6 Haziran günü Fransa’nın kuzey sahilinde Normandiya çıkarmasının 80’inci yıldönümü anması gerçekleşti. Aynı gün, AB üyesi ülkelerin tümünde üç gün sürecek Avrupa Parlamentosu seçimleri de başlamış bulunuyordu. Batılı ülkelerin çoğu Normandiya anmasında devlet başkanı düzeyinde temsil edildi. İkinci Dünya Savaşı’nda en fazla can kaybını veren ve Nazi yenilgisinde büyük rol oynayan Rusya, bu kez davetli listesinde yoktu. Rusya adına ilk kez 2004’te Başkan Putin bu törene katılmış ve kürsüden konuşma yapmıştı. Daha sonra Kırım’ın ilhakı kararına rağmen 2014 anmalarında da yer alan Putin, 2022’de Ukrayna operasyonunu başlattığından bu yana Batı’yla diplomatik ilişkileri neredeyse kesmiş bulunuyor. Dahası, son bir yıldır hakkında Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin açtığı soruşturma kapsamında bir yakalama kararı bulunuyor. Ziyaret edeceği ülkeleri seçerken tedbirli davranmak zorunda. Savaş halinde olduğu Ukrayna devlet başkanı Zelenski’nin de konuklar arasında bulunması, Putin’in Normandiya’ya gelmemesi için zaten yeterli neden oluşturuyordu.
Ukrayna savaşı, bu yılki anma törenine damgasını vurdu. ABD Başkanı Biden, Batılı müttefiklerin 80 yıl öncesinin ruhuyla bu kez Rusya’ya karşı birleşmeleri gereğini savunan bir konuşma yaptı. Ukrayna’yı savunmanın Batı değerlerini ve demokrasiyi savunmakla eşdeğer olduğunu vurguladı. Biden, iktidarı boyunca Amerikan müesses nizamını ve Avrupa ülkelerini küresel bir demokrasi bloğu inşa etme programına ikna etmeye çalışıyor. Soğuk savaşın ‘Hür Dünya’yla ‘Demir Perde’ ülkeleri arasında sürekli mücadele algısının restorasyonu, ABD hegemonyasının sürdürülebilirliği açısından en akılcı çözüm gibi görünüyor. Ukrayna savaşı, Avrupa’ya yönelik ‘Rus tehdidi’ mitinin yeniden canlanmasına vesile olurken Zelenski de Biden gibi bu mite sarılarak savaşı kaybetmesinin Avrupa için bir felaket anlamına geleceği mesajını tazeleme fırsatı bulmuş oldu. Ukrayna savaşına büyük yatırım yapan Avrupa ülkeleri, cephedeki son durum nedeniyle Ukrayna’dan umudu kesme ibareleri göstermeye başlarken ABD kamuoyunda da benzer bir demoralizasyon gözlenebiliyordu. Ama Biden yönetimi, son bir hamleyle Ukrayna’ya silah ve askeri malzeme desteği yönünde cömert bir yardım paketini Kongre’ye onaylatmayı başardı. Şimdi, umutları tazeleyerek rüzgârı tersine döndürme çabasına girişmiş bulunuyor.
Normandiya çıkarması yıldönümü, bu ve benzeri ciddi mülahazalar yanında trajikomik bir vakayla da anılmayı hak ediyor. Günün anısına, üniformalı ve tam teçhizatlı bir İngiliz müfrezesi Normandiya sahiline temsili bir çıkarma harekâtı yapınca, karşılarında Nazi ordusu yerine Fransız göçmen polisini buldular. Brexit diye bilinen vakadan, yani Birleşik Krallık’ın 2020’de Avrupa Birliği’nden (AB) ayrılmasından bu yana ülke vatandaşları, AB ülkelerine girişte pasaport kontrolüne tabi tutuluyorlar. Çıkartma bölüğünün Brexit çilesinden muaf tutulmamış olması, Kral Charles’ın vize başvurusu ve benzeri birçok Fransız esprisini de beraberinde getirdi.
