Antlaşması (1916) ile yaşadıkları topraklar dört parçaya bölünüp, bu parçalarda kurulan Türk, Arap ve Fars ulus devletlerince inkar ve imha siyasetine maruz kalan Kürtlerin, Türkiye özelinde ise sistem dışına itilmelerine temel oluşturan Lozan Antlaşması’nın üzerinden 97 yıl geçti. Bu yok sayılmaya karşı defalarca isyan eden Kürtlerin giriştiği bu isyanlardan sonuncusu, devlet tarafından “29’uncu isyan” olarak nitelendirilen, Abdullah Öcalan tarafından kurulan PKK oldu.
Kürtler ve Türklerin kazancı
Verdikleri mücadelenin tarihsel dayanakları konusunda yaptığı değerlendirmelerde sık sık Lozan Antlaşması’na atıf yapan Öcalan, 9 Ekim 1998’de Suriye’den çıkmaya zorlandıktan sonra birçok devletin yer aldığı bir komplo ile 15 Şubat 1999 tarihinde Türkiye’ye teslim edildi.
O günden bu güne İmralı Adası’nda tecrit altında tutulan Öcalan, hem kaleme aldığı savunmalarında hem de avukatlarıyla yaptığı görüşmelerde Kürtler ve Türklerin ancak Lozan Antlaşması’nın güncellenmesiyle kazanabileceğini sıklıkla dile getirdi.
‘Ucuz zafer propagandası’
Öcalan’ın cezaevinde kaleme alıp, 2012 yılında basılan “Kürt Sorunu ve Demokratik Ulus Çözümü” kitabında Lozan Antlaşması’na ilişkin oldukça geniş değerlendirmeleri yer aldı. Kitabın bir bölümünde Öcalan, anlaşmaya dair şu analizde bulunuyor:
“Kurtuluş süreci (1919-23) Amasya Tamimi, Erzurum ve Sivas Kongre belgeleri, Amasya Protokolü ile Kürtlerin ve Türklerin ortak vatanı olarak ilan edilen Misak-ı Milli, TBMM’nin ilk bileşimi, Kürt-Türk ittifakını açıkça yansıtır. 10 Mart 1922 tarihli Kürt Reform Kanunu ile bu ittifak pekiştirilir. Ancak Lozan Antlaşması’nın imzalanması ve Cumhuriyet’in ilanıyla yeni bir aşamaya girilir. İngilizlerle devam eden Musul-Kerkük anlaşmazlığı, Kürtler aleyhindeki çok trajik bir anlaşmayla sona erdirilmeye çalışılır. Fransızlarla yapılan Ankara Antlaşması, her ne kadar Misak-ı Milli’den taviz verilerek kısmen Kürtlerin (ayrıca Suriye’deki Türkmenlerin) aleyhine sonuçlandırılmışsa da felaket boyutlarında olmamıştır. Bu antlaşmayla cüzi bir Kürdistan parçası, Fransa’ya terk edilmiştir. Fakat Kürt ulus gerçekliğinde yarattığı olumsuzluk açısından üzerinde önemle durmayı gerektirir. Cumhuriyet, İngiltere’ye karşı kurulmadı, bilâkis İngiltere’nin belirleyici desteğiyle kuruldu. İngiltere’nin bunda iki amacı vardı. Birincisi, o dönemde dünya devrimi peşinde koşan Sovyetler Birliği’nin güney yolu üzerinde Türkiye’yi stratejik bir denge konumunda tutmak. İkincisi, yeni Türk ulus-devletini kendisi için tehlike teşkil etmeyecek dar bir sınıra sığdırmaktı. Lozan Antlaşması, bu yaklaşımın sonucudur. Gerisi, ucuz zafer propagandasıdır.”
‘İngilizlerle anlaşan Beyaz Türk rejimi’
Bu değerlendirmeler doğrultusunda kitabında Kürtlerin parçalanmasını “20’nci yüzyılın en trajik olaylarından biri” olarak tanımlayan Öcalan, Lozan’ın bölge halkları açısından etkilerini “Sadece Kürtlerin değil, Araplar, Acemler ve Türklerin de tarihlerinin temeline atom bombasından daha etkili bir bomba konulmuş gibidir” diyerek dile getirir.
