“Hapishane yetkilileri, İran’ın kuzeybatısındaki Zanjan şehrinde bir kadını arayıp oğlunuz serbest bırakıldı dedi, gelip onu alın. Kadın o kadar mutlu ve coşkuluydu ki, komşularını ve arkadaşlarını çağırdı, bir araba aldı ve onu çiçeklerle, oğlunun resimleri ile süsledi. En güzel elbiselerini giydi ve hapishaneye gitti. Ancak ona oğluna ait bir çanta dolusu kıyafet ve gömüldüğü yerin adresini verdiler…”
Yine de ‘şanslı’ydı ama o. Binlercesinin hiç mezarı olmadı…
Aslında Humeyni rejimi daha baştan itibaren binlerce muhalifi, devrimciyi, Kürdü katletmişti. 19 Ağustos 1979’da Kürtlere karşı ilan ettiği ‘Cihadın’ ardından binlerce fanatik katliam için Doğu Kürdistan’ın şehir ve köylerine gönderilmiş ve yüzlerce Kürt genci katledilmişti. 27 Ağustos 1979’ta silahsız 11 Kürdün Sine Havalimanı’nda kurşuna dizilmesi, bunların en bilineniydi. Aynı süreçte, Mücahidin üyeleri ve devrimci sosyalist güçler de birçok kez kıyımdan geçti. Ancak, 19 Temmuz 1988 infazları yine de bu tarih içinde özel bir yer tutar.
Hepsini öldürün!
Önce Humeyni’nin gizli fetvası geldi. Fetva ya da talimatta, açıkça “Hapiste olan tüm Halkın Mücahitleri Örgütü üyeleri idam edilmelidirler” diyordu. Talimatın ardından, HMÖ üyelerini “muharip” (Allah’a karşı savaşanlar), komünistleri ise “mürted” (dinden dönenler) olarak belirleyip idamlarına hükmedecek özel komisyon kuruldu. “Ölüm Komitesi” olarak ünlenen komisyonun en bilinen üyeleri Hossein-Ali Nayyeri, Morteza Eshraqi, Ebrahim Raisi ve Mostafa Pourmohammadi idi. Aylarca hapishaneleri arasında helikopterle mekik dokuyan komisyonun ilk işi, 19 Temmuz 1988’in sabahı hapishane kapılarını dünyaya kapatmak oldu. Ziyaretler ve telefon görüşmeleri iptal edildi, mektuplar, mahkemeler tatile çıkarıldı. Hücre blokları kapatıldı, radyo ve televizyonlar toplandı.
Sonra, “görüşmeler” başladı. Tutsaklara bunun ‘Genel Af’ için hazırlık olduğu söylendi. Sorular basitti. Çok basit! Önce hangi örgütten oldukları soruluyordu. Rejimin aşağılamak için icat ettiği ‘Münafıkın’ kavramı yerine ‘Mücahidin’ diyenlerin zaten hiç şansı yoktu. Münafıkın diyenler de, kameralar önünde ihbarcılığa zorlanıyor, reddedenler listeye yazılıyordu. Sonra, sabaha karşı altılı gruplar halinde vinçlere götürülüyorlardı. Vinçte asılmanın en kötü yanı ise boyun kırılmadığı için ölümün çok uzun sürmesiydi.
‘Merhamet istemiyorum!’
27 Ağustos’tan sonra komisyon dikkatini Tudeh, Fadayin, Peykar gibi devrimci örgütlerin üyelerine çevirdi. Onların soruları da benzerdi. “Allah’a inanıyor musun?”dan başlayıp, “Tarihsel materyalizmi reddedecek misin”e varan bir zincir binlerce insanın canına mal oldu. Komisyon, bazı yerlerde “Eylemlerinden tamamen sorumlu olamayacakları” için (!), kadınlara nispeten kırbaç gibi cezalar verdi ama çoğu da idam edildi ya da kırbaçlanma sırasında yaşamlarını kaybetti. Üstelik idam edilenlerin çoğu, gazete ve broşür dağıtmak, gösterilere katılmak veya tutsak aileleri için para toplamaktan yargılanmış ve hapis cezasına çarptırılmıştı. Çoğu yirmili yaşların başında öğrencilerdi Ama rejim tam temizlik istiyordu! Humeyni, açıkça “Merhamet istemiyorum” emri vermişti!
İnfazlar büyük bir gizlilik içinde gerçekleştirildi. Ancak küçük şehirlerde iş daha zordu; bilgi hızla yayılıyordu. Ona da çözüm buldular. Katledilecek binlerce tutsak Gohardasht, Evin ve diğer hapishanelere taşındı. Sonuçta sonbahara kadar süren kıyımda gerçek ölüm sayısı da hiçbir zaman tam tespit edilemedi. 5-6 bin gibi sayılardan söz edilmekle birlikte yurt dışındaki bilgi toplama merkezleri 30 bine yakın tutsağın katledildiğini belirlemiş durumda. Ücra Kürt ve Beluci şehirlerinde kaç kişinin katledildiği bilinmiyor, bazı cezaevlerindeki tutsakların tümü öldürüldüğü için tanık da bulunmuyor. Üstelik rejim, öldürülenlerin ailelerine “Bir yıl boyunca cenaze yapmayacak, yas tutmayacaksınız, bir yıl sonra davranışınız kabul edilirse, size gömüldüğü yeri açıklayacağız” tehdidinde bulunduğu için toplu mezarlar da bulunamadı.
Sonuçta durum öyleydi ki, Humeyni’nin halefi sayılan Ayetullah Montezeri bile isyan etmiş ve bu yüzden gözden düşmüştü. Çok sonraları ortaya çıkan bir ses kaydında Montezeri’nin o günlerde ‘Ölüm Komitesi’ne hitaben, “Gelecekte sizleri tarihin en büyük canileri olarak yazacaklar. Şah döneminde bile bu kadar insan idam edilmemişti” dediği duyuluyordu. (Bu arada, küçük bir parantez, şimdilerin ‘reformcu’su Hasan Ruhani de, o sırada rejim silahlı kuvvetlerinin başkomutan yardımcısı olarak bu pis işin hiç uzağında değildi!)
1988 idamları, böylece tarihe geçti ve bugün bile hâlâ, binlerce insanın mezarı yok, listelerde adı görünmüyor! İşin en trajik yanı ise, uzun süre Humeyni rejimini desteklemiş olan Tudeh ve çoğunluk Fedayin üyelerinin de ölümden kurtulamamış olmasıydı…