İktidardaki partiler muhalefeti susturmak için klasik yolu bulmuşlar. “Bunlar dış güçlerden besleniyorlar, ihanet içindeler, terörist seviciler.” Kendinden olmayana ihanetçi gözüyle bakmak bu ülkenin bitmeyen yaftası.
Yıllar evvel beraberce iktidara geldiler sonra da boşandılar. İktidara geldiklerinde ve destek aldıklarında her şey çok güzeldi. Fetullah Gülen’e özlem mesajları gönderen, övgüler düzenler, ülkeye dönmenizi bekliyoruz diyenler… O zamanlar özlemle beklenenler şimdinin teröristleri oldular. Ya onlarla birlikte yürüyüp buralara çıkanlar, onlar ne oluyorlar. Şimdi onlarla yürüyenler dışında herkes terörist. Hukuku ve adaleti çiğneyerek kendi teröristlerini yarattılar. Ülkenin yarısı terörist. Oysa sizler yaşamımız üzerinde terör estiriyorsunuz. Size boyun eğmeyenleri hemen parmağınızla gösteriyorsunuz. İnsan hakları beyannamesinde “bütün insanlar eşittir. Yaşamak, özgürlük ve kişi güvenliği herkesin hakkıdır” maddesinin altında Türkiye Cumhuriyeti’nin imzası var. Yaşamımıza bakalım bu madde geçerli mi? Maalesef ülkemizde bütün insanlar eşit değildir hele Kürtler hiç değildir. Yaşamak, özgürlük ve kişi güvenliğimiz yoktur. Milyonlarca insanı terörist olarak gören bir iktidardan kişi güvenliğini korumasını beklemek büyük iyimserlik olur. Kendilerinden farklı düşünen herkesten özellikle de Kürt siyasetçi ve basınından büyük korkuyorlar ki, cezaevleri bu insanlarla dolu.
Bu ülkede milyonlarca Kürt insanı haklarını gasp eden bir anlayışın iradesi altında yaşıyor. Örnekler çok bu konuda. Sağlık bakanlığından sonra Diyanet işleri de dijital ortamda verilen hutbeyi sekiz dilden verdi ama içinde Kürtçe yok. Selahattin Demirtaş’ın dediği gibi “Allah Kürtçe bilmiyor mu? Kürtler Müslüman değil mi?” sormak lazım diyanet işlerine. Hani dinde ayrım yoktu, bu nasıl bir Müslümanlıktır. Gazze’de Müslümanların öldürülmesini protesto edenler kendi halkının dilinin öldürülmesine sessiz kalıyorlar.
İnsan hakları gününde insanların daha fazla haksızlıklara uğraması da ancak bizim ülkemizde yaşanır. Makbule Ana 81 yaşında cezaevine gönderildi. %61 engelli olan Makbule Özer için geçen sene “cezaevinde kalamaz” raporu verildi. Bu sene ise “cezaevinde kalabilir” raporu verildi. ATK durumu tekrardan ele aldı ve kararını verdi. Cezaevine girmeyecek ve ev hapsi de uygulanmayacak. Bu karar bütün hasta tutsaklar için uygulanmalıdır. Esasında konu başka zira bu durumda olan birçok hasta hükümlü var ve emsal olması durumunda hepsi tahliye olacak ve bunu elbette istemiyorlar. Adaletin olmadığı yerde hukuk da çaresiz kalıyor. Hasta tutsakların yaşamları ellerinden alınmadan biran önce serbest bırakılmaları gereklidir. Yalnız hasta tutsaklar sorunu değil bu ülkede büyük bir beyin göçü var ve bu yetmezmiş gibi farklı düşünen insanları da cezaevine yolluyorlar. Farklı düşünen insandan o kadar çok korkuyor ve nefret ediyorlar ki, cezası bitmiş olan insanı dahi tahliye etmiyorlar. Ondan sonra utanmadan “Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devletidir” diyorlar. Cumhuriyetin altını oyarak “şeriat kanunlarını” yerleştirdiler ve yürürlüğe soktular.
Cezaevinde olan ve olmayan herkes Çiğdem Mater’in dediği gibi “Normal bir günümü özledim” diyorlar. Gerçekten normal olabilecek miyiz?