Gazetemizde yayımlanan ‘Kürdolojide İntihalin ABC’si’ başlıklı yazıda, intihaller yaptığı iddia edilen Doç Dr. Nesim Sönmez’den cevap yazısı geldi
Gazetemizin internet sayfasında 29.12.2020 tarihinde yayımlanan “Kürdolojide İntihalin ABC’si: Nesim Sönmez Örneği” başlıklı yazıya, iddiaların hedefindeki isim olan Doç Dr. Nesim Sönmez’den yanıt geldi. Cevap hakkına duyduğumuz saygıdan dolayı, bize gönderilen metni olduğu gibi veriyoruz:
“BİR İFTİRANIN ANATOMİSİ: AYBÜKE ELİF YILMAZ ÖRNEĞİ
Gazetenizin internet sayfasında, 29.12.2020 tarihinde Aybüke Elif Yılmaz imzalı yayımlanan yazıda, benim akademik kimliğime ve bilimsel çalışmalarıma yönelik çeşitli ithamlarda bulunulmuştur. Herhangi bir araştırma yapılmadan, bana sorma ihtiyacı hissedilmeden ve en önemlisi herhangi bir etik kural dikkate alınmadan var gücü ile saldırma yolu seçilmiştir. Bununla beraber gazetenizin ilgili biriminin de bu kadar hassas ve kişilik haklarına yönelik yazılmış bir yazıyı, gerekli hassasiyeti göstermeden, sıradan bir habermiş gibi yayımlamış olması da son derece üzücü olmuştur.
Yazıda yer alan iddialarının tamamen bir iftiradan ibaret olduğunu delilleriyle ortaya koyduğumda, yazıyı yazanın yüzü kızaracak mı acaba, merak ediyorum. Kürtçe’de bir atasözü var, der ki “Dizanin malan barkirîye lê nizanin li ku danîye.” Yani “Evlerin göç ettiğini biliyorlar, ancak nereye konduklarını bilmiyorlar.” Bundan hareketle ilgili konuda yazıyı yazana rehberlik edenlerin maalesef yanlış yol izledikleri görülmektedir. Yazıyı yazan da ne yazık ki yolun doğru kapıya çıkıp çıkmadığını yeterince araştırma gereğini duymayarak adeta “mal bulmuş mağribi” tavrıyla saldırma zilletine düşmüş bulunmaktadır.
Hani deveye sormuşlar “Boynun neden eğri?” diye. Deve “Nerem düz ki?” demiş. Sözü fazla uzatmadan Aybüke Elif Yılmaz’ın iddialarının iftiralardan ibaret olduğunu delilleri ile ortaya koyalım:
- Yazıda benim ilahiyatçı olduğum, başka fakülte ya da bölümde görevli bir akademisyen iken Kürdoloji bölümüne görevlendirildiğim ve çok hızlı bir şekilde akademik basamakları tırmanarak doçent olduğum iddia edilmektedir.
Ben ilahiyat fakültesi mezunu değilim. Yüksek lisans ve doktora derecelerimi de ilahiyat fakültesi bünyesinde yer alan herhangi bir anabilim ya da bilim dalı altında tamamlamadım. Ben edebiyat fakültesi mezunuyum. 2013 yılında Arap Dili ve Edebiyatı alanında doktoramı bitirdim. Söz konusu anabilim dalı zikredilenin aksine ilahiyat fakültelerinin değil, edebiyat fakültelerinin bünyesinde yer almaktadır. 2014 yılında, şu anda görev yaptığım Kürt Dili ve Kültürü Anabilim Dalında yardımcı doçentlik görevime başladım. Akademik hayatım, halen aynı anabilim dalında devam etmektedir. Kürt Dili ve Kültürü Anabilim Dalında göreve başladığım tarihe kadar Milli Eğitim Bakanlığına bağlı okullarda öğretmenlik ve yöneticilik görevlerinde bulundum. Dolayısıyla çalışma hayatımda da ilahiyat fakülteleriyle herhangi bir ilgim olmamıştır.
Özetle doçentlik kariyerime doğru giden, tırnak içinde “akademik kariyer basamaklarını tırmanırken” ilahiyat fakülteleriyle bir ilgimin olmadığını belirtmek isterim. Bunu ifade ederken amacım fotoğrafı doğru bir şekilde ortaya koymaktır yoksa ilahiyat fakülteleri ile ilgili herhangi bir problemim yoktur. Durumu ortaya koymayı ve yine tırnak içinde “sayın yazarın (!)” başvurduğu bilgilerin ne kadar yanlış olduğunu ifade etmeyi amaçladım.
