PKK Lideri Abdullah Öcalan, Ankara’da ilk Newroz ateşini nasıl yaktıklarını, anlamını, dönemin koşullarını anlatıyor: Ülkemizin adını ağzımıza alalım mı? Herkes Doğu diyordu o zaman. Burası artık Kurdistan dedik. Samimiydik, inançlıydık. 1973 Newroz’u böyle karşılandı
Kürtlerin “yeniden doğuş” olarak nitelendirdiği Newroz’a sayılı günler kaldı. Engellemeler, saldırılar ve katliamlara rağmen Newroz ateşini yakmaktan vazgeçmeyen Kürtler, bu yıl bir kez daha “Her der Newroz, her dem azadî” ve “Newroz ateşiyle özgürlüğe” şiarıyla özgürlük taleplerini meydanlarda haykıracak.
Newroz’un kutlandığı tarih olan 21 Mart, 50 yıl önce 1973’te PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın Ankara’da bulunan Çubuk Barajı’nda Kürt gençlerini bir araya getirmesiyle farklı bir anlama kavuştu; bu tarihten sonra Kürtler için “yeniden doğuşun” anlamı oldu. Kürtlerin özgürlük mücadelesinin “işaret fişeği” olarak tanımlanmaya başladı. Yüzlerin bir araya geldiği meydanlarda, önce binler daha sonra milyonlar bir araya gelmeye başladı.
Öcalan, geçmiş dönemlerde yaptığı değerlendirmelerde Newroz sürecini genişçe ele alarak, direnişle özdeşleşen kutlamalara büyük önem atfetti. Öcalan, Newroz’u “diriliş, başkaldırı, isyan” olarak nitelendirdi.
Küçük bir grupla başladı
Abdullah Öcalan, 1994 yılında yaptığı değerlendirmelerde, küçük bir grubun az bir umutla ve çok az bir hazırlıkla 1973 yılının Newroz’unu karşılamaya çalıştıklarını belirterek, “Ülkemizin adını ağzımıza alalım mı? Herkes Doğu diyordu o zaman. Burası artık Kurdistan olsun dedik. Kitaplarda böyle sözcükler geçiyor. Birçok sol grup vardı, bir grup da bu ülke için olsun dedik. Ama birkaç kelimeden daha fazla bilgi dağarcığı yok, genel teorik uluslar üzerine çok şey söylüyor, ama biz nasıl bir ulusuz, nasıl bir ülkeyiz genel teori parti üzerine çok şey söylüyor, ama biz partileşmenin neresindeyiz, nasıl başlayacağız? Büyük bir sır var, cevabı oluşturmak gerçekten birkaç büyük cephe savaşından daha fazla sorumluluk isteyen, yaratıcılık isteyen bir savaş ister. İşte buna da kör-naçar girmeye çalışacaktık” diye anlattı.
Samimiyet, inanç…
Bu dönemde grup kurduklarını ifade eden Abdullah Öcalan, “Biraz o dürüstlüğümüz, o topraklara halen olan ilgimiz, o ‘beni unutma’ diyen dağlar, taşlar, kurtlar, kuşlar varsa devrim teorisi, varsa devrim partisi bize göre de ‘biraz oluşamaz mı?’ dedirtiyordu. Ve gerçekten ahım-şahım bir yanımız yoktu ama, bir soysuz gibi işte metropole kavuştum, yüksek okula da kapağı attım, hele de cebime sıcak paralar gelir deyip, gerçekten kendimi yere atmadım. Biraz daha ileri amaç, onun biraz daha genel düşüncesi ve biraz daha çıkara bulaşmamış arkadaşlık ilişkileri kurduk. Samimiydik, inançlıydık, artık güçlenmek de istiyorduk. 1973 Newroz’u böyle karşılandı. Dikkat edilirse anlamlı bir karşılayış, ülke adını ağzımıza alıyoruz, ayrıca sömürgedir diyoruz. İlk defa bu sözcükler çıkıyor. Ve bunun için bir de bağımsız bir grup yerindedir. Çünkü o zamanın Marksizm-Leninizm adına ahkam kesenler ufak bir grup oluşturmayı bile Marksizm’e ihanet sayıyorlardı. Biz bu anlamda ihanetse olsun dedik, kendi grubumuza yönelme gereği duyduk. Bunlar önemli gelişmelerdir” dedi.
