Sayın Abdullah Öcalan’ın 1998’de Suriye’den çıkarılışının yıldönümü yaklaşıyor. Öcalan’ın Suriye dışına çıkmasında rol oynayan şey İsrail, ABD ve Türkiye arasındaki Öcalan şahsında Kürt meselesinin demokratik yolla çözülmesine karşı geliştirilen ittifaktı.
İsrail; Osmanlı imparatorluğu ve İran Şahlığının bağımlı ulus devletlere dönüştürülmesinden ortaya çıkan otorite boşluğunu doldurmak isteyen, kapitalist modernite hegemonyasının çekirdek hegemon gücü olarak doğmuştur. Bölgedeki ulus devletler İsrail’in varlığını kabul edip tanıdıkça meşru olarak görüldüler. İsrail’in varlığını tanımayanlar ise savaşlarla hizaya getirilinceye kadar yıpratılarak İsrail’i tanıyacak hale getirileceklerdi. Türkiye Cumhuriyeti, Mısır, Ürdün ve bazı Körfez ülkeleri İsrail’i ilk tanıyan ülkelerden olduklarından da birer ulus devletler olarak kabul edilip sistem içine alındılar. Geriye kalanların ise İsrail ve müttefikleriyle savaşları devam etmektedir. İsrail’in bölgedeki hegemonyası tanınıncaya kadar da bu çatışma, komplo, suikast ve savaşlar devam edecektir.
İsrail, kuruluşundan hemen sonra Kürt meselesinin patronajlığını soyundu ve Kürt meselesini tekeline almak istedi. Bu nedenle sayın Öcalan şahsında gelişen Kürt meselesinin alternatif çözümüne tahammülsüzlük gösterdi. Önce Öcalan ile iletişim kurmak ve Öcalan’ı Kürt meselesinin kendi çözüm önerileri olan bağımlı minimalist ulus devlet çizgisine getirmek istediler. Öcalan’ın önerisi ise; ulus devlet tuzağına düşmeden eşit, özgür, ekolojik, kadının toplumsal özne olduğu, bütün toplumsal kesimleri sürece katan, azınlıkların haklarını güvenceye alan çoğulcu ve demokratik yönetim biçimi idi. Sayın Öcalan’ın Kürt meselesine ve Ortadoğu’daki bağımlı ulus devletlerin yarattığı sorunlara dair çözüm önerisi kapitalist hegemonyasının ve onun çekirdek gücü olan İsrail’in tutumlarının ifşasıydı.
Sayın Öcalan’ın İsrail’in Kürt sorunu patronajlığını ret eden iradesi ve çözüm önerileri karşısında İsrail, ABD ve AB’nin siyasi gücünü kullanıp, Türkiye ile uzlaştı. Bu uzlaşı 15 Şubat 1999’da Öcalan’ın Kenya’da Türk devletine teslim edecekleri 9 Ekim komplo sürecini başlattı. Yani Öcalan’ın Türkiye’ye teslim etme karar ve iradesi İsrail, AB ve ABD’nindir. Türkiye, Suriye, Yunanistan ve diğer Avrupa ülkeleri ise sadece teknik, bürokratik ve askeri taşeronluğu yerine getirdiler.
İsrail’in Filistin ve Lübnan’ı kan gölüne çeviren ve bütün Ortadoğu’yu etkileyen saldırılarını artırması, Türkiye ve Mısır’ın İsrail saldırılarına karşı neredeyse onaylayacakları şekilde pasif tutumda kalmaları, Sayın Öcalan üzerindeki mutlak tecridin hukuksuz şekilde sürdürülmesi ve Avrupa Konseyi’nin AİHM kararına rağmen Öcalan’ın umut etme hakkının uygulanması için gerekli tedbirleri almaması, kapitalist modernite hegemonyasının ve onun çekirdek hegemon gücü olan İsrail’in çıkarlarından bağımsız olarak okunamaz.
Deneyimler bize gösterdi ki kapitalizmin devlet modeli olan ulus devletler farklılıkların bir arada yaşamasına, kapitalizmin kâr hırsına karşı doğayı korumaya, erkeklik tahakkümüne karşı kadının toplumsal özne olma mücadelesine cevap olmadılar. Topluma eşitlik, özgürlük ve barışı getirmediler. Aksine bağımlı ulus devletler kapitalizmin jandarmaları olarak toplumun nefes almasını engellediler. İsrail’in ve bağımlı ulus devletlerin Ortadoğu’da yaptıkları gibi.
O nedenle başta Ortadoğu halkları olmak üzere bütün farklı kimlik ve inanç sahipleri, kadınlar, doğa savunucuları ve emekçiler kapitalizmin jandarmaları olan ulus devletlerin ayrıştırıcı ve çatışmacı politikalarının tuzağına düşmemeliler. Bu ayrıştırmacı ve çatışmacı politikalara karşı ortak mücadeleyi büyütmelidirler.
Bu bağlamda kapitalist egemen güçlerin ve onların Ortadoğu’daki hegemonik gücü olan İsrail’in rolünü ifşa eden Sayın Öcalan ile dayanışmak ilk adım olabilir. Sayın Öcalan’ın mutlak tecridi Türkiye’nin; ekonomik, hukuksal, siyasal ve demokrasinin uygulanmama sorunlarının çözümünde engeldir. Mutlak tecrit Öcalan’ın çözüm önerileriyle egemen güçlerin ve İsrail’in Ortadoğu’da bağımlı minimal ulus devlet inşası projesine de hizmet etmektedir. Bu da gösteriyor ki Öcalan’ın tecridi İsrail’in ve AKP/MHP’de somut bulan Türkiye devlet aklına hizmet etmektedir. Bu durum Türkiye’de kaosa, anti demokratik uygulamalara, otoriter rejime ve çözümsüzlüğe; Ortadoğu’da ise kan, gözyaşı ve ölümü barındıran savaşlara hizmet etmektedir.
Bu nedenle Sayın Öcalan ile dayanışma aynı zamanda Türkiye halklarıyla dayanışmadır, Filistin ve Lübnan halklarıyla dayanışmadır. Ortadoğu’da kan ve ölüm getiren savaş politikalarına karşı bir itirazdır. Öcalan ile ilk adımı Demokratik Bölgeler Partisi’nin ‘Savaşa karşı barış, Tecride karşı özgürlük’, ‘Komploya karşı direniyoruz, Özgürlük için Amed’de buluşuyoruz’ sloganlarıyla 13 Ekim’de Diyarbakır’daki mitingine güçlü katılım örgütleyerek başlanabilir.
Başta Kürtlerin bütün siyasi partileri ve demokratik kitle örgütleri olmak üzere, Türkiye’deki bütün demokratik inanç kesimleri, sol-sosyalistleri, liberalleri, kadın özgürlüğü için mücadele örgütleri, ekolojik kıyıma karşı mücadele örgütleri, emekçiler ve gençler Sayın Öcalan şahsında birbirleriyle ve ezilen halklarla dayanışmak için 13 Ekim’de Diyarbakır’da buluşmalılar. Diyarbakır’da Türkiye’deki tekçi devlet aklına, erkekliğe ve kadının yok sayılmasına, emek sömürüsüne, inanç suistimaline ve farklı inançlara uygulanan baskılara, gençlerin geleceksizleştirilmesine karşı seslerini birlikte yükseltsinler. Kapitalist hegemon güçlerin ve onların çekirdek gücü olan İsrail’in Ortadoğu’daki savaş politikalarına dur desinler, Filistin halklarıyla ve Lübnan halklarıyla dayanışmayı büyütsünler.