Yazıda hızlı adımlarla yükseldiğim iddia edilmektedir. Ben 2014 yılında yardımcı doçent olarak akademik hayatıma başladım. Doçent unvanını ise 2019 yılında ancak alabildim. Aradan beş yıl gibi hiç de kısa sayılamayacak makul bir süre geçmiştir. Bu süre zarfında yakın çalışma arkadaşlarım ve beni tanıyan herkes, doçentlik başvuruları için gerekli şartları sağlamak amacıyla iyi bir çalışma disiplini ve yoğun bir temposuyla çalıştığımı yakinen bilir.
Esasında, sadece bir akademisyen olma ve basamakları hızlı tırmanma gayem olsaydı, doktora yaptığım alan (Arap Dili ve Edebiyatı) bu amaç için hiç kuşkusuz daha uygundu. Böylece atıfta bulunulan “basamakları hızlı yükselme” konusunda daha büyük bir olanağa sahip olurdum. Oysaki ben Kürt Dili ve Edebiyatına hizmet etmek gayesiyle iddia edilenin tam tersine “basamakları hızlı yükselme”yi değil de hâlihazırda geleceği konusunda belirsizliği de içinde barındıran zor bir alanda çalışmayı tercih ettim.
- Suçlamalarda izlenilen yol, sıradan gazete haberleri yazılırken izlenen yoldan farksızdır. İntihal gibi asla basite alınamayacak bir konuda yazı kaleme aldığını unutulmuş gibidir. Demek ki “çamur at izi kalsın” gibi bir yöntem tercih etmek yazıyı yazan için daha kolay olmuştur. Oysaki bu herkesin bildiği gibi son derece etik dışı ve ahlak dışı bir yaklaşımdır.
Benim danışmanlığını yaptığım “Baba Tahir di Wêjeya Kurdî de” (Kürt Edebiyatında Baba Tahir) adlı tezden güya “intihal yolu ile bir makale yayımladığımı, resimlerini kullandığımı, ilgili öğrencinin Konya Mevlana Müzesinden satın aldığı el yazması eserin numunelik fotoğraflarını da aşırıp makaleye koyduğumu, buna karşın ilgili öğrencinin ses çıkarmaktan korktuğu” vb. iddialarda bulunulmaktadır.
Bu iddiayı dile getiren kişinin her şeyden önce makale ile tebliğ metninin farkını bilemeyecek kadar konuya yabancı olduğunu belirtmek istiyorum. Söz konusu yazı, makale değil bir “tebliğ” metnidir. Çalışmada kullanılan fotoğrafların bir kısmına, Türkiye’ye ait sitelerde bir kısmına ise Baba Tahir’in kabrinin bulunduğu İran’a ait sitelerde rahatlıkla ulaşılabilmektedir. Örneğin Baba Tahir’in kabrinin bulunduğu yerin fotoğrafına internette yapılacak basit bir aramayla kolaylıkla erişilebilir (https://islamansiklopedisi.org.tr/baba-tahir-i-uryan). Ayrıca tebliğimde fotoğraflarını kullandığım eser (Baba Tahir’in Dubeytileri) Konya Mevlana Müzesinde “2530” numarasıyla kayıtlı olup müracaat eden her araştırmacıya bu eserin dijital bir nüshası verilmektedir.
Tezin yazıldığı enstitünün tez yazım ilkeleri gereği, tez çalışmalarına başlamadan önce enstitüye sunulması bir zorunluluk olan tez öneri belgesinde “Tez Önerisi Hak Sahipliği Formu” bulunmaktadır. Bu formda “Tez Gerekçesi Önerisinde Ortak Hak Sahipliği Vardır” seçeneği yer almaktadır. Bu seçenek işaretlendiği takdirde, tezden çıkarılacak çalışmalarda hem öğrenci hem de danışmanlığını yapan hocası eşit derecede hak sahibi olmuş olur. Adı geçen tez için de bu seçenek işaretlenmiş olup danışman hoca ve öğrencisi tarafından imzalanmıştır.
