Son yılların belki de en “sıcak” yazını yaşıyoruz. Kürt halkı bu sıcaklığın cehennemi soluğuyla kavruluyor. Küresel ısınma, DEDAŞ denilen sermaye azmanının maliyet hesapları ve rejimin yanan Kürt olunca sergilediği “bırak yansın” tutumuyla birleşince ortaya çıkan felaketi anlatmaya söz yetmiyor.
Amed’le Mardin arasındaki 17 köyü kasıp kavuran, şu ana kadar 15 insanı diri diri yakarak yutan, binlerce hayvanın canına, devasa boyutlardaki ekili arazinin mahvına neden olan yangın, bir kez daha bu halkın onurlu duruşunun sınanma alanı oldu. Nedense tarih boyunca hep sınanan hep kendisini anlatmak zorunda kalan hep haklılığını kanıtlamaya zorlanan Kürt halkı bir kez daha onurlu duruşuyla hakikatin peşini bırakmıyor. Bırakmadığı gibi yaralarını da el birliğiyle sarmak için seferber oluyor, “biz yaparız” diyor. Keza başka da şansının olmadığını biliyor. Öyle olmasa köyleri cayır cayır yanarken çağrılan helikopter, yangını halk kendi olanaklarıyla kontrol altına alınmışken saatler sonra gelip gösteri yaparcasına tepelerinde uçar mıydı?
Yangın, kayyum, Kobanê Kumpas Davası’nda yağdırılan intikam cezaları, hapishanelerde koyulaştıkça koyulaşan, dışarıya sinsice ya da zorbaca yayılan tecrit… Saymakla bitmeyecek saldırı altında dik durmaya çalışırken bir kez daha kavurucu sıcaklarda insanı serinleten bir esinti gibi salınıyor kadınların beyaz tülbentleri. Annesini yangında kaybeden çocuğun gözlerine oturan acının içinden bile aslında gerçeğin bilincine ermenin pırıltısına dokunduğunuzu hissettiğiniz bir halk gerçekliği bu.
Ama artık yeter çektiği! Artık bu taraflarda da yaprak daha farklı kımıldasın diye isyan ediyor insan… Daha doğrusu orada burada kımıldayan o yaprakları tek bir ağacın gövdesinde buluşturabilelim ki rüzgarda çıkardıkları sesler daha güçlü ve ahenkli olsun, bir mücadele orkestrası gibi notalanıp havalansın diye istiyor.
Bunun için çabalayan azımsanmayacak bir güç de var. Onların çabası dışında halk sınıflarının hemen her bölüğünde vahşi sömürü, yağma ve talan politikalarına karşı bıçağın kemiğe dayandığı yerde ayağa kalkanlar da… Fakat sabır ve ısrarla sistemin kalbine doğru bir yol açmaya çalışanlarla bıçağın kemiğe dayandığı noktada ayağa kalkanlar arasındaki o köprünün kurulması, farklı derecikler biçiminde akan o ayağa kalkışları aynı nehirde buluşturup büyük bir dalgaya dönüştürmesi biraz zaman alacak gibi görünüyor.
Bu noktada önemli ve tayin edici olan, kapitalist barbarlığı can evinden vuracak, onun siyasal saldırganlıklarına barikat örecek bir inisiyatif ve hareketi örgütlemek. Bunu başarmanın koşulları bugün dünden daha fazla olgunlaşmış durumda, aciliyeti ise artık yakıcının da ötesi. Tarihte 15-16 Haziran direnişleri ve dalgasal bir nitelik kazanan sınıf hareketleriyle DGM’ler ve başka bazı faşist düzenleme ve kurumlar geriletilip dağıtılmadı mı?
On yıllardır Kürt Özgürlük Hareketi’nin yarattığı devasa birikimle bu topraklardaki tarihsel direniş hafızası, dinamikleri, birikimleri buluşturabildiğimiz oranda bu pervasızlıkların da önü kesilmez mi?
Bu cephede güçlü bir sınıf hareketinin yaratılması, ayrı ayrı akan direniş derelerinin bir kanalda toplanması sözkonusu olsaydı Kürdün evladı, hayvanı, toprakları, ormanları yanarken bir helikopter olsun göndermemeye cesaret edebilir miydi egemenler? Daha ne olduğu anlaşılmadan, daha gün ışımadan “anız yangını” denilip suç köylülere atılarak, DEDAŞ denilen sermaye vampiri aklanmaya kalkışılabilir miydi? Dahası o DEDAŞ dalga geçer gibi anında iktidar temsilcilerinin de desteğiyle “yangın bakımı yapılmayan, kaç şikayetimize rağmen görmezden gelinen yüksek gerilim hatlarına aniden verilen yüksek voltajlı elektrik nedeniyle çakan kıvılcımlardan çıktı” diyen köylü hakkında suç duyurusunda bulanabilir miydi? Yangına ilişkin her paylaşımın altına insan olanın aklının, vicdanının alamayacağı o korkunç içerikleri yazan ırkçı-kafatasçı faşistler bile kırk kere düşünme ihtiyacı duymazlar mıydı?
Sorular çoğaltılabilir. Fakat her gelişmede yaşadığımız sarsıntının son bulmasının yolu, kapitalizmi de onun bekçisi olan devletini de o devletin hareket biçimlerini de belirleyenin Kürt ve Türk halkının mücadelesinin eşitsiz gelişiminin bir an önce aşılması, bu iki cephenin dinamiklerinin bir kanalda buluşması ve sistemin korkulu rüyası olan işçi sınıfı hareketinin daha örgütlü ve giderek daha siyasallaşmış olması için yapmamız gerekenleri hızla yapmamızdır.
Hayat pahalılığı alıp başını gitmişken, etin hayalini bile kuramayan emekçiler bayramda kurban kesim yerinde sakatat toplamak isterken uğradıkları zabıta terörüyle daha fazla kırılan onurları için intihar etmeyi düşünüyorken, daha önce “asgari ücrete temmuzda zam da neymiş?” diyen Türk-İş Başkanı Ergün Atalay bile “asgari ücrete temmuzda iyileştirme şart” demek zorunda kalmışken, tüm emekçi kesimler açlık tehlikesiyle karşı karşıya kalmanın sancılarıyla kıvranıyorken, yani bir toplumsal patlamanın dip dalgaları her açıdan hissediliyorken, kapitalizmi can evinden vuracak koşulları hazırlamak için orada burada harcanan anlamlı emekleri bir mücadele odağında toplamak tarihsel görev ve zorunluluktur.