Ulusal hareketin mayalanması
PKK Lideri, ulusal kurtuluş hareketinin ilk Newroz ateşinin yakıldığı Ankara’da mayalandığını belirterek, “Düşmanın kalesinde, Ankara’sında, Anıtkabir’in dibinde mayalandı, ulusal kurtuluşçu düşünce biraz ortaya çıktı, sosyalizmle tanışma, çağdaşlığın düşünce biçimleriyle tanışma gerçekleşti, dedim ya oburcasına, ne kadarını hazmeder demeden atıştırıyorduk ama, hiç olmazsa gerekli olanı özümseriz diyorduk. O yılları böyle değerlendirmek gerekiyor velhasıl ruhumuzu satmadığımızı düşünebilirim, söyleyebilirim. Bin bir yerden düzene bağlanmak istenilen kişiliğimizi satmamaya büyük özen gösterdiğimi belirtebilirim. Örneğin Diyarbakır’ın da beni yerel gerici mihraklara bağlamadığını söyleyebilirim. Biraz bağımsız, özgür kalmaya çalışıyoruz. Seni her taraftan yutmak isteyen, hele biraz memurlaştın mı, biraz böyle para gördün mü, biraz yüksekokul gördün mü her taraftan seni bağlamaya çalışan ve en kötüsü de senin kendi içindeki ihtiras, kendi içindeki o döneme göre çok tutkulu düzen içi yaşamın, paracıl yaşamın kendi geriliğine kalkarken, başkalarının yaşamına dört elle koşuşun seni götürebilirdi. Artık tesadüf müdür, istisna mıdır veya biraz yitirilmeyen bazı insani, halkımıza özgü yanlar mıdır bizi böyle tedbirli olmaya götürdü ve işte söylendiği gibi bir genel ülke lafı, bir sömürge lafı, bir grup niyeti öyle sanıyorum ki bu yıllara karşı bizi sigortalayan temel gerçekler oluyor” şeklinde konuştu.
İnsanlığın kazanılması
Abdullah Öcalan, insanlığın kolay kazanılmadığını ifade ederek, “Şerefli, onurlu olmak öyle sanıldığı gibi kolay değil. Kendine de karşı saygıyı yitirmek çok kolay, saygı kazanmak ise bu yıllarda çok zor. Her şey seni senden alıp götürüyor. Ama her şey bu yıllarda gerçekten seni senden alıp soğana çeviriyor ve sen zenginleşiyorum diyorsun müthiş köleleşiyorsun, özgürleşiyorum diyorsun görülmemiş ihaneti yaşıyorsun, bağımsızlaşıyorum ve böylece çağdaşlaşıyorum diyorsun. İlk çağın kölelerini anladık, prangaya vururlardı, pazarlarda alıp satarlardı ve sonuçları belliydi. Ama bu çağdaş kölelik, bu Kürt köleliğinin de gerçekten ne tarihte eşine rastlanıyor, ne de çağdaşlıkta böyle kölelik biçimlerine tanık oluyoruz. Onun gerçeği içinde yutulmamak, bu nedenle Ankara’sında yutulmamak çok önemli oluyor” ifadelerini kullandı.
Kurdistan uçuşuna hazırlandık
Kurdistan seyahatine giden süreci anlatan Abdullah Öcalan, şöyle devam etti: “O Ankara ki, TC’nin kuruluşundaki başkentinde ölüm fermanımızın çizildiği Ankara’dır. O 1925’lerin İstiklal Mahkemelerini çıkaran Ankara, Kürtlükten ne varsa olası bir gelişmenin önünü darağaçlarında bitirten bir Ankara. 1925’lerde, daha ilk kuruluşunda, o zayıf dönemde böyle olan 1970’lerde nasıl olur? Hele o geliştirdiği, çok çapul bile diyemeyeceğimiz, talan ekonomisiyle kendi halkını bile korkunç bir soyguna çeviren o asalak güruhuyla buradan nasıl sağlam çıkarsın. Onun hikayesini sizlere çok anlattım ve bu anlamda devrimci gençliğin eylemine yüksek değer biçtik. Türkiye devrimci gençliğinin eylemine de, onlardan olmaya da tereddüt etmedik, yeni dünyamızı onlarla da yaşamaya çalıştık. Fakat onların düzene bağlanışları köklü, kopuşları sınırlıydı. Bizimki öyle olamazdı. Yavaş yavaş kendi grubumuzla bir Kürdistan uçuşuna hazırlandık.
