Erol Katırcıoğlu
Bugünlerde diye başlayacaktım cümleye ama sanırım her zaman demek daha doğru olacak, Türkiye’de herkes PKK’yi konuşuyor gibi ama aslında kimse PKK’yi konuşmuyor. PKK’yi ikide bir konu edenler ise, aslında, Türk milliyetçiliğinin hedef tahtasına bu örgütü koyarak kendilerinin “temiz”, onların ise “kirli” olduklarını vurgulamak istiyorlar. Bütün dertleri bu! Yüz yıldır yaptıkları hataları böylece gizleyerek kendilerini temize çıkarmak. Bu kadar!
Bu çerçevede, ortalıkta dolaşan ve zaman zaman da yükselen bir ses var bu ülkede biliyorsunuz. “PKK ile aranıza neden mesafe koyamıyorsunuz?” Arkasından da “Mesafe koyun ki konuşabilelim”. Ama gerçekten bu öneriyi yapanların niyetleri “konuşmak” olsa ne ala! Bu ülkenin çok sayıda vatandaşı hemen hepsi bu konuyu “konuşmaya” hazırlar. Üstelik de sadece Kürtler değil. Bu ülkede gerçek bir demokrasi ve düzgün bir ekonomi yönetiminin olabilmesi için bu sorunun çözülmesini isteyen o kadar çok insan var ki! Herkes bu konunun konuşulmasından yana. Tamamlanmamış olsa da “Çözüm süreci” bunu kanıtladı.
Ama bu soruyu soranların niyetleri gerçekten soruna çözüm bulmak değil. Değil çünkü, gerçekten Kürt sorununun çözümünü isteyenlerin böyle bir soru sormayacakları ortada. Neden mi? Çünkü, asıl sorulması gereken soru PKK ile neden mesafe koymuyorsunuz sorusu değil, asıl sorulması gereken soru “PKK neden var?” sorusudur. Asıl soru budur ve cevabını da, Cumhuriyet kurulduğundan beri başta Kürtler olmak üzere birçok kimliğe, “Siz yoksunuz!”, “Bu ülkede sadece Türkler ve Sünni Müslümanlar” vardır diyen Türkiye Cumhuriyeti Devleti verecektir. Çünkü devlet sorumluluğu bunu gerektirir.
Son günlerde Erdoğan, dayanamayıp yine bu konuya girdi. Neden derseniz herkes biliyor ki Cumhurbaşkanı olmak isteyen her kimse Kürtlerin onayını almak zorunda. Hayatın cilvesi Türkiye’yi böyle bir yere getirdi. Yapacak bir şey yok!
Efendim, “Edirne’deki İmralı’ya hesap verecekmiş”. Bunu kim söylüyor? Bu ülkenin tek adamı olan Erdoğan. Sonra ekliyor “Öcalan’ın Demirtaş’ın oradan vermiş olduğu mesajlardan rahatsız olduğu ortada bir gerçek”. Arkasından gazeteci Ahmet Arpat’ın, “’Öcalan, Demirtaş’tan rahatsız’ demiştiniz, devletin böyle bir bilgisi mi var?” sorusuna ise Erdoğan “Var ki söylüyorum” diyerek karşılık vermiş.
İlginç değil mi? Devletin başı, Öcalan’la görüşüyor (ya da görüşen görevlilerle görüşüyor) ama Öcalan’ın ailesi, yasal hakları olduğu halde görüşemiyor. Bazen soruyorlar Türkiye’de işler nasıl gidiyor diye, sanırım nasıl gittiği Erdoğan’ın bu açıklamalarından anlaşılıyor. Hukuk devleti guguk devletine dönüşmüş durumda. Kaldı ki Erdoğan Öcalan’la dolaylı da olsa ne konuşuyor acaba? Konuşulacak daha ne kaldı? Koca bir çözüm sürecinde konuşulması gereken her şey konuşulmadı mı? Konuşulmadıysa bu süreç neden bitirildi? Tabii belki de en önemlisi neden şimdi?
Kılıçdaroğlu’nun, “Demokrasinin yolu Diyarbakır’dan geçer” sözüyle utangaç bir biçimde de olsa söylemek istediğiyle Erdoğan’ın durup dururken Öcalan’dan sözetmesi, Türkiye’yi yönetme sorumluluğunu almaya çalışan siyasi elitlerimizin durumunu açıkça gözler önüne sermektedir. Bu iki ittifakın siyasileri eğer gerçekten bu ülkeyi yönetmek istiyorlarsa Kürt sorununa doğru dürüst bir çözüm perspektifi ortaya koymaya çalışmalıdırlar. Bunun için beklemeye gerek yok. Her iki ittifak da cesaret gösterip başta Kürt halkına ve tabiatıyla Türk halkına da seçim sonrası nasıl bir yol izleyeceklerini açıkça ifade etmelidirler. Ancak böylelikledir ki taşlar yerine oturur ve Türkiye Cumhuriyeti ikinci yüzyılına, birinci yüzyılında yapamadıklarını yaparak girer.
Beklentimiz bu yöndedir.