Anlaşmaya ile TBMM’de mevcut gidişata karşı büyük bir itiraz oluştuğunu belirten Öcalan, “1925 isyanının temelinde, bu gerçeklik yatar. Resmi tarihte uydurulanın tersine, İngiliz hegemonyasıyla anlaşan Kürtler değil, Beyaz Türk rejimiydi. Beyaz Türk rejiminin komplocu niteliğini ısrarla vurguluyorum… Önce doğuda Kars Antlaşması’yla(1921), sonra batıda Lozan Antlaşması’yla kazanılanlar, 5 Haziran 1926’daki Musul-Kerkük Antlaşması’yla stratejik bir kayba uğratılmıştır… Yine sanıldığının aksine, bu sınırın çizilmesiyle sadece Musul-Kerkük petrolleri değil, aynı zamanda Kürtler kaybedilmiştir, Kürt-Türk tarihsel kardeşliği kaybedilmiştir, Ortadoğu’nun tüm halklarının kültürel bütünlüğü kaybedilmiştir” değerlendirmesinde bulunmuştu.
‘Ortadoğu halklarının birliği’
23-25 Eylül 1989’da bir dergiye verdiği röportajında da Öcalan yine Lozan Anlaşması’na değinmişti. Öcalan, o röportajda şu değerlendirmede bulundu: “Birlik, eşitçe birbirlerine benzeyenlerin yan yana gelip aralarında kurdukları ilişkidir. Eşit olmak, ekonomide, politikada ve ulusal haklarda eşitlik, gelişmiş bir birliğin temelidir. Bu birlik iyidir ve sağlamdır. Bu birlik özlüdür ve saygıdeğerdir. Birlikten vazgeçmeyeceğiz. Dedik ya; biz Sevr’i aşacağız, Lozan’ı da aşacağız ve halkların demokratik ittifakını kuracağız. Bu, büyük özgürlük ittifakıdır. Kürt-Türk arasında sağlam kurulduğu oranda, Ortadoğu halkları arasında da sağlam kurulacaktır. Ortadoğu halkları da en az Kürt ve Türk halkları kadar birliğe muhtaçtır. Diyorlar ya, ‘Ayrılıkçı mısınız, birlikçi misiniz?’ Sorun, özgürlüğün halklarımıza mal edilmesi sorunudur. Bu temelde Kürt ulusunun, Ortadoğu halklarının büyük birliğinin temel taşı, köprü bağlantısı olacağından eminim.”
‘Devlet ve demokrasi krizi ağırlaştı’
Lozan Anlaşması, Öcalan’ın tutulduğu İmralı Cezaevi’nde avukatlarıyla yaptığı görüşmelerin de konusu oldu. 24 Mayıs 2006’da yapılan avukat görüşmesinde Öcalan, anlaşmaya ve ardından yaşananlara ilişkin şu değerlendirmeleri yaptı: 1925’li yıllarda başlayan inkâr, isyan ve imha süreci Cumhuriyet’e büyük kaybettirmiş, 1921 anayasasında da ifadesini bulan elverişli demokratik zeminden de uzaklaştırarak, Kürtleri ve farklılıkları yok sayan tekçi ulus-devlet ve tek şef rejimiyle Cumhuriyet daha da otoriterleşmiş, demokrasiye kelime olarak bile yer verilmemiştir. İkinci Dünya Savaşı ve 1950’lerden sonra da ABD güdümünde geliştirilen oligarşik anlayış, 71 ve 80 darbeleri ile burjuva partilerin bile kapatılmasıyla burjuva demokrasisine bile geçit vermeyerek, etnik ve dinsel milliyetçiliği körükleyerek cumhuriyeti daha da çıkmaza sokmuştur. Böylece devlet ve demokrasi krizi daha da ağırlaşarak devam ediyor.”
‘Kürtler sistem dışına atılıyor’
Öcalan, 4 Ocak 2007 tarihli avukat görüşmesinde de anlaşmaya dair kimi önemli tespit ve değerlendirmelerini sürdürdü. Bugün AKP, MHP, CHP ve diğer benzer partilerin yaptığı tekçi, ırkçı milliyetçiliğin cumhuriyetin kuruluş aşamasında olmadığını belirten Öcalan, 1923 sonrası İngiltere müdahalesi, İzmir İktisat Kongresi ile kapitalist ekonomiyi ve sistemi benimseme, Musul-Kerkük deklarasyonuyla İngiltere’nin Lozan’daki şartlarının kabulü ve İngiltere hegemonyasına bağlı ittihatçı kadroların devleti ve hükümeti ele geçirmesinin ardından 1924 Anayasası ile inkârcı, ırkçı, milliyetçi ve tekçi anlayışın başladığı saptamalarında bulundu.
Bu anlayışın 1945’lere kadar Alman emperyalizminin de etkisinde kaldığını söyleyen Öcalan, 1950’lerden sonra ise ABD emperyalizminin etkisinin devreye girdiği, onların da etnik-ırkçı milliyetçiliği geliştirip, bugüne kadar getirdiğini vurgular.
