Beyza Üstün
Herhangi bir olayı nedeninden koparıp yaşanan olay (açığa çıkan sonuç) ideoloji haline getiriliyorsa bu durum politiktir. Yaşamı mahkum edecek tüm politik yaptırımları da zorla hayata geçirir.
Yaşadıklarımızı tartışırken olayı yaratan nedeni göremezsek içine sürüklendiğimiz politikanın girdabından kurtulmamız çok zordur. Sürüklenir, mücadele edemez, en sonunda da kabul ederiz.
Son birkaç yıldır iki konu dilimizde pelesenk olmuş, hayatımızı sarmış durumda. Her derde deva olarak karşımıza çıkmaya devam ediyor. Covid virüs salgını (yaygın tanımlandığı ifadesi ile pandemi) ve iklim krizi. Her hangi bir sorun yaşarsanız, bu ikisinden biri karşınıza çıkıyor.
Egemen sisteme entegre olmamış uzmanlar, ekoloji politik tutum alan örgütler, antikapitalistler her ikisinin de karşı tartışmalarını yürütüyor. Ancak bu tartışmalar yaşanan süreçlerde hakim dayatmaların hızı karşısında belirgin olmayı başaramıyor. Yaşadıklarımız ölümcül tanımlandığında olayların çözümünde ekonomi politik müdahale ulus devletlerin yönetim mekanizmaları ile birlikte hızla yürürlüğe girmekte gecikmiyor.
Her ikisi de yaşanan olaylar için tanımlanıyor, politik süreçleri ile birlikte kurgulanıyor. Yaşanan olayın çözümü ya da yönetimi olarak sunulanlar bu tanımlarla politik bir sarmal. Yaşama yapılan politik dayatmalarda itiraz edeceğiniz her konuda ve her koşulda da karşınıza ikisinden biri otomatik çıkarılıyor. Bu iki kavram bazı analizlerde iklim krizinin pandemiyi tetiklediği iddia edilerek birbirine sarmalanmış durumda.
Birkaç tanıklık, bu politik tutumun sonuçları olarak, bu tutumun siyasi ve sınıfsal boyutlarını açığa çıkarmakta:
Cezaevlerinde yıllarca mücadele verilip ne kadar kazanılmış hak varsa tümü pandemi nedeniyle geri alınıvermiş durumda. Tecrit pandemi nedeniyle daha da güçlü uygulanmakta. Tutukluların yakınları ile açık görüş hakkı iptal, ortak alanda diğer tutsaklarla buluşma iptal, avukatla yapılan tüm görüşler camın arkasından yapılmaya mahkum, hasta tutsaklar tecrit ve covid virüs nedeniyle ağır koşullarda yaşamaya mahkum, ortak sosyal etkinlikler (kurslar) iptal, dışardan gelen kargoların teslimi olabildiğince geciktirilebilmekte.
Aşıların şirketler arası rekabeti, denemesi tamamlanmayan tüm aşıların halkları denek olarak kullandığını tartışmaya gerek yok sanırım. Şirketlerin ürettiği her aşının etkisi aşıyı olanlar üzerinden kayda giriyor mutlaka birkaç yıl içinde hepimiz sonuçlarını açıklanırsa her aşının güvenilirliğini öğreneceğiz. Ama aşıların olumsuz etkilerini yaşayanları geri almamız mümkün olamayacak. Siyasi iktidarlar tarafından aşıların doz doz kullanımı yaygınlaştırılmaya, şirketlerin aşı, test vd virüs salgınına bağlı malzemeler üzerinden artı değer kazanmalarına verdikleri destek tüm hızı ile sürmekte.
Şantiyelerde çalışmak covid virüs salgını olsa bile serbest ama hastalanan işçiler hastaneye gönderilip tedavi ettirilmek yerine işten çıkarılıp memleketine yollanmakta, grev, iş bırakma vd haklar covid nedeniyle genelge ile iptal.
Çiftçinin tarlasına gidip çalışması izne bağlı, ormanı, dereyi, yaşam alanlarını koruyorsanız ya da orman yangınını önlemek için yanan alana gidiyorsanız bu gidişler genelge ile yasak.
Sistemin yöneticisi siyasi iktidara çok haksızlık etmeyelim; son bir aydır yaşanan selleri ve orman yangınlarını covid virüsüne bağlamadılar, siyasi iktidar temsilcileri onun nedenini sık sık iklim krizine bağlayıp bizleri bu yaşananlara razı etmeye, kendi sorumluluğunu örtmeye çabalıyor. Her yıl yaşıyormuşuz bunları. Soma da yaşanan katliamı yaşamını yitiren işçilerin fıtratına bağlamışlardı. Selle yaşananları birkaç müteahhitin suçlu olmasına, onbinlerce yanan orman ekosisteminin yok oluşunu da iklim krizine bağlayarak işin içinden kolaylıkla çıkacaklarını varsayıyorlar. Yaşananlar; yanarak, boğularak yitirilenleri sayılarla ifade ederek (75, 76, 78, 100, 300, 500…) olaylardaki sorumluluk siyasi iktidarın üstünden aşırtılırsa sonrası kolay. Yanan, yıkılan her yere şirketler konuşlanır (taş, mermer ocakları, maden işletmeleri, turizm tesisleri, yeni siteler, enerji santralları vd.). Halklar da Iban numarası veren devlete yardım ederek, yok olan evleri için yeni krediler alıp borçlanarak, bir sonraki yılın aynı faciaları için razı olur hale getirilir.
Gelin bu olayların nedeni olan sistemi tartışalım. HES’lerin/ suyun doğal akışından koparılıp sermaye birikimine sokulmasının doğal sistemi nasıl yok oluşa sürüklenişini tartışalım. Ya da maden işletmeleri ile dinamitlenen yeraltı katmanlarında uygulananların nelere neden olduğunu, akiferlerin nasıl zarar gördüğünü, bu yetmezmiş gibi maden işletmelerinin üretim çıktılarının (atıklarının) yaşamı nasıl yok edişe sürüklediğini yavaş yavaş yada hızlı hızlı nasıl ölümcül kıldığını tartışalım. Sonra da gerçek suçluyu ortadan kaldıralım. Suyu özgür bırakalım, şirketleri yaşam alanlarından çıkaralım. Gelin o politik tanımların nedeni kapitalist sistemi ve onun yürütücüsü siyasi iktidarları, rejimleri durduralım. Bize ürettikleri yeni politik tanımlarını ve onun planlamalarını dayatamazlar, bu politik müdahaleleri ve iktidarlarını sürdüremezler.
Yakınlarda bunları birlikte tartışabileceğimiz bir buluşma var. Sizleri yaşadıklarımızın ekonomi politik ve siyasi boyutlarını tartışmak üzere Theodor Adorno’nun Bilim itaatsiz olana ihtiyaç duyar perspektifini ilke edinmiş, 15. Karaburun Bilim Kongresi’ne davet etmek istiyorum. İzmir- Alsancak’ta Tarihi Havagazı Fabrikası’nda 1-4 Eylül tarihlerinde gerçekleşecek olan Karaburun Kongresi’nde buluşmak üzere…
Bilim kadar yaşam da itaatsiz olana, sorgulayana, yaşamı koruyana ihtiyaç duyar. Yaşamı özgürleştirecek politik tutum hepimizin sorumluluğunda bizi kapitalizmi özne kılmış faşizmin tüm yöntemlerini yaşama geçirmekte olan rejimi yeniden örmeye davet ediyor…