İnsanın bireysel olarak işleyebileceği “işkenceden daha ağır bir insanlık suçu” var mıdır?
Evet vardır: Irkçılık! İnsanları sırf farklı ırktan, dilden, dinden olduğu için ötekileştirmek ve düşmanlaştırmak; toplu katliamların, soykırımların zeminini oluşturduğu ve bunları meşrulaştırdığı için işkenceden daha ağır bir insanlık suçudur. Bu nedenle evrensel hukukta da “nefret suçu” olarak tanımlanır. Halkı etnik kimliği, inancı nedeniyle ayrıştıran, düşmanlaştıran ırkçı söylemin sonuçlarını Nazi Almanyası’nda Yahudilere, günümüz İsrail’inde Filistinlilere uygulanan soykırımda görebiliriz.
İnsanlığa karşı işlenmiş en ağır suçlardan olan ırkçılığı içeren söylemler -her seçim döneminde olduğu gibi- yaklaşmakta olan yerel seçim vesilesiyle yine oy devşirme aracı olarak kullanılıyor. Bunun son örneğine CHP’nin Afyon Belediye Başkan Adayı Burcu Köksal’ın yaptığı seçim konuşmasında tanık olduk. Köksal, partisinin Afyon’da düzenlediği mitingde “Seçildiğimde Afyonkarahisar Belediyesi’nin kapıları DEM Parti hariç her siyasi partiye açık olacak” sözleriyle Kürt halkının -ve yanı sıra ülkenin diğer ezilen, sömürülen, ayrımcılığa uğrayanlarının- temsilcisi olan bir partiyi ve elbette onun seçmenlerini, ırkçı bir yaklaşımla ötekileştirdi.
CHP yönetimi, daha önceki benzer olaylardan farklı olarak (Örneğin Bolu Belediye Başkanı’nın aynı minvaldeki söylemlerine rağmen yeniden aday yapılması gibi…) Köksal’ın sözlerine hızla karşılık verdi. Önce Özgür Özel, Köksal’ın dilinin sürçtüğünü söyledi. Ancak Köksal, Genel Başkanı’nın bu düzeltme çabasına rağmen sözlerinin arkasında olduğunu yineledi. Bunun üzerine CHP’den, “Belediyelerimizin kapıları dün olduğu gibi bugün de herkese sonuna kadar açık olacak, tek bir yurttaşımız dahi kimlikleri nedeniyle haklarından ve kamu hizmetlerinden yoksun bırakılmayacaktır” açıklaması geldi. Ardından da Özgür Özel, bütün belediye başkanlarının kadın hakları ve hayvan haklarının yanı sıra kişilerin dini inancı, siyasi görüşüne bakılmaksızın belediye hizmetlerini eşit sunacaklarına, belediye kapılarının herkese açık olacağına dair taahhütte bulunacağını açıkladı. Köksal’ın sözlerine karşı en sert tepki, “Öyle ‘Ben belediye başkanı olursam şu partilileri belediyeye almam, şu partiler hariç şunlarla görüşürüm’ diyen ya kendine başka bir iş bulacak ya da başka parti bulacak!” sözleriyle İstanbul Belediye Başkan adayı Ekrem İmamoğlu’ndan geldi.
Irkçı bir söyleme karşı CHP içinden gelen tepkiler sevindiricidir elbette. Ancak daha önce bu konuda yeterince tepki göstermemiş -İstanbul da dahil- yönetimde olduğu belediyelerde anadilde belediyecilik hizmeti başta olmak üzere Kürtlerin dilini, kültürünü geliştirme taleplerine karşı AKP/MHP iktidarından farklı tavır izlememiş bir partinin samimiyeti konusunda, ciddi şüpheler oluştuğunu da belirtmek gerekir.
“CHP’yi ırkçı söylemlere karşı tepki vermeye iten, özellikle metropollerde seçimi alabilmek için Kürt seçmenin oyuna duyduğu ihtiyaç mıdır?”
Bu soru; Kürt düşmanlığı üzerinden demokrasiden, hukuk devleti olmaktan adım adım uzaklaşılırken, CHP’nin -karşı çıkmak bir tarafa- bu sürecin bir parçası olduğu gerçeğini görebilenlerin ve elbette en başta da Kürt halkının aklını kurcalamaya devam etmektedir.
CHP, çok uzun yıllardır iktidarda bulunmamasına rağmen, Cumhuriyet’in kurucu partisi olarak, halkları düşmanlaştırarak varolmaya çalışan ulus devletin, Türk-Sünni bir yapıya haiz olan müesses nizamının yükünü sırtında taşımaya devam etmektedir. Bu yükü sırtından atarak, yani devlet partisi olmayı reddedip, gerçek anlamda halkın partisi ol(a)madığı sürece, ırkçı söylemlerden uzak durmaya çalışması ya da Kürt düşmanlığına karşı gösterdiği kimi münferit tepkiler, CHP’nin barış ve demokrasi konusunda inandırıcı olmasına yetmeyecektir.
Seçim sürecinde -gündeme yeterince getirilmese de- hem merkezi yönetimce çözülmesi beklenen sorunların hem de yerel yönetimlerden beklentilerin düğüm noktası, “Türkiye’nin demokratik, hukuk devleti olmanın gereklerinden uzakta olması”dır. Dolayısıyla seçim meydanlarında demokrasi sorununu dert edinmeyen ya da Türkiye’nin demokratikleşmesi konusunda politika üretemeyenlerin diğer konularda (kentleşme, ekonomi, ulaşım, barınma, sağlık vs) halkın yararına çözümler üretebilmesi de mümkün değildir.
Türkiye’de tüm sorunların çözümünde kilit durumunda olan demokrasinin sağlanabilmesi için en önemli koşul, Kürt sorununun demokratik çözüme kavuşturulmasıdır. Bunun için öncelikle toplumsal barışın sağlanması gerekir. Toplumsal barışı sağlayacak bir sürecin başarıya ulaşabilmesi ise “barışın toplumsallaştırılması; yani halklar arasında yaratılmış olan düşmanlıkların son bulması”na bağlıdır.
CHP ya da diğer benzer partilerin, sadece Kürtlerin oylarını almak için değil, ülkenin toplumun sorunlarına çözüm üretebilmek için de nefret söyleminden uzaklaşarak, barışın toplumsallaşmasını sağlayacak ve Kürt sorununu demokratik çözüme kavuşturacak somut adımlar atması gerekir. Aksi halde halkları birbirine düşmanlaştıran ırkçı yaklaşımlar sürecek; faşizm kurumsallaşmaya devam edecektir. Bunun da halklara acıdan başka bir şey getirmediği tarihin kanlı sayfalarında ayan beyan ortadadır.