Tarım Orkam Sen Merkez Yönetim Kurulu, 5 Haziran Çevre Günü nedeniyle bir basın açıklaması yayınladı. Basın açıklamasında yaşamın tehlikede olduğu vurgulandı
Tarım Orkam Sen’in 5 Haziran Dünya Çevre Günü nedeniyle bir basın metini yayınladı. Metinde, Türkiye’de son yıllarda yaşanan ekolojik yıkımlara örnek verilerek, çevre sorunun bir sistem sorunu olduğuna dikkat çekildi ve mücadele vurgusu yapıldı.
Tarım Orkam Sen’in hazırladığı basın metninde şu ifadeler yer aldı:
“Birleşmiş Milletler Doğayı koruma konusunda duyarlılık yaratma ve çevre sorunlarına dikkat çekme amacıyla 1972’de, 5 Haziranı Dünya Çevre Günü olarak kutlanması kararı almıştı. Ancak görünen o ki, böyle giderse bir süre sonra ortada kutlanacak bir çevre kalmayacak. Bugün birçok ciddi tehditle karşı karşıya olan ekolojik yaşamda iklim değişikliği öncelikli tehdit olarak görülüyor. İklim değişikliğinin sorumlusu olarak da dünyanın ısınmasına neden olan gazların atmosfere karışması gösteriliyor. Sıcaklıklardaki 1,5 ile 2,5 derece arasındaki artış bitki ve hayvan türlerinin yaklaşık %20-30’unun yok olmasına neden olacağı öngörülüyor. Bilim insanları her 24 saatte 150 ile 200 arası türün yok olduğunu tahmin ediyorlar. Diğer bir küresel sorun ise çölleşme. Dünya yüzeyinin üçte biri veya bir başka deyişle 4 milyar hektara yakın arazi çölleşme tehdidi altındadır.
Her geçen gün tahrip edilen Ormanların, Tarım alanlarının, Meraların, Sulak alanların bedeli açlık, yoksulluk ve göç şeklinde sosyal boyutuyla da ağır ödeniyor. Bu ekolojik yıkımın diğer bir boyutu ise bugün yaşanan virüs salgını olarak karşımıza çıkıyor. Yaban hayatın yaşam alanlarının daralması ile ileride benzer pandemilerin olacağı öngörülüyor. Bu tükenişin sorumlusu doğayı bitip tükenmez bir hırsla yutan, daha fazla kar için yerüstü ve yeraltı kaynaklarını acımasızca yağmalayan kapitalist sistemdir. Emperyalist kapitalist sistem sadece emek sömürüsü ile değil, bütün canlıların yaşam alanlarındaki kaynakları da tüketerek varlığını sürdürmekte; ve yalnızca bu kaynakları tüketmekle kalmayıp, doğayı üretim artığının çöplüğü olarak da kullanmaktadır. Dolayısıyla ekolojik krizin her geçen gün daha fazla derinleştiği günümüz şartlarında Dünya Çevre Günü, sermayenin günah çıkarma gününe dönüşmüş durumdadır.
Su, hava ve toprak hayattır; hayatımız tehlikede..
Paris İklim Anlaşması’nı hala Meclis’ten geçirmeyen Türkiye’de de durum farklı değildir. Ülkemizin hemen her bölgesinde uygulanan vahşi madencilik faaliyetleri, doğanın kılcal damarları ırmaklara, nehirlere, derelere, hatta çayların üzerine kurulan binlerce hidroelektrik santral (HES), orman işgallerini desteklercesine 2/B orman alanlarının satılmak istenmesi, sulak alanlarımızın, göllerimizin kurutulması, meraların, yaylaların tahribi, Tarım alanlarının amacı dışında kullanılması ve yapılaşmaya açılması gibi saymakla tükenmeyecek kadar birçok çevresel tahribat yaşanıyor. Bu çevre sorunlarının başında hava kirliliği geliyor. Ölümcül sonuçlara yol açan hava kirliliğinin baş nedeni ise fosil yakıtlar. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) limitlerine göre Türkiye nüfusunun yüzde 99,9’u kirli havaya maruz bırakılıyor.Hava kirleticisi PM2,5 için Türkiye’de yasal sınır değer bulunmuyor.
