Burcugül Çubuk
Mahallenin halkı değişti. Altındağ’ın, Ankara’nın, bilcümle şehirlerin “demografik” yapısı değişti.
Artık bütün suçların sahibi emperyalist kapitalizmin savaşlarıyla yerlerinden edilen göçmenlerdi. Kapkaç mı, Suriyeliler yapmıştır. Torbacılık mı, Afganlar yapmıştır. Taciz, tecavüz, çocuk istismarı mı, Araplar yapmıştır. Göçmenler yokken suç yokmuş, burası bir masal ülkesiymişcesine şehir efsaneleri türedi. Böylece arınma mümkün oldu. Gerçi suç hep başkasının oldu. Hoşgörü ve saygı ülkesiyiz ya, bütün suçları Kürtler, Romanlar, Ermeniler işlemiştir.
Bu göçmenler yerden mi bitti, ağaçta mı yetişti? Nereden geldiler?
Emevi Camii’inde Cuma hutbesi okutma hayalleri yerini Rojava Kürdistanı’nı işgal gerçeğine bıraktı. Suriye halklarına atılan her kurşun, cihatçılara verilen her bomba, yıkılan her köy göç yolları oldu. IŞİD’in zulmünden kaçanlar kamplarda tanıştı Osmanlı hoşgörüsü ile. Sonra şehirlere dağıldı halklar. En kötü işi en ucuza yaptılar, başka bir ihtimal de yoktu. Ege’nin, Meriç’in akıntısına karşı Avrupa yoluna düşenlerin bedenleri kıyılarımıza vurdu. Türkiye’nin desteklediği cihatçılar kadınlara ve kız çocuklarına taciz, tecavüz, zorla evlendirme –yani tecavüz-, şiddet demekti. Türkiye’deki kamplar da şehirler de farklı olmadı. “Sınır-Hudut Namustur!” diyen CHP ve İP için sorun yoktu. İşgale ve sömürüye her tezkerede evet diyenler açısından göçmen karşıtı politikalarının kadın düşmanlığıyla el ele, kol kola yürümesi o kadar tanıdık ki…
Sınır ötesi operasyonlarla gücüne güç, pazarlığına meta göçmen kozuyla Avrupa’dan avrolar, işgal topraklarında egemenlik hakları aldı. Daha doğrusu taşeronluk. Gelen avrolar üçer beşer kuruş olarak göçmenlere verildi. Kişi başı 120 lira örneğin. Sadece yasal statünüz varsa. Halk bu üç kuruşların devletin kasasından verildiğine inandırıldı. Düşmanlığın ekonomik temelleri de böylece atılıyordu. Yoksullar vergilerin mültecilere aktığına inandı.
Bulundukları her yerde istenmeyen, barınma sıkıntısı nedeniyle çadır kurdukları sahillerden kovulan, yolda yürürken taciz edilen, saldırılan ve hatta Bolu’da elektriği on kat fazla ödeyecek olanlar ise göçmenler.
İstanbul Sözleşmesi’ni okuyanlar, göçmenlerden bahsedildiğini de biliyor. Uluslararası bir metin neden göçmenlerden bahseder? Tabiri caizse kadın ve lubunya olmak bizi şiddetin hedefi yapıyorsa, göçmen kadın ve lubunya olmak bizi şiddetin odağına iki kez koyuyor. Sözleşme’ye göre cinsel şiddet beyanında bulunan göçmen kadın ya da lubunya korunmaya alınmalı ve tercüman yardımı ile beyanı alınmalı. Uygulamada ise kadın ya da lubunya derhal geri gönderme merkezine yollanır ve fail erkek kollanır. Diş hekimi İsmail Beker de tam olarak bu kollamacılığa yani erkek devletin göçmen ve kadın düşmanı politikalarına güvendi. İsmail Beker tek değil. Hatta göçmen kadınlar ve lubunyalar tek tek erkeklerin değil tecavüz çetelerinin, cihatçıların, kolluğun tehtidi ile yaşıyor.
Göçmenler üzerindeki ırkçı baskı kadınlar özelinde cinsiyetçi baskıyla birleşiyor. Göçmen kadın emeği daha ucuz, görünmez ve yaşanılan ülkenin göçmenlik karşıtı yasaları nedeniyle çoğunlukla hiçbir güvenceye sahip değil. Patronlar göçmen kadınları ucuza çalıştırıp güvencesizliğin avantajı ile ücretlerini ödemeden, tehdit ederek zorla çalıştırıyor. Göçtükleri ülke; kadınların dinsel, ırksal ve cinsel saldırının her şekline yaygın olarak maruz bırakıldıkları alanlar oluyor. Erken yaşta evlendirilme adı altında istismar, para karşılığı cinsel ilişkiye zorlama, tecavüz, zorla kürtaj ya da zorla doğumun yanı sıra çocukları üzerindeki hakları ailelerindeki erkekler ve erkek devletler tarafından yok sayılıyor.
Türkiye’ye gelirken sınırda ya da kamplarda cinsel şiddet gören kadın, çocuk, lubunya sayılarını bilmiyoruz. Çocuklarını para karşılığı satan ailelerin yanı sıra kız çocuklarını ailelerinden kaçırarak bu erkeklere satan çeteler var. IŞİD’in Antep başta olmak üzere köle pazarları kurduğu biliniyor. Bu pazarlar, ticaretin iki tarafı için de hiçbir risk içermiyor. Sağlık Bakanlığı’nda çocuk yaşta hamilelik rakamları var ve devlet kılını kıpırdatmıyor.
Merdiven altı atölyelerde günlük 5-7 TL arası çalıştırılan binlerce göçmen kadın ve çocuk var. Bu yalnızca Türkiye özelince yaşanan bir tablo da değil. Dünyanın her yerinde göçmen düşmanlığı var. Özellikle yükselen ırkçı ve göçmen karşıtı partiler ve örgütler, kadınların ve çocukların yaşamlarını hiçe sayan politikalar üretiyor. Kuşkusuz ki bu politikalardan en çok etkilenenler de mülteciler. Türkiye’nin Rojava’daki sömürgeci politikaları Türkiye’de yaşayan mülteci kadınları etkiledi. Burada yükselen faşizm ve yaptırımlar kadınlara saldırıları da artırdı. AKP-MHP faşist bloğu kadın düşmanı ve göçmen düşmanıdır. Ve bu düşmanlık bu blok yıkıldığında değil, patriyarkal kapitalizm yıkıldığında son bulur. Bizler HDK’li kadınlar olarak, işgal ve sömürgeciliğe, militarizme, ırkçılığa, şovenizme ve milliyetçiliğe karşı kadın ve LGBTİ+ dayanışmasını öncelikli görevimiz olarak görüyoruz. Burada dayanışmayı tek taraflı görmemek gerektiğinin de altını çiziyoruz. Savaş ve militarizmle güçlenen erkek egemenlik hepimizin hayatında baskı, şiddet, cinsel şiddet demek. Bunu kabul etmiyoruz. Birlikte güçlenecek, birlikte kazanacağız.
*HDK Kadın Meclisi Üyesi