Söz konusu öğrencinin, tez çalışmasını danışmanlığımda tamamlamasından sonra 2017 yılında Mardin Artuklu Üniversitesi tarafından düzenlenen “Süryani Arap ve Kürt Klasikleri Uluslararası Klasikler Çalıştayı”nda “Baba Tahir û Dubeytîyên Wî” adlı tebliği sunduğum doğrudur. Ancak sunum esnasında, tebliğimi hazırlarken ilgili öğrencimin (M. N. Yavuzer) “Baba Tahir di Wêjeya Kurdî de” adlı tezinden yararlandığımı, salonda bulunan bilim insanlarının ve dinleyicilerin huzurunda açıkça ifade ettiğim kayıtlarda mevcuttur. Arzu edenler, istedikleri takdirde sunumu dinleyenlerden ve üniversitenin video kayıtlarından ilgili bilgiye ulaşabilirler. Ayrıca öğrenci de 2020 yılında, aynı tez çalışmasından yararlanarak “Lêkolinek li ser Qewmîyeta Baba Tahir” adlı bir makale yayımlamıştır. Söz konusu makale çalışması sadece öğrenci adına yayımlanmıştır. Görüldüğü üzere bir tezden iki çalışma üretilmiş, hak sahipliğine istinaden makale öğrenci adına tebliğ ise danışmanı adına yayımlanmıştır. Dolayısıyla Yavuzer’in tez çalışmasından faydalanılarak yayımlanan tebliğ çalışmasında yayım prosedürleri ile ilgili birtakım yanlışlar söz konusu ise de “hak gaspı” diye nitelendirilebilecek bir durum meydana gelmemiştir.
Bilindiği üzere her lisansüstü tez çalışması, bir öğretim üyesinin danışmanlığında yapılır. Tez danışmanlarının, çalışmaların vücut bulmasında asla küçümsenmeyecek derecede emeğinin olduğunu akademi dünyasında olan herkes çok iyi bilir. Benim de danışmanı olduğum her lisansüstü öğrencime gerekli danışmanlık hizmetini verme konusunda üzerime düşen görevi layıkıyla yapmaya çalıştığımı çalışma arkadaşlarım yakinen bilmektedirler. “Sözde danışman” gibi bayağı bir ifadeyle bu emeği küçümsemek ve akademik ehliyetime dil uzatmak benim şahsımda bilim camiasında bulunan bütün bilim emekçilerine saygısızlıktır. Ayrıca bu yaklaşım öğrenci ile danışman hocası arasındaki ilişki ve iletişime de dil uzatma hadsizliğini beraberinde getirmektedir.
İleri sürülen iddialardan bir diğeri de öğrencilerimi korkuttuğum meselesidir. İddia sahibi iddiasını ispatlamakla mükelleftir. Öğrencilerimi korkuttuğum iddiası tamamen gerçeklerden uzak ve karalamaya yönelik bir saptırmadır. Yazıyı yazan kişi her hangi bir kanıt ortaya koymadan sadece mesnetsiz iddialarda bulunmuştur.
- Yazıyı yazan kişi, 2019 yılında Lorya Yayınları tarafından yayımlanan “Di Helbestên Kanî de Muzîk” adlı bir eserimin olduğundan bahsetmiştir. Oysaki benim böyle bir çalışmam hiç olmamıştır. İşaret edilen eser B. T. Ahmed adlı öğrencime aittir. Söz konusu öğrenci bu eseri, “Ahmed, B. T. (2019). Di Helbestên Kanî de Muzîk / Kani’nin Şiirlerinde Müzik. Yüksek Lisans Tezi. Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Yaşayan Diller Enstitüsü, Van.” künyeli kendi tez çalışmasından üretmiştir. Yayım aşamasında eseri baştan sona okuyup edite ettiğimden dolayı, eserde editör olarak adım geçmektedir. Yazar olarak yalnız ilgili kişinin adı geçmektedir. Durum bundan ibarettir. Eserin kapağında sadece yazarın (B. T. Ahmed) ismi yer almaktadır. Dolayısıyla bu iddia tamamen bir hayal mahsulüdür.
- Yazıyı yazan, benim “Sönmez, N. (2018). Evdirehîm Rehmî Hekarî û Berhema Wî Ya Dersa Dîn. 1. Uluslararası Zap Havzası Uleması Sempozyumu Bildirileri, (pp. 673-683). Hakkâri, Turkey” künyeli tebliğimin, Sayın Ayhan Tek’e ait, “Tek, A. (2018). Ebdurrehîm Rehmî Hekkarî û Tehlîlek Li Ser Berhema Wî Ya Bi Navê Dersa Dîn /Abdurrahîm Rahmî Hekkarî ve Dersa Dîn İsimli Eseri Üzerine Bir İnceleme. Anemon Muş Alparslan Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 6 (6) , 839-858. DOI: 10.18506/anemon.400209.” künyeli çalışmadan intihal ettiğim iftirasında bulunmuştur.
