Küresel ısınmayı fırsata çeviren kapitalizm, nükleeri kurtarıcı olarak dayatıyor. COP28’de nükleer reaktör sayısının 3’e katlanma anlaşması sonrası uranyum fiyatlarında patlama yaşanırken, uranyum ve toryum madenciliği de genişletiliyor
Yusuf Gürsucu / İstanbul
Geçtiğimiz yılın Aralık ayında Dubai’de düzenlenen BM İklim Değişikliği Konferansı’nda (COP28) 2050 yılına kadar küresel nükleer kapasitenin üç katına çıkarılması hedefi ortaya konmuştu. Bu hedef doğrultusunda nükleer sermaye ve siyasi iktidarlar Brüksel’de bir araya gelerek, kamusal finansmanı nükleer yatırımlara yöneltmeyi amaçlayan bir Nükleer Zirve yaptı. Brüksel‘de yapılan toplantının eşbaşkanlığını Belçika Başbakanı Alexander De Croo ve Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (IAEA) Genel Direktörü Rafael Mariano Grossi yaptı.
Hakan Fidan’da oradaydı
Zirveye Türkiye’yi temsilen Dışişleri Bakanı Hakan Fidan katıldı. Fidan toplantıda, Akkuyu Nükleer Güç Santrali’nin tamamen faaliyete geçtiğinde Türkiye’nin elektrik ihtiyacının yüzde 10’unu karşılayacağını, küçük modüler reaktörlerin yanı sıra ilave konvansiyonel tesisler de inşa ederek bu seviyenin yükseltilmesinin amaçlandığını belirtti.
Nükleer sermaye heyecanlı
Bu nükleer sevdasının hangi ihtiyaçtan ortaya çıktığına yakından bakmak gerekiyor. Yakın zamana kadar nükleer sermaye sipariş alamaz haldeyken bugün bu sermaye kesimlerinin ellerini ovuşturarak süreci heyecanla ilerletme peşinde olduğu izleniyor. Çernobil ve Fukuşima’da patlamalar sonrası yaşanan radyasyon kirliliği halen yaşamı olumsuz etkilemeye devam ederken, nükleer sermayenin büyüme eğrisine girmesi ise sermaye için yeniden büyüme yollarından biri olarak öne çıkıyor.
Fransa’da 56 reaktör var
Zirvenin yapıldığı Belçika, önce 2015’te kapatma kararı aldığı 7 nükleer santralin kapatılmasını 2025 yılına ertelemişti. 2022 yılında ise bu kararından da vazgeçerek, yeni nükleer teknolojilere yatırım yapacaklarını açıkladı. Fransa ise Dünya Nükleer Birliği’ne göre 56 faal nükleer reaktöre sahip bir ülke. Fransa 2050 için belirlediği sıfır karbon hedefine ulaşmak için, nükleer reaktörlerin inşasını canlandırmaya ve geliştirmeye devam edeceklerini ve mevcut santrallerin ömrünü 60 yıla uzatacaklarını duyurmuştu. Macron, Fransa’nın normal boyuttaki nükleer tesisler yerine daha az nükleer atık oluşturduğunu iddia ettiği “mini-reaktörler” inşa edeceklerini açıklamalarına eklemişti.
Fransa ve Almanya
Diğer yandan Avrupa Birliği (AB) Komisyonu, Avrupa’da küçük modüler reaktörlerin (SMR) 2030 yılına kadar kurulmasını sağlamak için endüstriyel bir ittifak kurmaya karar verdiklerini açıkladı. AB Komisyonu Enerjiden Sorumlu Üyesi Kadri Simson, Avrupa’nın enerji alanında uzun süre çok yüksek düzeyde yatırım çekmesi gerektiğini belirterek, “2030 ile 2040 arasında enerji sektörüne yılda 670 milyar euro yatırım yapmaya hazır olmalıyız” sözleri dikkat çekiciydi. Avrupa’da nükleer santrallerini kapatma kararı veren Almanya’nın ise başını çektiği ‘yenilenebilir’ enerjiye odaklanarak Avrupa’da nükleer teknolojiye sahip olan Fransa ile al gülüm ver gülüm ilişkisi içinde AB’nin sermaye politikalarına yön verdikleri anlaşılıyor.
Mini nükleer santraller
Sürdürülebilir Ekonomi ve Finans Araştırmaları Derneği (SEFiA), geleneksel reaktörlere kıyasla, Küçük Modüler Reaktörlerin (SMR) büyük nükleer reaktörlere göre 35 kat daha fazla düşük-orta düzey radyoaktif atık ürettiği ve uzun inşaat süreleri ve yüksek maliyetleri nedeniyle faaliyete geçmeden kapandığını belirtiyor. Gerek kamu gerek özel sektör tarafından, SMR kurulumunu destekleyen açıklamalar yapılırken, Dışişleri Bakanı Fidan da aynı iddialarda bulunuyor. Oysa SMR projelerinin güvenilir ve düşük maliyetli bir çözüm olmadığı kabul edilen bir gerçek. Bu “küçük-temiz vb.” yaklaşımlar halkta rıza üretmenin aracı olarak kullanılırken, Bakan Fidan, Rusya ile Sinop’ta, Çin ile İğneada’da kurulmak istenen dev nükleer santrallerden söz etmeye gerek duymuyor.
AB’nin iki yüzü
AB nükleer enerjiyi iklim değişiminde kullanılabilecek bir üretim biçimi olarak yaklaşırken, diğer yandan Almanya’nın başını çektiği sermaye ‘yenilenebilir enerji’ yatırımları büyütülüp, enerji ihtiyacının buradan karşılanmasıyla iklim değişimi önlenir’ algısı ile farklı bir süreci ciddi bir çabayla işliyor. İklim değişiminin, aşırı üretimlerin neden olduğu ekolojik krizin sadece sonuçlarından biri olduğu gerçeği yaratılan bu algıyla tartışma dışı tutuluyor olması ise manidar bir durum. Kapitalizm tarafından kullanışlı bir araca dönüştürülen iklim değişimi, sermaye için yeni büyüme ve birikim alanı olarak işletilerek, dünya halklarına kurtuluşun yolu diye dayatılıyor.
