M. Ender Öndeş
Şimdi Taliban zamanlarındayız ya, sosyal medya yine dönüp eski defterleri karıştırıyor bol bol. Bir yandan Afganistan’ın 70’li yıllara ait fotoğrafları ve tabii ki ille de Atatürk’ün insan ilişkilerine dair kareler, vs…
Tarih pek tuhaf ve muğlak bir şey. İnsan evladı her durumda geçmişe bugünden, bugünkü ihtiyaçları ve amaçları üzerinden bakıyor ve görmek istediklerini görmeye çalışıyor.
Bir ara İran modası vardı. “Mollalar öncesi İran” adı altında yayınlanan fotoğraflarda kadınlar, erkekler, çılgın partiler, Şah Rıza ve Farah Diba’nın modern hayatları… Yahu adam Ortadoğu’nun en büyük hırsızı ve en büyük katili. Kaçarken uçağa sığdıramadı altınlarını ve dolarlarını! CIA’nın da “evet biz organize ettik” dediği bir darbeyle İran’ın başına çöküp ülke petrollerini millileştirmek isteyen Musaddık’ı sürüm sürüm süründüren, bölgenin en korkunç gizli servisi SAVAK’ı kurup ülkeyi mezbahaya çeviren herifin biri. Bilenler bilir, İran devrimcileri yüzüklerinde siyanür taşırlardı, SAVAK’ın eline düştüklerinde içmek için. Ama caddelerde kadınlar, erkekler, diz üstünde etekler… Ah, evet, İran Tahran’ın bir bölümünden ibaretse eğer, evet. Geri kalan kocaman coğrafyadaki kadınlar, yoksul milyonlar?
Afganistan’daki, o da Kabil’in bir bölümündeki birkaç yıllık bahar, İran’la aynı şey değil elbette ama bizim biçimci bakış açımızdan durum değişmiyor. Kapitalist olmayan yoldan geçiş saçmalıklarının bir uzantısı olarak bataklığa saplanıp binlerce Sovyet insanını harcayan Brejnev ve avanesinin yarattığı berbat sonuç bir yana, o Kabil fotoğraflarının değeri nedir ki? Kandahar? Mezar-ı Şerif? Bir çiçekle kaç bahar gelmiş sanıyor insanlar?
Geçtik uzakları; buraya geldiğimizde de kafa aynı kafa. 1920’ler, 30’lardan bir vals fotoğrafı bul, yanına bir Kur’an kursu fotosu koy, altına da ‘nereden nereye geldik’ yaz, bitti! Yan ağla dön ağla, vur rakının dibine! Ortalama ulusalcı amcaların ufku bu kadar. Yahu be adam, tamam, Cumhuriyet iyidir, hoştur, Allah icat edenden razı olsun ama o mudur yani, o kadar mıdır? Bir yana nezaket, öte yana necaset fotoğrafı koyunca neyi aklayıp neyi gömüyorsun? O balolar yapılırken Zilan’da neler oluyordu? Laç Deresi mağaralarında hangi kimyasal gazlar kullanılıyordu?
Hadi geçtim şu Allah’ın cezası Kürtleri, işçiler, öz be öz Türk işçileri, fazla refah ve rahatlıktan obez mi olmuşlardı? Kırk çeşit sendikadan hangisini seçsem acaba diye düşünürken psikolojik dengeleri mi bozuluyordu? Mustafa Suphi ve arkadaşları Trabzon açıklarında yüzme öğrenirken mi boğulmuşlardı? Sansaryan Hanı beş yıldızlı oteldi de müşteriler mi beğenmedi? Allah aşkına bu tarih anlayışının Topkapı Sarayı’nı methedip Anadolu’da açlıktan ölenlere dönüp bakmamaktan ne farkı var?
Ama ‘Genç Cumhuriyet’tir canım, n’aapsın yani, birazcık kesti işte, birkaç idam sehpası filan, öyle mi? Ensesine kurşun sıkılıp Karadeniz’e atılmamışlar için ne kolay söylemesi. Buğday Meydanı’nda önce evladının çıkarıldığı sehpaya sonra kendisi çıkarılmışlardan değilseniz, olup biteni ‘İnkılabın Mecburiyetleri’yle açıklaması ne kolay.
E, ama ‘nezaket’ vardı o zamanlar. Evet, vardı. Vallahi ben de M. Kemal ile Erdoğan’ı kıyaslamam; tarihte kıyas her zaman yanıltır ama bu mudur ufuk, bu kadar mıdır yani?
***
Bakın, meseleyi daha iyi anlamak için şöyle yapın en iyisi: Bir patates bulun, haşlayın ve kaynar kaynar koltuk altınıza sokup bastırın. Böylece hem Sansaryan Han’da ‘ağırlanmış’ olanları yâd etmiş, hem de baloları ve valsleri bütünlüklü olarak değerlendirme fırsatını yakalamış olursunuz.