“Banklarda gözleri bağlı sağlı sollu çırılçıplak gençler oturuyordu. Birden mehter marşı başladı koridora bakan odalardan birinden. Odaya girdim, lambanın altında yerde çırılçıplak, ıslak battaniyeler içinde iki kız iki erkek gözleri bağlı yatıyor… Polisler beni görünce odadan çıkarttılar itiş kakış. Bir yandan mehter marşı devam ediyor…”
1995 Aralık ayının son günleriydi. Manisa’da oldu bütün bunlar. 26 Aralık günü, çoğu ortaokul ve lise öğrencisi 16 genç, duvarlara ‘paralı eğitime son’, ‘halklar kardeştir’ gibi sloganlar yazdıkları için gözaltına alınmışlardı. Kürt illerindeki görevinden yeni gelip Manisa’ya atanmış olan Emniyet Müdürü Kemal İskender’in şehirde terör estirdiği günlerdi ve işkence yaygın bir durum haline gelmişti.
Durumdan endişelenen aileler, sonunda o dönemde CHP İzmir Milletvekili olan Avukat Sabri Ergül’ün kapısını çaldılar. Ergül, doğrudan Manisa Emniyet Müdürlüğü’ne gitti. Önce, klasik “burada yoklar, biz almadık onları” yalanıyla karşılaştıysa da yılmadı, ertesi gün başsavcılıktan resmi yazı alarak, çocuklardan birinin avukat olan ablasıyla birlikte yeniden emniyetin kapısına dayandı.
Psikologlar ve pedagoglar!
İskender, bu kez “Vekilim onlar örgüt üyesi. Yukarıda psikologlar, pedagoglarla konuşuyorlar, işkence yapmıyoruz. Sizi görürlerse çözülmezler” sözleriyle karşıladı Ergül’ü. Ergül ısrar edince, müdür 4. kattaki Terörle Mücadele’ye gönderdi onları. Orada da bir başka barajla karşılaştılar. Ancak şube müdürünün odasında tartışırlarken, kapının önünden zorlukla yürüyen bir gencin geçirilmesi bardağı taşırdı. Bu kez yüklenen Ergül’ün çocuklardan birini görmesine izin verildi, ancak arada çığlıklar duyulunca ip koptu. Ergül, girilmesi istenmeyen işkence odalarına dalıp işkence altındaki çocukları çırılçıplak görmüştü. “Bağıra çağıra aşağı indim, Emniyet Müdürü’nün odasına kapıyı tekmeleyerek girdim, ‘dünyayı başına yıkacağım’ diye bağırıyorum” diye anlatacaktı sonradan.
Ergül, tabip odalarını harekete geçirdi; polislerin yok etmek istediği doktor raporlarını tek tek bulup bir araya getirdi, sağlık kurumlarının protokol defterlerini belgeledi. Sonuçta, ortaya çıkan tablo vahimdi. Genital bölgelere elektrik verme, dayak, makata cop sokma… Türk polisinin bütün klasikleri listede vardı! Hatta kız çocuklarından biri, elektrik verilirken vajinal kanama geçirmiş ve hastaneye bile kaldırılmıştı. Sahte raporlar skandalı patlayınca duruma Sınır Tanımayan Doktorlar bile dâhil olmuştu.
Bu işyerinde…
Böylece zorlu bir hukuk süreci başladı… Bu arada Sabri Ergül de boş durmuyor; Manisa Emniyet Müdürlüğü’nün kapısına “Bu İşyerinde İşkence Vardır” yazısı asmak da dâhil olmak üzere kamuoyunun dikkatini çekecek her şeyi yapıyordu. Dava hızla basının gündemine girerken, uluslararası basın ve insan hakları kuruluşları da duruşmalara katılınca artık işin gizlenip saklanacak tarafı kalmadı. Öyle ki, mesele AB raporlarına bile yansımıştı o günlerde.
Böylece devam eden sürecin sonunda 4 Haziran 1996’da nihayet 10 polis hakkında işkence davası açılabildi. Polisler duruşmalara hiç gelmediler ve 1998’de Manisa Ağır Ceza Mahkemesi, polislerin delil yetersizliğinden beraatlerine karar verdi. Ancak Yargıtay bu kararı bozdu. Yerel mahkeme yine direndi, bu kez Yargıtay Genel Kurulu, direnme kararını bozarak polislerin işkenceden mahkûm olmalarını istedi. Bütün bunların sonucunda, 10 polis 15 Ekim 2000’de toplam olarak 85 yıl hapis cezasına çarptırıldı ve bu arada gençlerin tümü beraat etti. Yargıtay, işkenceci polislerin cezasını, zaman aşımının dolmasına üç ay kala nihayet onayladı. Polislerden 8’i teslim oldu ve tutuklandı.
Türkiye tarihinde pek nadir görülen bir işkence davası böylece sonuçlandı. O günlerde Adalet Bakanı olan Cemil Çiçek, “Türkiye, çok şükür Manisa Davası ayıbından kurtuldu. Hukuku özgürlüklerin emrine vermeliyiz” gibi şatafatlı laflar etti hatta. Ama aynı günlerde, Kürt illeri faili meçhuller ve köy boşaltmalarla hala yanıyor ve Ergün’ün Çiller’e bizzat söylediği “Burada bunlar oluyorsa, Diyarbakır, Batman, Hakkâri’de kim bilir neler oluyor” sözlerinin pratiği yaşanıyordu. İşin doğrusu, Emniyet Müdürlüğü’nün kapısındaki o döviz, hep gerçeği yansıttı ve yansıtmaya devam ediyor: Bu İşyerinde İşkence Var!
Ha, şimdi mi? Şimdi durum değişti tabii. Artık ‘Yeni Türkiye’deyiz ve milletvekilleri karakol kapısından içeri bile giremiyor!
Arif Mostarlı