Tohum serpme hareketi
Diğer baharları bir tarafa bırakayım ama, benim 1977 baharını böyle bir uçuşla ve gerçekten ver elini Ağrı deyip geldiğimi çok iyi hatırlıyorum. Yani başında düzenin çok etkili bir Kürt ajanı var. Onu anayım mı, anmayayım mı bilemiyorum. Bir Ağrılı, Pilot diyorduk, sınırlı da olsa bir yurtseverlik düşüncesi var mıydı? Bu da araştırılmaya değer. Burada önemli olan; Ağrı Dağı eteklerindeki toplantıyı yaptığımızda, devletin gölgesinin bu kadar yakınında ama o dağın da gerçekten tam bir kutsallık ifade eden gerçeğinde bunun ne kadar ciddi bir adım olduğunun biraz farkındaydık. Şunu da söylüyordum; ‘Bu bir tohumlanma hareketidir. Ankara’da mayalandık, şimdi tohumlar saçılıyor, bundan sonra ölüm de gelse nasıl, ne biçimde gelirse gelsin, hiç umurumuzda bile değil’ ve başladık o zamanki Kürdistan seferine. Gerçekten tam bir tohum serpme hareketiydi. Ben işte oradan çıkış yaptım, Kars’ın içine, oradan Digor’a gittim. Orada küçük bir toplantı yaptım ve bazı yiğit çocuklar vardı. Bazıları şehit düştü ve halen savaşanlar da var.
Yaprak kıpıldamayan yıllar
Her an hatırlıyorum, şimdi oralar gerillanın yatağı haline de gelmiştir. Fakat anlamlıdır, yani biz geçtiğimizde bir yaprak bile kıpırdamıyordu. Orada baharı karşılıyoruz, Newroz’u karşılıyoruz. Faşist Erzurum’undan, biraz Erzincan’ından Dersim’ine geçerken kar altından böyle yeni yeni kar çiçekleri de çıkmış, bir şeyler söyler ama, bakacak halim bile yok. O da bir gerçek, yani o sert rüzgarlar altında bir çiçek çıksa bile neye yarar, neyi ifade edebilir? Yani bunu şunun için söylüyorum; biraz yaşamdan bahsediyorsunuz. Benim kendi gerçeğimde özellikle bir de bu yönlü gerçekçi olma durumum var. Çiçekleri anlamamak, yaşamın belirtilerini görmemek ne kelime, fakat gerçekleri de bir tarafa itmek pek anlamlı olmuyor. Hiçbir zaman o dönemde iyi bir çiçekçi olamadım, çiçeklere iyi bakamadım ama, hep çiçeklerin günün birinde iyi bakılması gerektiğinin farkındaydım.
Haki Karer’in hazırlığı
Dersim’i araştırdık, biraz görüştük, birkaç söz sarf ettik. Oradan bir Karakoçan toplantımız vardı. Diğer bağlamda 1 Mayıs’ta orada akşam bir katliam haberi gelir. İstanbul’un Taksim Meydanı’nda 37 emekçi bir provokasyonla katledildi. Oradan Diyarbakır’a uzanıyoruz bir 6 Mayıs toplantımız var, bu sefer Diyarbakır’ı biraz daha anlamlı kılabilecek bir toplantı. Ardından ver elini Antep, büyük şehidimizin oldukça coşkulu hazırladığı ve sabaha kadar gerçekten coşkusundan bir Newroz’u yaşar gibi, tutkusundan bir şey kaybetmeyen Haki yoldaşın sorumluluğunda biraz eylemle karşılanmış bir Antep, biraz grubun büyütüldüğü bir Antep gördük ve biz de sabaha kadar konuştuk. Ardından ver elini Ankara. Ne arıyorsun Ankara’da? Ölümü arıyoruz aslında. Ben gidip Kürdistan’da bunu yaptım, Ankara’da beni ne yaparsan yap diyordum ve nitekim daha on beş gün geçmeden Haki’nin şahadet haberi geldi. Bize cevap gelince anladık, yani idam fermanı verilmiş ve şurada-burada infazlar başlamış. Antep’e tekrar indik, şunun için söylüyorum; inerken sanki gök başımızın üstüne yığılıyor, yer yarılıyor içine giriyoruz.
Bir adım ileri…
Biraz duyarlı olanlar süreçlere böyle bakmak zorunda. Hiçbir hazırlığı yok, sadece ufak bir tohumlanma yapmışsın, en ufacık soğuk bir rüzgar kasıp kavurabilir ve nitekim kasıp kavurmaya da başlamış. Haki’nin cenazesini Türkiye’ye yolladık, o bir Karadeniz çocuğuydu. Daha sonra aile temelinde büyük bir düşmanlık da geliştirildi. Düzen böyle karşılık verdi, fakat gerçekten o tam bir arkadaştı. Anısı üzerine düşünme gereği duyduk ve madem bu güzel arkadaşımız uğruna şehit düşecek kadar kendini feda ediyor, biz o düşünceyi bir adım daha ileri götürelim ve partileştirelim dedik.”
Haber: Özgür Paksoy/MA