Ukrayna savaşı, Normandiya anması kadar Avrupa Parlamentosu seçimlerinin de önemli başlıklarından biri. Ama seçmen tercihlerinde birinci sırayı, sıklıkla ‘mülteci akını’, ’yabancı işgali’ ve benzeri katastrofik terimlerle ifade edilen göç sorununun işgal ettiği tartışılmaz. Avrupa ülkelerinde aşırı sağ partilerin kaydettiği yükseliş, en çok göç olgusuna bağlanıyor. Ama ilk sonuçlar, Hollanda başta olmak üzere kıta genelinde aşırı sağ yükselişte yavaşlama, hatta gerileme eğilimine işaret ediyor. Ayrıca, farklı ülkelerin aşırı sağ partileri arasında da farklı yönelimler ortaya çıkmaya başladı.
Aşırı sağ içi ayrışmalardan biri, Marine Le Pen önderliğindeki Fransız Ulusal Birlik grubuyla, İtalyan başbakanı Giorgia Meloni önderliğindeki İtalya’nın Kardeşleri partisi arasındaki uyumsuzluk. Özetle, Fransız sağcıları İtalyan muadillerini yeterince ırkçı olmamakla ya da göçmenlere karşı yeterince sert siyaset izlememekle itham ediyorlar. Bir başka ayrışmaysa, Ukrayna savaşı ve Rusya karşısındaki tutumla ilgili. Macaristan başbakanı Viktor Orban gibi Avrupa’nın belli başlı sağ popülist liderleri ve partileri, ‘küreselci’ eğilimlere karşı ‘milli’ ve ABD etkisine karşı Rusya’ya yakın eğilimler içinde olarak bilinirlerdi. (Türkiye’deki Avrasyacılık akımı gibi.) Ama Meloni başta olmak üzere yeni aşırı sağ liderlerin, Orta Doğu ve Kuzey Afrika menşeli göçlere tepki içinde ‘beyaz Avrupalı’ ve Batılı kimliğe daha çok sarılarak ‘Atlantikçi’ etkilere daha fazla açıldığı görülüyor. Bu kontekstte Rus tehdidi imgesiyle mülteci akını birleşerek bir ortak düşman tahayyülü ortaya çıkartıyor. Beyaz Avrupalı kimliği, bu iki yabancı tehdidi birlikte düşünmeye davet edildikçe Rusya yerine Ukrayna’nın ve ABD’nin dost ve müttefik olarak görülmeleri daha çok mümkün oluyor. Özetle, Avrupalı ırkçılar Biden yönetiminin ve Amerikan müesses nizamının vazettiği ‘Batı cephesine’ yönelme eğilimi gösteriyorlar.
Avrupa Parlamentosu seçimleri, yakın geçmişe kadar Avrupa kamuoyu nezdinde bir nevi ‘Avrokrasi’ oyunu olarak görülüyor ve fazla önemsenmiyordu. Hatta bir yanda Brexit, öte yanda bir dizi ekonomisi zayıf Doğu Avrupa ülkesinin üyeliği, AB’nin geleceği olmayan gereksiz bir proje olduğu zannını da yaygınlaştırmıştı. Ama son yıllarda AB olarak birlikte davranmanın önemi daha çok vurgulanır hale geldi. Gözlemciler, özellikle Covid-19 pandemisinden bu yana geçmişte ‘Avrokrasi’ diye itibarsızlaştırılan temsilcilerin Brüksel’de aldıkları kararların hayati öneminin anlaşılmaya başladığına ve ortak parlamentoya bakışın değiştiğine dikkat çekiyorlar. Seçim sonuçları 9 Haziran Pazar akşamı netleşecek.
Erich Maria Remarque’ın 1929 tarihli eserine ithafen ‘Im Westen nichts Neues’ (Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok) cümlesi, bu haftalık rapor için doğru olabilir ama değişmeyen tek şey değişimin kendisidir özdeyişini de akıllarda tutmakta yarar var.