Diğer yandan, Türkiye’de son 50 yıl içinde, 3 Van Gölü büyüklüğünde (1,3 milyon hektar) sulak alan kaybedildi. Burdur, Isparta, Antalya, Afyonkarahisar ve Konya’nın güneyinde yoğunlaşan göllerin oluşturduğu Göller Bölgesi bu unvanını kaybetmeye doğru ilerliyor. Eğirdir Gölü , Eber Gölü ve Mekegölü de çöle dönen diğer göllerden.Koronavirüs fırsat bilinerek Salda Gölü’ne de iş makinelerinin sokulması da diğer bir sonun başlangıcıdır. HES’ler ise Karadeniz’de dereleri kurutuluyor. Bölgenin kendine özgü iklimini de değiştiren bu kurumalar, Tarımdan hayvancılığa kadar birçok konuya doğrudan olumsuz etki bırakıyor. Dereler HES sebebiyle kuruturken, fabrika atıklarının bırakıldığı birçok nehir can çekişiyor.
Türkiye son 16 yılda Tarım alanlarının yüzde 8,3’ünü kaybetti; yani tarım alanları 3 milyon 400 bin hektar küçüldü. İmara açılan tarım alanları bu sorunun birincil sebebi. Sadece İstanbul’da Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından, ‘mega projeler’ için Arnavutköy’deki 2.7 milyon metrekarelik arazi imara açıldı. “Tarım alanı” ve “su koruma havzası” olarak belirlenen araziye; konut, AVM, rezidans ve oteller inşa ediliyor. Yine, 125 milyon zeytin ağacının ölüm fermanı anlamına gelen ve zeytinliklerin madencilik ve endüstriyel tesisler için yapılaşmaya açılmasına izin veren yasa ile zeytinlik, mera ve kıyılar yağma ve talana açılmış oldu. 3.Havalimanı, Kanal İstanbul ve Kuzey Marmara otoyolu başta olmak üzere, Türkiye’nin dört yanında enerji santralleri gibi sadece rant odaklı projeler hukuksuz bir biçimde son sürat devam etmektedir.
Hasankeyf, Cerattepe, Allianoi, , Munzur vadisi ve dağları, Zilan Deresi, İznik ormanları, Hevsel Bahçeleri, Validebağ Korusu, Kaz Dağları ve daha sayamadığımız yüzlerce doğa harikası rant ve para uğruna talan ediliyor. Ülke genelinde bütün ekolojik yaşam alanları, maden, enerji, havalimanı, inşaat gibi yıkım projeleri ile sermayenin bitmeyen açlığına feda edilmektedir. Katil projeler ile geri dönüşü asla mümkün olmayacak ekolojik alanlar yok edilerek, insan ve diğer canlılara yaşam alanları bırakılmamaktadır. İnsanı doğadan koparan, iklimi değiştiren ve ekolojik krizi derinleştiren en önemli faktörün büyüme saplantısıyla gözü dönmüş, kârdan başka bir hedef gözetmeyen ve her alanda eşitsizliği, adaletsizliği körükleyen ranta dayalı sistem olduğunun bilincinde olan bizler, aslında çevre sorununun bir sistem sorunu olduğunu ve ancak sistemle mücadele ile çözülebileceğini vurguluyoruz.
“NEFES ALAMADIĞIMIZ” bu günlerde Dünya Çevre Gününü kutlamaya değil, “NEFES ALABİLECEĞİMİZ BİR ÇEVRE İÇİN” doğayı, sermayenin talanına karşı savunmaya çağırıyoruz.”
EKOLOJİ SERVİSİ