Hakkâri Üniversitesi tarafından 27-29 Nisan 2018 tarihinde gerçekleştirilen “1. Uluslararası Zap Havzası Uleması Sempozyumu”na “Evdirehîm Rehmî Hekarî û Berhema Wî Ya Dersa Dîn” adlı bildiri ile katıldığım ve tebliğimi sunduğum doğrudur. Daha sonra sempozyumda sunulan bildiriler 2 cilt halinde Kasım-2018 tarihinde İstanbul’da basılmıştır. Ancak Sayın Ayhan Tek’in söz konusu “Ebdurrehîm Rehmî Hekkarî û Tehlîlek Li Ser Berhema Wî Ya Bi Navê Dersa Dîn” adlı makalesi ise Aralık-2018 tarihinde yayımlanmıştır. Görüldüğü üzere benim tebliğim Sayın Ayhan Tek’in makalesinin yayımlanmasından yaklaşık sekiz ay önce sunulmuş ve bir ay önce de yayımlanmıştır. Dolayısıyla mezkûr makaleden intihal yoluyla alıntı yapmamın mümkün olmadığı ortadadır. Hal böyle iken söz konusu iddianın rasyonel hiçbir gerçekliğinin olmadığını kıymetli okuyucular takdir edeceklerdir.
- Yazıyı yazan kişi, yukarıda güçlü argümanlarla reddetmiş olduğum iddiaların dışında birtakım başka iddialarda da bulunmuştur. Söz konusu iddialarda, çalışmalardaki bazı isim benzerliklerinden hareketle benim başka çalışmalardan intihal yoluyla alıntılar yaptığımı iddia etmiştir. İthamlara konu olmuş çalışmaların adlarının tek tek zikredilmesine gerek olmamakla birlikte şu kadarını ifade etmeliyim ki özellikle sosyal bilimler alanında yapılan çalışmalarda, konu ortaklığı ve benzerliğinden dolayı çalışma adlarının da birbirine yakın olması kaçınılmazdır. Sosyal bilimlerdeki engin yorum dinamizminden kaynaklı olarak her araştırmacı aynı orijinal metinden farklı sonuçlara ulaşabilmektedir. Tersinin iddia edilmesi durumunda, her bir tarihi şahsiyetin veya konunun sadece bir araştırmacı tarafından ve belli bir perspektifle ele alınması gerekecektir ki bu işin tabiatına aykırıdır. Nitekim literatür taraması yapıldığında birbirine çok yakın konu ve isimlerle yayımlanan binlerce çalışma ile karşılaşılacaktır.
Suçlamalara konu olan diğer çalışmalarıma gelince; isim benzerliği olmakla birlikte çalışmalarımın hiçbirisi iddia edildiği gibi başka çalışmalardan meşru olmayan yollarla alıntı yapmak suretiyle yazılmamıştır. Çalışmalarımın tamamı ve iddiaya konu olan benzer çalışmalar bütün araştırmacıların erişimine açıktır. İnceleyenler söz konusu iddiaların ne kadar asılsız olduğunu bizzat göreceklerdir.
Hâsılı kelam, gerek akademik kariyerime başlamadan önce gerekse sonra alanımla ilgili birçok akademik çalışma yaptım. Yaptığım çalışmaların büyük çoğunluğu alanında ilk olma özelliğini taşımaktadır. Başta kişiliğime, aile hayatıma, akademik kariyerime ve sosyal konumuma yönelik kasten yazılmış böyle bir yazı, yazılmadan önce yazan kişinin yüzeysel bilgilere müracaat etmek yerine çok derinlemesine bir araştırma yapması beklenirdi. İnsani, vicdani ve ahlaki duyarlılık bunu gerektirirdi. Ancak isim benzerliğinden kaynaklanan birkaç çalışmamı göstererek bunlar üzerinden haksız ithamlarda bulunmak ve yaptığım bütün çalışmaların bu yolla yapıldığını ima etmek, bunu yapan kişi ya da kişilerin ve arkasında duran kuruluşların söz konusu niteliklerden yoksun olduğunun, dolayısıyla insani, vicdani, ahlaki ve hukuki hiçbir ölçüye uymadığının en açık göstergesidir. Yukarıda ifade ettiğim cevabi metnimde görüldüğü üzere söz konusu iddiaların kanıtlardan yoksun olduğu, bu amaçla gerekli incelemeler yapılmadan yazıldığı ortaya konulmuştur. Bu tür suçlamalar, sadece şahsımı değil ailemin, çalışma arkadaşlarımın ve çevremin yıpratılmasına sebep olmuştur.
Bilinmelidir ki etik ilkleler sadece akademisyenler için geçerli değildir. Bunlara etik ilkelerden dem vuranların da uyması gerekir. Zira bu ilkelerin bir gün kendilerine de lazım olabileceğini zihinlerinin bir köşesinde tutmaları gerekmektedir.”
HABER MERKEZİ