Halka yeni vergiler
‘Emisyon Ticaret Sistemi’ (ETS) ve karbon vergisi Avrupa Birliği’nin (AB) küresel ısınmayla mücadele planlarının kamusal gelirlerden gerçekleştirmeyi hedefliyor. Nükleer sermayenin Brüksel’de yaptığı toplantıda da nükleer santrallerin kuruluş giderleri yine halktan elde edilen kamusal gelirle karşılanmasının planları yapılıyor. Bir yandan karbon fiyatlandırması süreci işletilirken, halka yeni vergiler getirmenin hazırlığı yapılıyor.
ETS ile yeni metalaştırma
Avrupa Birliği’nin ‘kirleten öder’ mekanizması ile parası olana kirletme özgürlüğü sağlanırken, karbon borsaları ve Emisyon Ticaret Sistemi (ETS) ile temiz ve kirli hava ticari olarak değişim sürecine bağlanmış durumda. ‘Net Sıfır Emisyon’ hedefi kapitalizmin yeni dünya düzeni kapsamında ortaya koyduğu politikaların gelecek kurgusu içinde kilometre taşlarından biri olarak öne çıkarken, buna bir de nükleer enerji eklenmek isteniyor.
NTE ve mineral madenciliği
‘Yenilenebilir enerji’ iddiasıyla dayatılan üretimlerde ihtiyaç duyulan Nadir Toprak Elementleri (NTE) ve mineral madenciliği, kapitalizmin ortaya çıktığından bu yana doğayı yerle bir eden madencilik düzeyini katbekat aşarak, ekolojik krizi çöküşe taşıyacak özelliğe sahiptir. Kapitalizmin üretebilmek için her seferinde doğaya dönmesi ve doğanın kendisini yenileyebilme sürecini beklemeden yeniden ve yeniden doğayı sömürmesi gerekmektedir. Kapitalizmin ortaya koyduğu dönüşümün temel nedeni, uzun yıllardır içinde debelendiği sermayenin yeterli büyümeyi sağlayamamasından kaynaklı olduğu açık bir gerçek olarak karşımızda durmaktadır.
Büyümeye feda edilen yaşam
Kapitalizm, neden olduğu iklim sorununu fırsata çevirip yeniden yüksek büyüme olanaklarını yaratmak istemektedir. Bugün yaşamı adeta yok oluşa bağlayan nedenlerin başında, aşırı üretim ve tüketimi sürdürmek amacıyla yürüttüğü maden, petrol, kömür, doğalgazın yoğun kullanımıdır. Ancak, karbon yakıtların ekosistemde yarattığı yıkımları mumla aratacak bir sürece ‘yenilenebilir’ enerji adımıyla girildiğini gösteren gerçekler ise ıskalanmamalıdır. Sermayenin yeniden ve yeniden büyüme sürecinde yaşam sermaye çıkarına feda ediliyor.
Uranyum fiyatları zirve yaptı
İklimle mücadele iddiasıyla dayatılmaya çalışılan nükleer enerji büyütülmeye çalışılırken, dünya uranyum fiyatlarındaki artış dikkat çekmektedir. COP28’de nükleer enerji kapasitesinin 2050’ye kadar üç katına çıkaracak anlaşmanın ardından uranyum fiyatlarında büyük artış yaşandı. Uranyum fiyatları 106 dolara ulaşırken, uranyumla ilgili şirket hisselerinde adeta patlama yaşandı.
Şirketlerin hisse senetleri
Kanadalı uranyum madden şirketi Cameco’nun (CCJ) hisseleri yüzde 83 oranında değer kazandı. Londra borsasında işlem gören Kazatomprom son 6 ayda yüzde 60’ın üzerinde artış kaydetti. ABD merkezli Enerji Yakıtlarının (UUUU) payları aynı dönemde yaklaşık yüzde 25 arttı. Madison Metals’in Yönetim Kurulu Başkanı ve CEO’su Duane Parnham, gelişmelerle ilgili olarak, “Nükleer enerji artık temel gücü sağlamanın yeni bir yolu” ifadesini kullanması dikkat çekiciydi.
Uranyum ölüm demek!
Öte yandan nükleere yönelişin sürmesi halinde uranyum madenciliğinin ciddi boyutlarda büyüyeceği ortaya çıkmaktadır. Nadir Toprak Elementi olan toryum ve uranyum madeninin arandığı ve işletildiği yerlerde çok ciddi boyutlarda radyoaktivitenin arttığı; havanın, suyun, toprağın kirlendiği bir gerçek. Uranyum madenciliği dünyadaki en kirli endüstriyel uygulamalardan biri olarak kabul edilir. Uranyum madenciliğinin yarattığı bir diğer çevre felaketi ise madenlerde ve ayrıştırma süreçlerinde devasa su kullanımıdır. Uranyum demek kanser ve ölüm demektir. Uranyum demek savaş demektir.
Kapitalizm yıkım yaratır
Kapitalizm, attığı her adımda büyük toprak kayıplarına neden olmaktadır. Dünya, gıdaya erişimin sadece parası olanın ulaşabildiği, ormansız ve nitelikli suya erişmenin mümkün olmayacağı bir geleceğe taşınmaktadır. Küresel ısınmaya karşı kapitalizmin ürettiği her çözüm ise daha büyük yıkımları ortaya çıkaracaktır.