Filistin Yönetimi başkanı Mahmud Abbas, TBMM genel kuruluna hitap etmek üzere Ankara’ya bir ziyarette bulundu. Tahminlere uygun olarak hitabın içeriğinde boş hamaset dışında bir şey görülmedi. Barış için Gazze’ye sonra da Kudüs’e gideceğini söyleyen Mahmut Abbas, İslam’ın hükümlerini esas aldığını belirterek “Ya zafer ya şahadet” sloganını attı; defalarca ayakta alkışlandı. Ama Abbas’ın da onu alkışlayan iktidar yanlısı vekillerin de aslında pek coşkulu olmadıkları, adeta yasak savmakta oldukları gözlendi. Hamas’ın savaştığı, Abbas liderliğindeki El Fetih’inse uzaktan seyretmeyi tercih ettiği koşullar altında bu ziyaretin nereye oturduğunu anlamak kolay değil. Hamas hamiliği hevesi içinde İsmail Haniye suikastını takiben bayrakları yarıya indirten Türk siyasal iktidarı, bırakın milli yas ilanını, siyasi rakibinin ruhuna bir Fatiha okuduğu bile şüpheli Filistin Yönetimi başkanıyla samimi pozlar veriyor; meclis kürsüsüne çıkarıp alkışlattırıyor. Bu tür tuhaf, hatta şizofrenik dış politika dönüşlerine alışkın ülke kamuoyu tarafından bunlar şaşırtıcı bulunmuyor.
Ama bunun o manevralardan biri değil de İsrail başbakanı Benjamin Netanyahu’nun Washington’daki gövde gösterisine nispet olarak planlanmış olduğu unutulmamalı. Mahmut Abbas, Temmuz’un son haftası için Ankara’ya davetliydi ve Netanyahu’nun ABD Kongresi’ndeki nutkuyla eşzamanlı olarak TBMM’ye hitap ederek Filistin’in iki devletli çözüm tezini savunacaktı. Sağlık sorunları nedeniyle bu daveti reddetmesi Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından eleştirilince Abbas’ın alelacele iyileştiği görüldü ve Haniye suikastıyla oldukça farklılaşmış bir atmosfer içinde bu telafi ziyaretini gerçekleştirdi. Ama Netanyahu’ya misilleme yapıp Amerikan Kongresi ve diğer İsrail müttefiklerini ‘kıskandırmak’ için konjonktür kaçmıştı. Öyle olmasa da dünya kamuoyu nezdinde iki meclis hitabının birbiriyle kıyaslanması zaten söz konusu olamazdı. Netanyahu, dünyaya hükmeden bir ülkenin en yetkili organına hitap ederek coşkuyla alkışlandı. Başkan Biden, yardımcısı Harris ve Cumhuriyetçi başkan adayı Trump’la ayrı ayrı görüşmeler yaptı. Ziyaretinin prestiji kadar sonuçlarının da kıyas götürmeyecek derecede önemli olduğu hemen görüldü. Daha ‘Vadedilmiş Topraklara’ dönüş yolundayken iki kritik suikast gerçekleşti: Hizbullah başkomutanı Fuad Şükür Beyrut’ta, Hamas lideri İsmail Haniye Tahran’da öldürüldü. İran, misilleme yapacağını duyurarak savaş vaziyeti aldı. Ortadoğu coğrafyası iki haftadır en gergin dönemlerinden birine girmiş bulunuyor.
