“Hikayelerini bilmediklerimizdir, en çok düşman olduklarımız.” Slavoj Zizek
***
Toplumsal ayrımcılık ve ırkçı söylem, nefretin ve şiddetin yaygınlaştırılmasında başvurulan bir araç oldu artık. Düşünce farklılığı ve hak arama düşmanlığa dönüştürüldü. Bir arada yaşama bilinci yerine, yalan yanlış bilgilerle düşmanlık aşılandı ve körüklendi. Dışlayıcı, aşağılayıcı ve ırkçı söylemler enjekte edildi beyinlere.
Eleştiri eşittir ‘hain’lik, barıştan, eşitlik ve adaletten söz etmek eşittir ‘terör propagandası’ olmuş vaziyette. Kavramlar kavram olalı beri böyle zulüm görmedi.
İktidarlar ‘düşman’sız edemez. Her dönem birkaç ‘düşman’ gereklidir ki politikada sıkıştığında bu argüman devreye sokulur ve dikkatler başka yönlere çekilir ve bu sayede sürer saltanat. Günümüzde de yaşanan problemlerin birçoğu, ötekileştirme ve ayrıştırma politikalarından kaynaklanmaktadır. Yönetimin toplumu homojen bir yapı olarak algılamadaki ısrarı ve toplum içerisindeki farklılıkların ötekileştirilmesi, toplumsal barışa ket vurmuş vaziyettedir. Ötekileştirme ve ayrıştırma sorunu bugün artık idareciler ve birinci derecede yetkililer tarafından uygulanan ve tavandan tabana yayılır bir politika haline geldi. Bu alandaki yaftalamalar öyle etkin bir hal aldı ki, ya bendensin ya da düşmanımsın noktasına dönüştü.
***
Bu sistem, yedeğine aldığı tüm devlet aygıtlarıyla ve çeşitli algı dayatmalarıyla toplumun geniş bir kesimini de buna göre biçimlendirdi. Böylece ırkçılığın sıradan ve olağan karşılandığı, birilerinin kendisini bu memleketin tek sahibi gibi görüp diğerlerini yok sayan, ağzına geleni söyleyerek kin ve nefret saçan bir yapı haline getirdi. Kitleler olayların gerçek sebeplerini anlamaya çalışmak yerine, düşmanlık ve nefrete dayalı hamasete payanda oluyor. İşte huzur ve barışın önündeki en büyük engel de insanın bakış açısını daraltan ve her farklı bakışa kuşku ve düşmanlıkla baktıran bu ırkçı ve bağnaz mantalitedir. Zaten kamplaştırılmış, bir yanda ötekileştirilmiş diğer yanda sırtı sıvazlanan ve kendini bu ülkenin tek gerçeği sayan bir tayfa var. Kendi gibi düşünmeyen her muhalifi hain ve terörist sayan türlü algı operasyonlarıyla zehirlenmiş bu kesimlerin kendinden olmayana çok daha rahatlıkla yöneleceği bir muafiyet kazandırılmış durumda. Muktedirin durmadan şırınga ettiği bu algıya göre barış, eşitlik ve adalet dediğin anda, en masum bir talepte bulunduğun anda suçlusun demektir.
Oysa varsa sorunlar konuşularak anlaşarak çözülür. Ama ne yazıktır ki Martin Luther King’in deyişiyle, “Kuşlar gibi uçmasını, balıklar gibi yüzmesini öğrendik. Ancak bu arada çok basit bir sanatı unuttuk, kardeş olarak yaşamayı öğrenemedik.
***
Tek tek kişilerde olduğu gibi toplumların da psiko özellikleri ve bilinçaltları vardır. Operasyonlar önce beyinlerde başlatılır. Bilim insanları şiddet çığırtkanlığının bir boyutunun da ‘insandışılaştırma’ olduğunu belirtirler. Bu noktada, şiddet yanlıları ‘insani’ yönlerini geri plana atıp görmezlikten gelmeye başlar. Karşı tarafın da bir insan olduğu, bir aileye mensup olup onun da sevenlerinin olduğunu es geçip sanki bir canavar olarak var olduğu türünden bir algıya kapılırlar. Yıllardır kullanılan bu yöntem giderek kendinden olmayanı düşman olarak görme noktasına kadar vardı. Bu tehdidin okları artık toplumu hedef almış durumda.
Tam da bu noktada, uygulanan zulmün bir parçası haline getirilmeye çalışılan insanlara düşen şiddete, hiddete ve nefrete karşı durmaktır. Rachel Corrie’nin ifadesiyle, “Zulüm bizdense, ben bizden değilim” diyebilmektir.