Nurhak Kılagöz*
“Kültür fikrindeki sorun, onu sürekli genişletmek zorunda kalmamızdır, ta ki ortak hayatımızın tamamıyla özdeş olana dek” demiş Raymond William. Kelime kökeni itibariyle Fransızca “culture” kelimesinden doğan “kültür” kavramı her ne kadar uygarlık gibi insan elinden gelişmiş olsada özü itibariyle, “toprağı ekip biçme, tarım” anlamlarıyla doğadan gelip bir bakım ve yetiştirme anlamını taşır. Kültür, bir bütünlük halidir ama kendimizin ve toplumun gelişimi anlamında da benliğimizi parçalara ayırmayı gerektirir. Hem öğretmen hem talebe olmayı, sanatçı olunduğu kadar sanat eseri olmayı, işçi olup emek vermeyi, çiftçi olup üretmeyi, halkla bir arada halkın militanlığını, bilimle, edebiyatla, felsefeyle de beslenmeyi, tartışmayı gerektirir. Nasıl ki bugün iktidar tarafından ekolojiye dair “paşa gönlüm bilir” halleriyle bilimsel gerçeklikler göz ardı edilerek, meselenin kendi zemini dışında “azami kâr hırsıyla” alınan kararlar toplumu, doğayı geleceğimizi kırıma uğratıyorsa, kültür ve onunla beraber sanata dair böylesi yaklaşımların da gelişmenin önünde engel olup topluma yapılacak en büyük kötülük haline de karşılık gelmektedir. Bugün iktidar eliyle toplumsal yaşamın tüm alanında, eğitimde, sağlıkta, sporda, sanatta, gözetilmeyen hukuki ve bilimsel süreçlerin sonucu olarak, onlarca sanat, siyaset ve bilim insanı cezaevlerinde, sürgünde… Hasankeyf sular altında, Munzur Dağları, Kaz Dağları yok olmanın sınavında… görüyor, gözlemliyoruz. Bu zeminsizliğin sonucu olarak da iktidar sahiplerinin bir yanıyla toplumu kırıma uğratıp, bir yandan da “17 yılda iki konuda nispeten hedeflerimizin gerisinde kaldık. Bunlardan biri insan yetiştirme olan eğitim, diğeri ise insanı zenginleştirme olan kültür ve sanattır” açıklamasıyla da yeni Türkiye’lerini inşa edemediklerini de ilan etmişlerdir.
***
Büyük romanın yazıldığı ilk günden bugüne dek, yazarın tüm alanlarda her gelişmeyi, karakteri, bu denli tarihselliği, toplumsallığı, bilimselliğiyle, sanatsallığıyla tarif ederek, bizleri her bölümde daha büyük bir coşku ve bitmeyen bir sevgiyle kendisine eşlik etme motivasyonuna getirip, yarattığı kurumlarda halkların birlikte mücadele etmesinin perspektifini oluşturmasına karşın, kültür alanının bilimle, felsefeyle bu denle iç içeliğine rağmen, bu alanın ve alan insanlarının yazarın kendisinden de ders çıkartılmaksızın bizleri bu denli bir zeminsizliğe doğru sürüklemesine her gelişme ve olayı “bence böyle”lerle açıklamasına bakınca, herhalde bundan daha büyük bir kötülüğü kendimize, geçmişimize ve geliyor olan günlerimize yapamayacağımızı düşünüyorum.
Bugünden 90’lar kültür çalışmalarına baktığımızda, toplumsallığın sanata konu olma durumu, dönemin ihtiyaçlarına cevap olma haliyle, daha çok bir şeyin “nasıl” anlatılmasından öte “ne” anlatmalı meselesine cevap olmuş durumda. İnkar ve imhayı açığa çıkarmak, direnişi sanata konu etmek, toplumu ortak duyguda motive edip halkının militanlığı sorumluluğuyla gelişen süreç, bir kentten bir dağ kuytusuna doğru uzanan tarihiyle de bugünlerimize halen ışık tutabiliyor. Fakat bugün yeni toplumsal düzene cevap olmayı, geçmişin tekrarı ya da geçmişe özlemle değil, geçmişin güçlü yaşam anlayışlarını ele alıp, öncelikle “nasıl” anlatılmasına yoğunlaşıp, toplumu bir arada tutan ve birbirine bağlayan ahlaki sorumluluğa karşılık her zaman en iyisini, doğrusunu ve güzelini arayıp bulma haliyle, bir ayağı eskinin kalıntılarında, bir ayağı yeni toplumsal düzende olup, her önemli dönemlere kendini dayatmalardan kaçınıp, geçen hafta Hicri İzgören’in yazısında bahsettiği “Herkes gibi ‘aydın’ için de ‘iyi’ ya da ‘doğru’ mutlak birer kavram değildir. Değişme ve gelişme en çok onun için geçerlidir. Ancak onu toplumun genelinden ayıran asıl özellik inandığı doğruyu söyleme, söyleyebilme ‘etik’idir.” İnandığı doğruyu söyleyebilme etiğiyle, ilkelerimizden vazgeçmeksizin, kan ter içinde kalma pahasına sorumluluk alarak, ormanlar yaratıp bu yaratımların hayatlarımıza “özdeş” olana dek, gelecek günlerimizin inşacıları sorumluluğuyla hareket ederek sağlayabiliriz. Yeni bir bir yaşamın inşa eylemcileri olarak yeni bir yaşamı, geniş bir örgütlülüğe kavuşturarak da kendimizi yeniden yaratabilmenin ümidiyle.
* Müzisyen