Mahmud Abbas, Birleşmiş Milletler tarafından tanınan Filistin Yönetimi içinde baskın güç olan El Fetih’in lideri. Kurucu lider Yaser Arafat’ın 2004’teki ölümünden beri hareketin ve yönetimin başında. Hamas’ın yükselişi Arafat’ın sağlığında İsrail’le uzlaşmada aşırı tavizkâr davranıldığı eleştirileri üzerinden başlamıştı. 2007’de El Fetih ve Hamas Gazze’de çatıştılar; sonuçta El Fetih Filistin Yönetimi olarak Batı Şeria’ya çekilirken, Hamas da Gazze’nin kontrolünü ele aldı. O tarihten beri Batı Şeria’daki İsrail yerleşimlerinde büyük artış yaşandı. İsrail devlet güçleri de yerleşimcilerin güvenliği gerekçesiyle bölgede fiilen işgal altına aldılar. Abbas yönetimi, açıkça işbirlikçi bir tavır sergilemeyi sürdürüyor. Dünya kamuoyu nezdinde meşru yönetim olarak kabul edilmek dışında ne Filistin toplumu ne de ilgili taraflar için hiçbir olumlu niteliği bulunmuyor. Bu şartlar altında Erdoğan’ın Abbas’tan ne beklediği sorusu tekrar ve tekrar sorulacaktır.
İlk akla gelen yanıt, Hamas yönetimine Halid Meşal yerine Yahya Sincar’ın seçilmesiyle birlikte İran’la daha sıkı işbirliği ve Müslüman Kardeşler’den (İhvan) uzaklaşma ihtimali üzerine Erdoğan’ın Kuvayi Milliye ve benzeri Hamas güzellemelerini geri alarak Filistin coğrafyasında alternatif müttefik arayışına girmiş olabileceğidir. Ama aradığını, oldukça seküler ve köken olarak sol-Baas tandanslı Mahmud Abbas ve El Fetih’te bulması mümkün görünmüyor.
Filistin yönetimi İsmail Haniye suikastının ardından yas ilan etmedi. Erdoğan rejiminin aksine vefat eden her Arap devlet adamı için yas ilan etme adeti Ortadoğu ülkelerinde de yok. Filistin’de son yas ilanı, 2008’de Filistin Halk Kurtuluş Cephesi (FKHC) önderi George Habaş’ın ölümü nedeniyle gerçekleşmişti. Ondan önce de 2004’te Yasser Arafat’ın ölümü sonrasında büyük bir yas yaşanmıştı. Arafat ve Habaş Filistin Kurtuluş Örgütü’nün (FKÖ) en önemli iki önderiydi. Biri Müslüman diğeri Rum Ortodoks kökenliydi. Yakın geçmişte bu mümkündü. George Habaş, ulusal temelden de bir adım ileride, sosyalist ve emekten yana bir duruşla ulusal bağımsızlık mücadelesinin birliğini savunuyordu. Filistin mücadelesine siyasal İslam’ın sızması ve şişmesi, FKÖ’nün İsrail’le girdiği barış sürecinin eleştirisi üzerinden Habaş ve Arafat sonrası kuşağın döneminde gerçekleşti. İhvan etkisi ve Hamas’ın yükselişi hikayesinin önemli bir boyutu, nüfusunun çoğunluğu Müslüman olan ülkeler sathında biz ve onlar tanımlarında ulusal çıkarlar ve değerler yerine dinsel ölçütlere başvuran bir hegemonyanın yaygınlaşmasıdır.
Habaş da Arafat da Filistin topraklarıyla bağları olan aileler içinde dünyaya gelmişlerdi. Yaser Arafat Mısır doğumlu olsa da Doğu Kudüs’teki akrabalarının yanında büyümüş sayılırdı. George Habaş’sa, Filistin’de doğmuş, İsrail tarafından ailesiyle birlikte Lübnan’a sürülmüştü. Yıllar sonra Arafat ve Habaş örgütleri El Fetih ve FKHC’yi birleştirerek FKÖ’yü kurdular. Arafat da Habaş da sivil siyasetle silahlı mücadeleyi birlikte yürütmek durumundaydılar. Hem siyasi lider hem de komutan sıfatıyla komuta ettikleri gerillalardan farklı bir hayat yaşamadılar. FKÖ’nün bölgesel ve küresel güçlerle kurduğu ilişkiler doktriner değil pragmatikti. Sovyet bloğu, Batı bloğu ve o kadar güçlü olmasa da ‘Bağlantısızlar’ olarak üçe ayrılmış dünya siyasetinin her kanadıyla Filistin halkının özgürlüğü hedefine hizmet eden ilişkiler kurmakta tereddüt etmediler.
