İki gün önce sosyal deney adıyla yayımlanan ve Diyarbakır’da çekilen videoyu çoğumuz izledi. Video çocuk hakları hareketi tarafından oldukça net bir şekilde ihlal olarak tanımlandı ve bu videonun yeni hak ihlallerine yol açabileceği söylendi. Buna karşın videoyu bazıları “iyi niyetli” buldu. Hatta Kürt çocukları; onların öldürülmesini meşrulaştıran “terörist” etiketinden kurtulmanın bir yolu olarak “Çocuklar Kürt ama iyi kalpliymiş” şeklinde düşündürüldü.
(Çocuklara dair bu algı zaten kendi başına bir hak ihlali. Dolayısıyla bu algının dönüşümünü sağlamak için çocukları, onların özelliklerini, içinde bulundukları durumu kullanırsak sadece bir ihlali başka ihlallerle derinleştirmiş oluruz ve çocuklara çok büyük ayıp ederiz. Çekimi yapanların derdi şov değil de gerçekten bu algıyı dönüştürmek olsa bile -ki pek çok yorumda bu tür görüşler de paylaşıldı- algıyı meşrulaştırmıyor mu? İktidarın dilini kullanarak, onun sorularına yanıt vermeye çalışmak onu meşrulaştırmaktan başka bir işe yarar mı?)
Peki ama çocuk hakları hareketinin haklı tespiti neden hepimiz tarafından kolayca benimsenmiyor? Aslında epeydir; medya ve çocuk hakları üzerine kafa yoruluyor, yazılar hazırlanıyor, eğitimler veriliyor, rehberler oluşturuluyor. Ancak hala kafa karışıklıkları yaşanabiliyor, basın özgürlüğünün çok yara aldığı bu dönemde nefes almamamızı sağlayan çok yakından takip ettiğimiz medya kuruluşları bile bu konuda ihlale neden olabiliyor.
(Bu arada “sosyal deney” adıyla şov yapan kişilerin kafalarının karışık olduğunu düşünmüyorum. Amaçlarının “daha fazla izlenmek”, “daha fazla takipçi toplamak” olduğu da çektikleri diğer videoların bulunduğu kanala bakınca doğal olarak anlaşılıyor).
Ama kafa karışıklığı yaşayan, ne yapacağını tam olarak kestiremeyen, gazetecilik yapan pek çok kişi, basın kuruluşu, çocuk hakları için çalışma yapanlar, sanatçılar ve aslında her şeyi çoğu zaman kayıt altına almamıza olanak veren bir “performans aracı” cep telefonuna sahip olan hepimiz; zaman zaman çocukların özellikle de görsellerinin kullanımı konusunda sınıfta kalabiliyoruz…
Elbette ideolojik farklılıklar, olayları yorumlama şekillerimiz aldığımız tutumlarda belirleyici. Ama bazen hiç istemeden gözden kaçırdığımız küçücük bir nokta, kendimize az sorduğumuz bir soru, çocukları değil kendimizi, işimizi, eserimizi, haberimizi merkeze alışımız istemeden de olsa ihlallere yol açabiliyor… Üstelik de geri dönüşü olmayan, çocuklar üzerinde derin izler bırakan…
Çocuk hakları ihlalleriyle karşılaştığımızda da, çocuklarla birlikte çalışma yaparken de, onlarla ilgili haber yazarken ya da sergi hazırlarken de yapmamız gerekenler açık.
Evet yaşanan çocuk hak ihlallerini görünür kılmalıyız, görünür kılarak yükümlülük sahiplerini bu ihlallerle ilgili göreve çağırmalıyız, bu çağrıyı örgütlemeliyiz. Ya da çocukların seslerini duyurmalıyız, onlarla ilgili haberler de hazırlamalı, onlarla ilgili sanat eserleri de üretmeliyiz… Ancak yaptığımız her ne ise bu onların onurunu incitmemeli, zedelememeli, kimliklerini, adreslerini vb. bilgilerini; herhangi bir zarara uğramamaları için açık etmemeli. Onları ileriki dönemlerde rahatsız olabilecekleri durumlarla baş başa bırakmamalı.
Yaşadıklarını görünür kılmanın biçimlerini belirlerken, seçerken çocukların yüksek yararını düşünmek zorundayız. Örneğin; hızla yaptığımız kayıt; bu ve başka çocuklara zarar verir mi? Olası etkileri neler olabilir? Çocuklarla bu konuyu konuştum mu? İçeriğini, nerede yayınlanacağını, onun gelişimsel özelliklerine uygun şekilde anlattım mı? İzin verdi mi? Peki ya yasal temsilcisi? Hadi izni verdiler diyelim… Bunu yaygınlaştırmak gerçekten iyi bir fikir mi? Bir daha düşünmesek mi? Nasıl bir ülkede yaşıyoruz? Bu video yaygınlaşırsa bu çocuk herhangi bir olumsuz durumla karşılaşabilir mi? Mesela devletin tutumu nasıl olur? Peki ya üçüncü kişilerin tutumu? Onun hangi şekilde algılanmasına yol açarım? Konu insanların ilgisini çeksin diye onu çok daha korunmasız, güçsüz, “acınası” bir şekilde mi gösteriyorum? Yani “istemeden de olsa şiddete açık hale mi getiriyorum?” gibi bir dizi soru bize hem etik hem de politik açıdan iyi bir düşünme hattı sağlayabilir.
Bu etik ve politik hattı yakalayamadığımız sürece ne yazık ki çocukları geri dönüşü olmayan, onlar üzerinde derin izler bırakan ihlallerle baş başa bırakmaya, hiç istemeden de olsa, devam ederiz… Söylesenize; hangimiz savunmadan sorumlu bakanlığın söz konusu bu videoyu, çocukların hak ihlalini devam ettirecek, derinleştirecek şekilde paylaşacağını tahmin edebilir ve hangimiz bunu gerçekten isteyebilirdi ki? Çocuk hakları hareketi ne yazık ki haklı çıktı…