Haydar Ergül
8 Haziran sabahı yapılan ev baskınlarında 20’si gazeteci olmak üzere toplam 21 kişi gözaltına alındı. Özgür basına yapılan bu gözaltına alma ve tutuklama ilk değildir. Kürt özgür basınının tarihsel serüveni otuz yılı aşkın bir süreye dayanmakta ve bu zaman içinde gözaltı ve tutuklama sayısını arşivlere bakmadan akılda tutmak olanağı kalmamıştır. Yine bu pratikler sadece gözaltı ve tutuklamalarla sınırlı değildir. Bu süre içinde onlarca gazeteci ve basın çalışanı faili aleni olan “faili meçhuller” sonucu katledilmiştir. Onların içinde Kürt bilgesi olarak bilinen Apê Musa da vardır.
Bir de buna, ağırlıklı Kürtlerin içinde yer aldığı başta HDK-HDP olmak üzere dernek, oluşum, politik parti, inisiyatiflere dönük gözaltı ve tutuklamalar eklediğinde büyük bir tablo ortaya çıkmaktadır. Burada Kürt’ün sesini ve soluğunu kısma temel gaye olmaktadır. Kürt adına söz söyleyecek, tavır ve tutum geliştirecek kurum ve örgütlü yapı bırakılmak istenmemektedir.
1980 12 Eylül baz alınacak olunursa, Kürt’ün özgürlük direnişi 42 yılını geride bıraktı. Tabii öncesi de var. Ancak 12 Eylül faşist askeri darbesi yeni yeni uyanışa geçen Kürt’ü uyanmadan boğma hamlesi olarak pratikleştirildi. Amed Zindanı’ndaki vahşet bu zihniyenin sonucu olarak ortaya çıktı. O zaman Kürt inkârı vardı. Yani Kürt yoktur, herkes Türk’tür. Kart-kurt teorileri revaçtadır.
Askeri müdahale hamlesi büyük bedeller pahasına boşa çıkarıldı. Direniş büyüdü, fiili olarak meşruiyet alanı yaratı; milyonlaşan ve bir halk hareketine ulaşan bir akış, klasik ret ve inkâr politikalarıyla idare etme olanağı bırakmadı. O yüzden de ağır ağır Kürt vardır noktasına gelindi.
“Kürt realitesini tanıyoruz” diyen ilk başbakan Süleyman Demirel’dir. İlerleyen süreçlerde “Kürt vardır, kardeşiz” söylemi sık sık vurgulanarak adeta bir gelenek yaratıldı. “Kürt vardır, kardeşiz” dendi ama hakları inkâr edilme dönemi açıldı. Özcesi tanıyarak inkâr etme dönemi oluyor bu. İnkârı “Kürt vardır” diyerek zamana yayma, direnişi çürütme; olmazlık teorisini resmi söylem haline getirme politikasıdır. Bu politikayla umut-umutsuzluk kıskacında Kürt’ü bıktırarak boğma yaklaşımıdır. “Çöktürme planı”nda da çarpıcı görüldüğü gibi Kürt’ün en doğal istemleri ve etkinlikleri “terörizm” yaftasıyla etiketlenerek boğulmaya çalışılıyor. Kamuoyu bu algının etrafında şekillendirilerek Kürt’ü görmemeye; yapılan haksızlıkları, saldırıları, hak ihlallerini görünmez kılmaya çalışma, özel savaşın bir biçimi olarak öne çıkarılmaktadır.
Genelde demokrasi mücadelesini, özelde de Kürtlerin özgürlük direnişine ilişkin etkinliklerin görülmesini sözde medya organlarında görülmesinin önüne geçildiğinden, bu pratikleri Kürt basını veya özgür basın görmektedir. Yapılan son ev ve kurum baskınlarında gözaltına alma; görülmek istenmeyeni görünür kılan, duyulmak istenmeyeni duyulur kılan Kürt gazeteciliğini susturma hedeflidir. Yani tamamen susturma, suskunluk içinde kimi yeni saldırıların hazırlığı olduğu da aşikârdır.
Öte yandan PKK Lideri Abdullah Öcalan 24 yıldır bir ada hapishanesinde mutlak tecrit altında tutuluyor. Yıllardır dış dünya ile bütün iletişimi kesilmiştir. Öcalan’ın sağlığı bile Kürtler açısından ciddi bir endişe konusudur.
Başta Kürtler olmak üzere kamuoyu açısında Öcalan’ın rolü ve misyonu bilinmektedir. Türkiye’nin demokratik, özgür bir ülke olması ve barış içinde yaşaması, Kürtlerle varılacak bir müzakere ve uzlaşıyla olanaklıdır. Bunun sağlanmasında Öcalan’ın rolü stratejiktir. O açıdan Öcalan üzerindeki mutlak tecrit Kürt ve demokratik kamuoyu açısından ciddi endişeye kaynağıdır.
İmralı ada hapishanesinde Türk hukuk mevzuatı askıya alınmış, uygulanmamaktadır. Bu yaşananlara tepki vermek en insani bir durumdur. Bu amaçla çeşitli demokratik parti ve kurumun tecride dikkat çekmek için, 12 Haziran günü Bursa-Gemlik’e yürüyüş çağrısı yapıldı. Özgür basın çalışanı ve gazetecilerin gözaltına alınması Gemlik yürüyüşünün kamuoyuna mal olmasını, tecride duyarlı kılınmasını engellemeye dönüktür de aynı zamanda. Tecridin görülmemesi, duyulmaması istenmektedir. Ancak bütün bu engelleme girişimlerinin sonuç vermediği, doğru ve hakikatin kendini gerçekleştirme gerçekliğinin tarihsel bir veri olduğu tartışma götürmez. Yine Kürt gerçekliğinde bunun defalarca kanıtlandığı da bir hakikattir.