Deniz Poyraz’ın öldürüldüğünün ertesi günü, Devlet Bahçeli bir açıklama yaptı. Cinayeti lanetlemesi gereken bir siyasi figür, Deniz Poyraz’ı suçlu ilan etti. Bu açıkça, bu cinayeti hoş gören bir noktadan gören bir açıklamaydı
Yaşadığımız coğrafyada, kadın kurtuluş hareketinin çok önemli kazanımları oldu. Örneğin 2005 yılında Türk Ceza Kanunu’nda, özellikle kadına yönelik şiddet konusunda, çok önemli değişiklikler yapıldı yazılı hukukta… Ve bütün bunların temelinde kadın hareketinin talepleri vardı.
Yine 2011 yılında imzalanan Avrupa Konseyi İstanbul Sözleşmesi’nin arkasında da, yine coğrafyamızda yükselen kadın mücadelesinin çok büyük bir payı oldu. Çünkü Diyarbakır’da, annesi eşi tarafından öldürülen, kendisi de yaralanan Nahide Opuz, Türkiye’yi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne şikayet etti. Ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni Nahide Opuz’u “aile içi şiddete karşı koruyamadığı” için mahkum etti.
Ardından, Avrupa Konseyi tüm üye devletlere bir çağrı yaptı; “kadınları yaşamın her alanında şiddete karşı koruyacak, özellikle en yakındaki tehlike olan ‘aile içi şiddete karşı koruyacak’ bir sözleşme hazırlanması” çağrısında bulundu. Ve Avrupa Konseyi İstanbul Sözleşmesi, işte bu çağrı sonrasında hazırlandı. Ve bu sözleşmenin hazırlanmasında, bizim coğrafyamızdan kadın hukukçuların çok büyük katkıları oldu.
Gerçi ne Türk Ceza Kanunu’ndaki yazılı hukuktaki değişiklikler, ne de Avrupa Konseyi İstanbul Sözleşmesi, hiçbir zaman yeterince uygulanmadı; ama yine de yazılı hukukta yapılan bu değişikliklerin varlığı ve İstanbul Sözleşmesi’nin imzalanmış olması, her halükarda kadınlara duygusal bir güç veriyordu.
İstanbul Sözleşmesi’nin en önemli yanı şuydu: Bu sözleşme bütün üye devletlere herhangi bir inanç, örf ve adet veya namus anlayışının, şiddetin gerekçesi olamayacağı görevini yüklüyordu. Yani sözleşme, üye devletlere kendi örf ve adetlerini ve namusunu sorgulamak zorundasın diyordu. Bütün bu değer yargılarının kadına yönelik şiddette bir “araç” olamayacağını dile getiriyordu.
Belki de İstanbul Sözleşmesi’nin kaldırılması, feshedilmesinin ardında yatan, işte bu sözleşmenin vermiş olduğu bu görevdi. Çünkü yerleşik namus anlayışı ve bu namus anlayışına dayalı aile ilişkileri, kadına biçilen değer, bütün resmi ideolojiye dayalı yapının temel dayanağını oluşturuyordu.
İşte bu nedenledir ki, kadın mücadelesi çok büyük önem taşıyor ve çok önemli bir işlev görmekte.
Sözleşmenin feshedilmesinin ardından, maalesef kadına yönelik şiddette büyük bir artış oldu. Hem devlet dili sertleşti, gözaltında, cezaevlerinde işkence yoğunlaştı, kadına yönelik şiddet ve kadın cinayetleri son derece büyük bir artış gösterdi.
Belki de, bu sözleşmesinin feshedilmesinin ardından, Kadınlara yönelik en büyük saldırı İzmir’de gerçekleşmişti. Deniz Poyraz bir faşist katil tarafından acımasızca katledildi. Ve bu cinayet hala yargılamalar devam ederken de katil tarafından açıkça savunulmakta.
Tüm kadın katillerine destek veren bir devlet dili var çünkü.
Hiç unutmayalım!
Deniz Poyraz’ın öldürüldüğünün ertesi günü, Devlet Bahçeli bir açıklama yaptı. Cinayeti lanetlemesi gereken bir siyasi figür, Deniz Poyraz’ı suçlu ilan etti. Bu açıkça, bu cinayeti hoş gören bir noktadan gören bir açıklamaydı.
Geçen günlerde kadına yönelik şiddet ve cinayetlerde büyük bir artış oldu. Son olarak, geçtiğimiz hafta yaşadığımız özellikle Sezen Aksu’ya yönelik Cumhurbaşkanı tarafından sarf edilen sözler ise, belki de bütün toplumu derinden yaraladı.
Sezen Aksu öyle bir değer ki, birçok insan hayatın en özel anlarına ilişkin duygularını hep Sezen Aksu’yla yaşadı. Aşklarını, ayrılışlarını, bazen direngen günlerini bazen mücadele anlarını Sezen Aksu’yla yaşadılar.
Sezen Aksu öyle bir sanatçı ki, örneğin bu coğrafyanın temel meselesi olan Kürt sorunu söz konusu olduğunda, birçok sanatçının tersine sessiz kalmadı ve o dönem uygulanan barış sürecini destekledi, ölümlerin durmasını istedi, Nevroz’larda bölgeye giderek şarkılar söyledi.
Bunlar birçok sanatçı için yapılması son derece güç şeylerdi ama Sezen Aksu bunları yaptı. Ve son günlerde Sezen Aksu, sadece bir şarkı sözü nedeniyle eleştirilere hatta tehditlere, saldırılara maruz kaldı. Evinin önüne kadar giden bir grup erkek tarafından şiddet içeren açıklamalar yapıldı.
Cumhurbaşkanı bir camide Sezen Aksu’nun “dilini kopartmakla” tehdit ederek hedef gösterdi.
Ve en son 2 gün önce, 15 Temmuz platformu adı verilen bir kuruluş, Sezen Aksu hakkında suç duyurusu yaptı ve açıkça Sezen Aksu’yu “beynine sıkmak”la tehdit etti. Bütün bunların yapıldığı coğrafyaya hakim olan devlet aklı, oysa birçok uluslararası sözleşmeye imza atmış durumda.
Bu sözleşmelerin içeriklerinde şiddet yasaklanıyor, işkence yasaklanıyor, ifade özgürlüğü garanti altına alınıyor, kadına yönelik şiddet yasaklanıyor ama bütün bu sözleşmelerin altına imza atmış olan devlet aklı ve devlet dili, maalesef ki bu sözleşmeleri açıkça ihlal ediyor.
Yıl 2022 ve gerçekten bu coğrafyada özellikle kadınlar, özellik de muhalif kadınlar kendilerini hiç güvende hissetmiyorlar. Bu çok büyük bir sorun.
Kadınların yaşamın her alanındaki haklarını savunmak demek, sadece kadın ve erkek arasındaki ezme- ezilme ilişkisine karşı çıkmak anlamına gelmiyor; aynı zamanda ırkçılığa, militarizme, faşizme de karşı çıkmak anlamına geliyor. Ve kadınlar bunun çok farkındalar.
Biz kadına yönelik şiddet politiktir derken, tam da bunu kastediyoruz.