Bir eylemde, bir mitingde, daha doğrusu yapılıp edilen her şeyde insanı en fazla sarsan şeylerden biri rutinlik duygusudur. Çünkü o rutinliğin özünde dinamiklerin sönümlenmesi olduğunu bilirsiniz. Bir görevi yerine getirme kabilindedir katılımlar. Son yıllarda belli alanlara sıkışmışlığımız ve basın açıklaması tarzını aşamayışımızda bunu hissederiz mesela. Rutini bozan devlet şiddeti olur çoğu zaman ki o bile giderek rutin haline gelmiştir.
Söz konusu basın açıklamacılığımız dışında aynı rutinlik duygusunu yaşatanlardan biri de 1 Mayıs Maltepe alanı ya da büyük sendika ve konfederasyonların artık bırakalım üyelerini, temsilcilerinin bile haberinin olmadığı basın açıklamaları-mitinglerdir.
İşçi ve emekçilerle sınıf hasımları arasındaki güç dengesinin tartıldığı 1 Mayıs gibi özel bir güne ve bu günün kutlandığı alana damgasını vuran rutinlik, oraya devrimci duygularla giden herkeste en hafifinden “karamsar” bir iz bırakır. Bir mücadele yılı döngüsüdür orası, bir ayna. Normal koşullarda bir tazelenmeyle, özgüven kazanıp alanın ruhundaki dinamizmden beslenme ya da sınıfın geleceği açısından ve görevleri konusunda bir muhasebeyle çıkması gerekir. Ama son zamanların hiçbir 1 Mayıs’ında en azından devrim derdi olan hiç kimse bu duygularla ayrılmamıştır. “Mümkün olan olandır” demeyen hiç kimse…
Sonuçta karamsarlıklarımıza hesaplaşmalarımız da eşlik eder. İşçi ve emekçilere ulaşmaktaki iç engellerimiz, alışkanlıklarımız, aslında neler yapıp etmemiz gerektiği ve başka pek çok şey…
İnsanın kendisini tüm benliğiyle akışına bıraktığı, orada olmaktan mutluluk duyduğu, alandakilerle kardeşleştiği, coşkusuna kapılıp örgütlü bir halkın yenilemeyeceği duygusu yaşadığı, her anı başka bir sürprize açık Newroz’larla 1 Mayıs’ları kıyaslamak elbette ki doğru değil. Ama rutinleşmemenin ya da rutinleşildiği kesitleri aşmaktaki sır üzerinde düşünmek açısından bazı noktalardan bu kıyaslama yapılabilir sanırım.
Son yılların Newroz kutlamalarındaki dinamik ruhun beslendiği en önemli kaynak elbette ki ezilen bir halkın onca bedel ve acıyla ördüğü ve sıkıca sarıldığı manevi değerlerdir. Bu değerlerin artık sökülüp atılamayacak kadar kökleşmiş, anonimleşmiş olmasıdır. Ama sadece bu değildir. Asıl mesele, bir hareketin ya da öncü bir gücün kitlelerin acımasız ve acımasız olduğu kadar da yapıcı ve yön verici denetimine açık olmasıdır. Örgütlü bir halkın kendisini örgütleyenlerden hesap sorması, sorabilmesidir.
Bu halkın onlarca yılı bulan savaş yorgunluğu, öncülerini budamak için ardı arkası gelmeyen saldırıların yarattığı devasa boşlukları, politikada ve örgütlenmede yaşadığı tıkanmalar hatta yer yer çözülmeler, güvensizlikler, geri çekilmeler yok mu, var. Kimi Newroz’lara tüm bunların ağırlığıyla gelmedi mi, geldi. Ama karşılıklı güçlerin tartıldığı bir alan olarak Newroz’la kurduğu ilişki, o alanı mesajlarının dile geldiği en büyük arena olarak görmesi yaklaşımından hiç vazgeçmedi. Kimi Newroz’larda mesajını hasmına, kiminde de öncülerine verdi. Geçen yıllardaki mesajı “biz bunca bedeli parlamenter kazanımlar için vermedik”ti mesela. Bunu atılan sloganlarla, sahneyle alan arasındaki büyük söylem farkıyla, sahneyle ilişkideki kopuklukla hissettirdi.
Bu yılın Newroz’undaki hava belirgin bir farklılık taşıyordu. Halk, Mayıs genel seçimleri sandığında da mesaj vermiş, sandıktan sonra da hesap sormuş, tartışmış, öncülerini eleştiri ve önerileriyle uyarmıştı. Bu mesajların bütünüyle ve doğru alınıp alınmadığını önümüzdeki süreç gösterecek. Ama en azından belirli yönleriyle alınmaya çalışıldığını gösteren işaretler var. “Rabe”de ifadesini bulan bu adımlar, Kürt halkında da karşılığını bulmuş görünüyor. 2024 Newroz’unda alanlardan taşan katılım açılan bu yeni “kredinin” somut ifadesiydi.
Çocuklarıyla akmışlardı. Atölyelerde ter döken, mahallelerde işsizlik kırbacıyla ezilmeye çalışılan, okullarda değersizleştirilmek için her türlü aşağılayıcı muameleyle öğütülmeye çalışılan gençleriyle akmışlardı. Kadınlar, yıllar içinde edinilmiş siyasal-ulusal bilinci kuşaktan kuşağa taşıyanları olduklarını gösterircesine kız çocuklarına yöresel giysiler giydirmiş, halayların başına koymuştu; bu bilinci taşıma sırasını onlara verdiklerini gösterircesine… Her kuşak vardı orda ama bir gücün geleceğini temsil eden gençlerin alanın ezici ağırlığını oluşturması, “Kürt gençleri de bilinci de bitmez” dercesine salınıp durmaları, rutinleşmenin aşılması açısından bir bahar muştusu gibiydi.
Evet, Newroz’la 1 Mayıs karşı karşıya konulamaz, birebir bir kıyaslamayla ele alınamaz. Ama ikisinde de bam telini oluşturan ortak nokta öncülük iddiası taşıyan güçlerle temsil ettikleri kitleler arasındaki denetim mekanizmalarıdır. Kürt siyasi hareketi bundan uzaklaştığı dönemlerde rutinleşmeyi yaşadı. Bunu yeniden kazandığı, halkın yıkıcı ve yaratıcı eleştirileriyle buluştuğu, onu dikkate alacak bir hat çizdiği oranda o rutinleşmeden çıktı. Bu Newroz da onun işaretiydi.
Sendikalar, konfederasyonlar, sınıfa öncülük ettiğini iddia eden tüm güçler açısından da bu böyledir. Bürokratlaşmanın, tabandan uzaklaşmanın, tabanın sesini duymak bir yana onu örgütlemek için asgari bir çabanın içine girmemenin sonucudur rutinleşen her şey. Tabanın örgütlenmesiyse esas halka…