Azad Barış
Çivisi çıkmış dünyanın depremleriyle sarsıldığımız bu çağda, medeniyetin emsalsiz bir bunalıma kapı araladığı, sosyo-kültürel dinamiklerin yeni tip tedirginliklere evrildiği bir zaman aralığına sürükleniyoruz. Bu tekinsizlik hali hem ekosistemin temel döngüsünü tehdit ediyor hem de toplumlar arası dinamikleri geriyor. Bu sebeple acil ihtiyaç, barış ve çeperindeki alanlara dair sorulara yeniden bakmaktır. Bu esaslı soruları sormadan çıkış yolu mümkün değildir. Mevcut koşullar içerisinde bunun pek kolay olmayacağını da bilmek gerekir.
Savaş ancak onu isteyenlerin anladıkları bir kodlar bütünüdür ve ancak söz konusu kodların deşifresiyle barışı savunan bir insan mevhumu ortaya çıkabilir. Savaşın mağduriyetini yaşamayanlar için savaş sadece tesir gücü yüksek bir nizam sistemidir, onu bizzat yaşayanlar için ise hayatları boyunca akıllarından çıkmayacak bir gerçekliktir. Bu sebeple de savaşa karşı barış isteyenler için barış bir nefes alma, hayatta kalma dürtüsüyken, savaşla barışı aynı görenler için barış tamamıyla niteliksiz bir mefhumdur. Bu hakikati derinden hissetmeden ve bilmeden ‘Neden savaş?’ sorusunu anlamanın da zor olacağının farkında olmak gerekir.
“Neden savaş?” sorusunun, savaşın ardında bıraktığı yıkım gücünün azalması ve o yıkımların ağırlığı altında ezilmiş belleğin bir an da olsa özgürleşmesi anlamına geldiğini en iyi savaşı yaşamış olanlar anlar. Einstein da bu soruyu sorduğunda aslında tahrip gücü yüksek bu yıkım makinesinin durdurulması konusunda bir barış mekaniğinin acil olarak inşa edilmesi gerektiğine vurgu yapmak istemiştir. Zira savaş ve onun çeperinde dönen dolapları anlamadan barışın inşa edilemeyeceğini en iyi bilenlerden biridir, Einstein.
Buradan hareketle coğrafi olarak bir parçası olduğumuz ama hiçbir zaman özgür paydaşı olmadığımız Orta Doğu’da sert savaş rüzgârlarının estiği bir dönemde, Einstein’in Freud’a gönderdiği mektupla başlayan savaş karşıtlığına yeniden göz atmakta fayda bulunuyor. 20. yüzyılın en parlak bilim insanları, düşün dünyasının gördüğü en nadide beyinler ve entelektüelliğin norm ölçüsünü belirleyen Einstein ve Freud’un birbirlerine yazdıkları mektupların da ana sorusuydu ‘Neden savaş?’.
Gelmekte olan felaketlere işaret eden Einstein mektubunda Freud’a şöyle seslenir: “Ben barış için mücadele etmek istiyorum. İnsan savaş hizmetini reddetmediği sürece hiçbir şeyin savaşları ortadan kaldırması mümkün olmayacaktır. İnsanın inandığı bir şey, örneğin barış uğruna ölmesi, inanmadığı, örneğin savaş gibi bir şey yüzünden acı çekmesinden daha iyi değil mi? Ders kitaplarımız savaşı yüceleştirmekte, dehşetlerini ise anlatmamaktadır. Bu yöntemlerle çocuklara nefret aşılanıyor. Ben onlara barışı öğretmek istiyorum, nefreti değil; sevgiyi öğretmek istiyorum, savaşı değil!”
Nitekim Freud da Einstein’ın sorusuna cevaben kaleme aldığı “Bir Yanılsamanın Geleceği” adlı eserinde bu konuyu etraflıca analiz eder.
Freud şiddetin ancak güce karşı birleşme ile kırılabileceğini ve insanların kurduğu bu birliğin kalıcı, iyi organize ve sürekli olması gerektiğini söyler. Teoride kalma tehlikesi olsa da topluluğun bu farkındalığının ve aralarındaki duygusal bağın birlik hissi ve dayanışmanın oluşmasına neden olacağını savunur.
Geldiğimiz son noktada; hayatımızın kalıplarını daraltan ve savaş değirmenlerine su taşıyan bu rejimlerden kurtulmanın tek yolunun savaş karşıtı eşitlikçi bir yurttaş hareketinin örgütlenmesi olduğu tartışılmaz gerçekliğini ve aciliyetini korumaktadır.