Bir yazının psikolojik gücü tek bir cümlesinin “akılda kalıyor” olmasından gelir. Akılda kalmayı sağlayan yöntem, o “tek cümlenin” yazının “finishi” olmasıdır.
Demokratik kamuoyunun Kurdistan kesimi yıllar ve yıllardır “gözaltında kayıplar” hakkında konuşuyor. Biz de bu konuşmaya katılıyoruz. Her defasında yirmi-otuz resim medyada yer alıyor. Sayılar binlerle ifade ediliyor. “Binlerle” ifade etmek bir gerçeği dile getirse de işlenen cinayetler hakkında vicdani tepkiye çok az katkıda bulunuyor. Çünkü “binler” eninde sonunda bir rakamdır. Rakam rasyonal akla hitap etse de manevi akla ne yazık ki hitap etmez. O binlerin içindeki “insan” tıpkı “kimsesizler mezarlığında isimsiz yatanlar” gibi adeta gömülmüştür.
Bu ve benzer düşünceleri aklıma üşüştüren insan hakları savunucusu, benzersiz kadın Eren Keskin’in gazetemizde çıkan son yazısı oldu.
Eren Keskin bu yazısının başlangıcında Cumartesi Anneleri’nin uğradığı polis baskısını anlatıyor. Kendisi hukukçu. O nedenle bu baskıların AYM kararlarına aykırılığını da not ediyor. Yazı bu minval üzere devam ederken, yazar birden, çoktan unuttuğumuz tüyler ürperten bir “kaybetme, yakma ve gömme” barbarlığını anlatmaya başlıyor. Şöyle yazmış:
“Bugün Cumartesi Anneleri eyleminin ya da birçok hak talebinin bu kadar kolay engelleniyor olmasında toplumun içinde bulunduğu büyük sessizlik ve korku ortamının da çok büyük bir etkisi olduğunu düşünüyorum. Örneğin, gözaltında kayıp olayları içinde çok bilinen acılı hikayelerden biridir Dargeçit kayıpları. 1995 tarihinde Dargeçit’te 29 Ekim günü, 7 insan gözaltına alındı. Bu insanlardan ikisi henüz 13 ve 14 yaşlarındaki çocuklardı. Bu insanların hepsi gözaltında kaybedildiler. Yıllar sonra onların kaybedildiği Dargeçit’te görev yapan Bilal Batırır isimli bir uzman çavuş konuşmaya karar verdi. Çevresindeki birçok insana bu 7 insanın nasıl gözaltına alındığını, nasıl kazanlarda yakıldığını ve cenazelerinin, bu yakılmış bedenlerin nasıl gömüldüğünü anlatmaya başladı. Bütün bunları haber alan komutan çok sinirlendi ve bir süre sonra Uzman Çavuş Bilal Batırır’da gözaltında kaybedildi.”
Yazının başlığı “bu hafıza silinmez”. Ama ben hafızamı yokladım. “Uzman Çavuş Bilah Batırır” ismini ya duymamışım ya da hafızamdan silinmiş. Oysa bir tanığın, hem de ordu mensubu bir tanığın gözaltında kaybedilmiş olmasını “duymamış olmak”, daha beteri “unutmak” utanç verici. Yukarıdaki paragrafı okuyunca öyle şaşırdım ki, “komutan çok sinirlendi” cümlesini okuyup da “komutan kim acaba?” sorusu bile aklıma gelmedi.
Eren Keskin yazmış: “Bu komutanın ismi Mehmet Tire idi. Mehmet Tire yıllarca özgürce dolaştı”
Ülkede Tire gibi binlercesinin “özgürce dolaşmakta olduğunu” düşünüp yazıya eşsiz bir güç veren şu satırları okuyunca, bu isim aklıma, Atilla İlhan’ın tabiriyle “mıh” gibi kazındı:
“İşte o acılara sebep olan Mehmet Tire bir süre sonra bu coğrafyanın en demokrat insanlarının, en solcu insanlarının tatil yaptıkları Bodrum Gümüşlük’te yıllarca belediye başkanı olarak görev yaptı.
Evet bu kadar insanın katilinden sorumlu Mehmet Tire, Bodrum Gümüşlük’te yıllarca özgürce kimse ses çıkarmadan, kimse itiraz etmeden belediye başkanı olarak görev yaptı.”
Yazının son cümlesi “O zaman toplumun, bütün bu suçların, bu kadar kolay işlenmesinde hiç rolü yok mu?” şeklindeydi ama ben bu cümleyi sanki bana hitaben yazılmış olarak okudum. “Suçların bu kadar kolay işlenmesinde” ben de dahil hepimizin rolü var.
Eren Keskin’in bu yazısını arada sırada okuyun. Silinmiş “hafızalarınıza” kaydedin.