Ulus devlet Kürtleri dışladı
Öcalan, bu döneme dair şu tespitte bulunur: Alparslan Türkeş de 50’lerden sonra ABD’ye gitmiştir. Bugünkü neo-ittihatçıların yapmak istediklerini çok eleştirdiğimiz Yavuz (Sultan Selim) bile yapmamıştır, hatta gerektiğinde Kürtlerle ittifak yapmıştır. Ben geçmişte Yavuz’dan, Alparslan’dan boşuna söz etmedim. Cumhuriyet, neo-ittihatçıların iddia ettiği gibi Kürt düşmanlığı üzerine kurulmuş değildir. Kürt düşmanlığı 1923’lerden sonra İngiltere müdahalesi, Lozan şartlarının kabulü ile başlıyor ve ırkçı, milliyetçi, tekçi 1924 ulus-devlet anayasasıyla Kürtler sistem dışına atılıyor, yok sayılıyor, inkâr, imha ve asimilasyon sürecine alınıyor. Daha sonra ABD hegemonyası bu milliyetçiliği eğiterek, NATO Gladio’suna bağlayarak açıkça desteklemesi nedeniyle 1950’lerden sonra daha da tırmandırılmıştır. Kürt dili, Kürt kültürü yok sayılmıştır. 1980’lerde buna ‘Türk-İslam sentezi’ adı altında dinsel milliyetçiliği de eklemleyerek daha da pekiştirmiştir.
‘Kürtleri oyuna getirdiler’
21 Ocak 2009’da yapılan görüşmede, Kürtler üzerindeki birçok planın Sykes-Picot anlaşması ile başladığına vurgu yapan Öcalan, “Kürtleri ayırma, parçalama planları yaptılar. Ermenileri ‘Büyük Ermenistan’ vaadiyle önce desteklediler sonra İttihat Terakki ile anlaşarak Anadolu’dan sürüp, küçük Ermenistan ulus-devletçiğine razı ettiler. Yunanları ‘Büyük Helenya’ oyunuyla Anadolu’ya sürdüler, sonra desteklerini çekerek küçük Yunanistan ulus-devletçiğine razı ettiler. Kürtleri de o dönem ‘Büyük Kürdistan’ adı altında ayrılıkçılığa, isyana teşvik eden proje de Sykes-Picot ile hazırlanmıştır. İngiltere güdümündeki Osmanlı hükümetinde üst düzeyde görev yapan ve yerelde de Hamidiye Alaylarını yürüten hilafet ve saltanat yanlısı bir kısım Kürtleri oyuna getirerek önce ‘Büyük Kürdistan’ hayaliyle isyana destek vaadinde bulunmuş, öte yandan da Lozan sürecinde gizli anlaşmayla İnönü’ye ‘Ver Musul-Kerkük’ü, al Kürtlere ne yaparsanız yapın’ temelinde anlaşarak Kürtlerin üzerine sürmüştür. O zaman ‘Büyük Kürdistan Projesi’ ile Kürtleri oyuna getirdiler, şimdi de Güney’de küçük bir ulus-devletçikle kendi çıkarları için kullanmaya devam ediyorlar. Her türlü böl-yönet oyununu oynuyorlar. Ben buna karşı Misakı Milli’nin güncellenmesi lazım dedim. Peki, bu bölücülük mü? Hayır, bizim çözüm anlayışımızda bölücülük yok. Cumhuriyete, sınırlara karşı değiliz. Benim amacım Misakı Milli döneminde, Cumhuriyetin ilk yıllarındaki (1919-23) ruhu, ilkeleri görünür hale getirmektir. Benim çağrım, Cumhuriyetin kuruluş özüne, kuruluş felsefesine çağrı yapmaktır” demişti.
‘Lozan’ı güncelleyelim’
Lozan ve sonuçlarına dair bu tespitlerde bulunan Öcalan, 17 Mart 2010 tarihli avukat görüşmesinde ise çözüm önerilerini sıraladı. Kürtler ile Türklerin 1920’lerde yaptığı ittifakı bugün demokratik temelde yeniden gerçekleştirmeye ihtiyaç olduğunun altını çizen Öcalan, “Şimdi yaşadığımız Sevr tehlikesi deniyor ya ben de diyorum ki Sevr tehlikesine karşı Lozan’ı güncelleyelim. Lozan’ın güncellenmesinde hem Kürtler hem de Türkler kazanacaktır. Lozan’ın güncellenmesi demokratik ulus, demokratik cumhuriyet, demokratik vatan, demokratik anayasadır” diye vurguladı.
MA / Ferhat Çelik