Hamas’ın bugüne kadarki teori ve pratiği, daha doktriner ve katı bir yapıya işaret ediyor. Siyasal İslamcılığın İhvan dalına bağlılık, Filistin ulusunun talepleriyle örtüştüğü oranda halk desteğine sahip. Buna, FKÖ’nün İsrail’le girdiği barış diyaloğu içinde bu taleplere yabancılaşmasını da eklemek gerekiyor. Hamas’ın önder figürlerinin, Filistin topraklarından çok Körfez ülkelerinde ya da Türkiye’de ikamet ettikleri biliniyor. Örgüt İsrail’le askeri çatışma içindeyken İsmail Haniye dışarıda diplomatik temsil görevlerini yürütüyordu. Suikastın ardından İhvan hiyerarşisinde yüksek kademede bulunan Halid Meşal’in görevi devralması beklenirken Gazze tünellerinden savaşı yöneten Yahya Sinvar’ın Hamas lideri seçilmesi birçok gözlemciyi şaşırttı.
Sinvar’ın ilk bakışta daha İran yanlısı bir tutum takınması beklenebilir. Ama Ortadoğu’yu iyi tanıyan gazeteci Fehim Taştekin’in tespitine göre Sinvar, İran ya da İhvan gibi doktriner seçimleri önemseyen bir kişi değil. Bugüne kadarki yaşamı ve söylemi dikkate alınırsa, siyasal İslamcı doktrinerlik yerine Filistin ulusal çıkarlarını daha öne çıkaran bir Hamas profilinin başlangıcında olduğumuz düşünülebilir. Belki de Yahya Sinvar’ın duruş ve tavrının, kendi seleflerinden çok Arafat ve Habaş’la kıyaslanması doğru olacaktır.
Yahya Sinvar da Filistin doğumlu; Gazze’de büyümüş. Erken yaşlarından itibaren İsrail karşıtı şiddet eylemlerinde yer almış. İsrail hapishanelerinde 20 yıl yatmış ve 2011’de örgütün en önemli figürlerinden biri olarak tahliye edilmiş. O günden bu yana Gazze’de Kassam Tugayları’nın başında bulunuyor. 7 Ekim’den bu yana savaşı fiilen yönetiyor. İnsan kaçırma konusunda uzman. 7 Ekim’den önce de birçok İsrailli rehinenin ölümünden sorumlu olduğu biliniyor. Acımasız bir asker ve doktriner bir İslamcı olmasına rağmen Hamas Siyasi Büro Şefi sıfatıyla seleflerinden daha pragmatik bir siyasetçi portresi çizeceği düşünülüyor. Bunu, kendisinin de daha önce Hamas yöneticileriyle tartışmalarda dile getirdiği, Filistin ulusal çıkarları için her ilgili güçle görüşülmesini ve olabilirse işbirliğini savunduğu, ulusal çıkarları zedelemeyecek her türlü uzlaşmaya da açık olduğu ifade ediliyor. İhvan içi tartışmaların ve Mısır devletiyle İhvancılar arasındaki çatışmanın Filistin sorununa etki etmesinden rahatsız olduğu söyleniyor.
Şimdilik Hamas’ın yeni lideri hakkında bilinenler kabaca bundan ibaret. Yahya Sinvar’ın o yönde eğilimleri olmasına rağmen hareketin doktriner İslamcı çizgiden ulusal bir eksene taşınacağı öngörüsünde bulunmak fazla hayalcilik olacaktır. Yine de Sinvar’ın gelişiyle birlikte Gazze’den başlayarak Filistin toprakları üzerinde FKÖ’nün geçmişinden hafif de olsa bir esintinin hissedilmesi şaşırtıcı olmayacak.