Neden dizi izlediğimizi hiç düşündünüz mü? Üzerinde durup düşünülecek bir aktivite mi, bence evet. Yaptığımız her şey üzerine düşünmemiz gerekmiyor mu? Yaptıklarımızdan muaf olmadığımıza göre enine boyuna neden bu çukurda debelendiğimiz hakkında ciddi ciddi kafa yormamız gerekiyor.
Neden dizi izleriz sorusu etrafında birkaç başlıktaki fikirlerim şöyle.
Yalnız olduğumuz için; daha iyi bir arkadaşımız olmadığı için. Dışarı çıkarsak mekânlar pahalı. Mekân seçmek için ayrı bir efor ve zaman sarf etmemiz gerekecek, yol da cabası. Mekândaki hizmetten, ambiyanstan, lezzetten vs memnun olmama ihtimalini koca bir dağ gibi kuşkuyla içimizde hep büyütürüz. Oysa televizyon öyle mi? Karışan, ilişen, eleştiren, bizden bir şey bekleyen olmayacaktır. Hatta televizyonun karşısındaki en rahat koltuğa gömüldüğümüzde ya da yatağımıza uzandığımızda kendimizi şımartmış yanılsamasını bile hissedebiliriz.
Başkalarının hikâyeleri caziptir
Üretmediğimiz için; yaşamın herhangi bir alanında aktif olarak çalışmadığımız için. Türkiye’deki dizi sektörünün büyük dilimi bu sınıfa hitap ediyor. ‘Beyaz yakalılara’ yönelik dizi çok azdır ve olanlar da işin magazinel boyutundadır, üzerinde dedikodu yapılsın diyedir. Beyaz yakalı yorgundur, streslidir, kafasında bin bir tilki (fikir) dolanıyordur; diziye ayıracak zamanı neredeyse yok gibidir. Fakat bu sınıftaki/kademedekilerin de rahatlamaya ihtiyaçları vardır. O halde;
Eve yorgun geldiğimiz için; işteki stresi yorgunluğu atmak, rahatlamak, dinlenmek, ‘kafayı dağıtmak’ için de izliyor olabiliriz.
Başkalarının hikâyesini merak ettiğimiz için; bu kategoriye her türden/sınıftan insan girer. Merak öyle sihirli ve geniş bir kelimedir ki kapsamadığı insan yoktur neredeyse. Kimi başka sektördeki insan ilişkilerini, şartlarını merak ederken bir başkası izlediği dizideki karakterin (oyuncunun) sonraki hamlesini, başına neler geleceğini merak eder. İzlediği dizideki ayakkabı modelinden tutun da koltuğa, arabaya, halıya, kahve çeşidinden, karakterin üzerindeki tunike, mayoya, eşarpa, cekete kadar merak edenler de elbette vardır. Burada da dizi piyasasının gizli illüzyonları devreye girer.
Dizi piyasası modayı, moda diziyi yaratır
Modayı takip etmek için; evet dizi piyasasını finanse eden onlarca hatta yüzlerce sektör var ve bu sektörler kendilerini en çok da buralarda gösterirler. İzlerken fark etmemiş olabilirsiniz ama üç beş gün/on gün sonra bir bakmışsınız ki dizide giyilen ayakkabı herkesin ayağında, orada kullanılan elektronik aletler çok satmaya başlamış; her dükkânın/mağazanın camında o aletle ilgili bir yazı/duyuru görmeye başlamışsınız. Bunda bir keramet var herhalde deyip sorgulamadan alıyorsunuz. Burada en başta söylediğimiz ‘yaptığımız her şeyi sorgulamalıyız’ uyarısı o ürünü alana kadar hiç aklımıza gelmemiştir. Durup sormazsınız kendinize: Bu ürünü/malı ben niye alıyorum, bu gerçekten bana lazım mı? Bu aşamada aklımıza ‘üretmeyen insanlar tüketir’ düsturu gelmezse ‘tüketen insan tükenir’ deyişi gelse iyi olur.
Okumadığımız için; başka hayatları, hikâyeleri merak etmenin başka bir yolu da kitap okumak ki bu, dizilere göre hem çok daha zengin içerikte hem de daha lezzetli olduğu su götürmez. Kitap (roman, öykü vs) okurkenki genişleyen hayal dünyamızın dizilerin sıradan dünyasını hallaç pamuğuna çevirdiğini biliyoruz. İşte bu şıkın da dezavantajı okurken sarf ettiğimiz izan/enerji/zaman. Oysaki kitap okuyanlardaki serotonin salgılamasının köşe kırlenti gibi kanepede oturup televizyon izleyenlere nazaran çok daha yüksek olduğunun bilimsel araştırmalarda ortaya çıktığını biliyoruz.
Bu dizi piyasasının illüzyonlarına kanıp hareketsiz kalarak kendinizi şişirmeyin. Saatlerce televizyonun karşısında hareketsiz kaldığınız yetmiyormuş gibi bir de abur cuburun dibine vuruyorsunuz. Bedeniniz hareketsiz kalırken beyniniz de tembelleşebiliyor. Bölümün sonuna koyulan sonraki bölümün fragmanı sizin için hazırlanan bir tuzaktır; ayık olun.
Kim bilir belki başka bir yazıda da dizi piyasasındaki adaletsizliklere, çalışma koşullarına, hak yemelere, cinsiyetler arasındaki ücret uçurumlarına değinirim.