“Ülke olarak bir duralım. Biz hâlâ 3. Havalimanı’ndayız, hâlâ kanal açıyoruz. Ülke, freni patlamış kamyon gibi. Çığ düşen insanları kurtarmaya gidenler yaşamını yitiriyor. Deprem bekliyor İstanbul’u. Buna hazırlanalım, bir duralım. Proje üstüne proje üretme yerine biraz aklıselim olmak gerekiyor. Azıcık duralım.” Eski savaş pilotu Bahadır Altan, bu kısa çıkışını Sabiha Gökçen Havaalanı’nda meydana gelen kaza sonrası CNNTürk’te yaptı. CNNTürk, kendisinden bekleneni yaptı ve Altan’ın konuşmasını yarıda keserek yayını sonlandırdı. Sabiha Gökçen Havalimanı’nda Pegasus Havayolları’na ait uçağın pistten çıkması sonucu 3 kişi hayatını kaybetmiş, kazada 180 yolcu yaralanmıştı. Yayın kesilmeseydi Bahadır Altan kaza denilen olayın aslında engellenebilir bir durum olduğunu anlatacaktı. Engellenebilir bir durumda ölümlerin engellenmemesi, olayı kaza olmaktan çıkaran bir durumdur. Altan’ın sözleri bu tedbirleri almayanları zan altında bırakacağı için kesilmişti. Altan’ın konuşması, yayın kesilerek kesildi ama o susmadı ve gerçeği açıklamaktan sakınmadı. Yaşanan uçak kazası göz göre göre gelmişti.
Benzer durumlar son dönemde artmış ve sonunda ağır bir kaza ile sonuçlanmıştı. İki durum söz konusu idi. Birincisi, siyasal iktidarın rant ve hırs uğruna Atatürk Havalimanı’nı kapatıp açtığı 3. Havalimanı bu çeşit kazalara davetiye çıkarıyordu. 3. Havalimanı kullanışlı olmadığı için yolcular ve şirketler Sabiha Gökçen’i tercih etmeye başlamışlar, havalimanının yükü artmıştı. İktidarın politik tercihi nedeniyle hava trafiği 3. Havalimanı eksenli ayarlandığı için insanların hayatı riske atılıyordu. İkincisi ise şu ki, özelleştirme politikaları insanların hayatlarını, şirketlerin kâr hırsına mahkûm etmişti. Tüm bunlar siyasal iktidarın politik tercihinin sonucu olarak ortaya çıkıyordu. Engellenebilecek bir kaza, gerekli tedbirler alınmadığı için ölümlere yol açan bir yıkıma yol açmıştı. Altan bu gerçeği ortaya koyduğu için sesi yayında kısıldı, sonra da çalıştığı işinden edildi. Göz göre göre gelen ölüm, halka kaza diye sunuldu.
Aynı gün daha ağır bir yıkım çığ olarak geldi. Van-Bahçesaray yolunda bir minibüsün üstüne çığ düştü ve bunun sonucunda 5 kişi hayatını kaybetti. 8 kişinin de yaralı olarak kurtulduğu çığ felaketinde karlar altında kalan 2 kişiyi bulmak için bölgeye giden arama kurtarma ekiplerinin üstüne ikinci bir çığ düşmesi sonucunda 33 kişi hayatını kaybetti. Yaşanan bu çığ felaketi nedeniyle toplamda 41 vatandaşımız hayatını kaybetti. İktidar, havaalanında yaşanan olayı kaza olarak sunarken çığ felaketini ise afet olarak lanse etti. Olayın altı biraz kazıldığında çığın altından yine iktidar çıktı. Habertürk Ankara Temsilcisi Bülent Aydemir, çığın Cumhurbaşkanı Başdanışmanı ve eski AKP milletvekili Gülşen Orhan yüzünden yaşandığını iddia etti. “Olayı anlamaya çalışmak anlamında birkaç telefon görüşmesi yaptım. Çatak’ta bir yemek organizasyonu var. Akp eski milletvekili ve Cumhurbaşkanı Başdanışmanı ki kendisi de yaralı, Gülşen Orhan bir etkinliğe katılıyor. Yola çıkmadan önce Gülşen Orhan, 4-5 iş makinasını yanına alıyor. Narlıca Karayolları İstasyonu’ndan alıyorlar araçları.
İş makinaları yolu açarak buradan geliyor.” Tüm uyarılara kulak tıkayan ve devletin tüm imkânlarını kendisine seferber edecek kadar güç zehirlenmesi yaşayan birisinin hırsı 41 insanın ölümüne yol açan bir felakete yol açmıştı. Yıllardır çığ düşen bir bölgede hiçbir gerekli tedbiri almayan tedbir diye çığ düşmeyen bölgeye çığ tüneli yapan iktidar, bu ağır yıkımı da halka afet, felaket olarak sundu. Elazığ ve Malatya’da meydana gelen orta büyüklükte bir deprem sonrasında onlarca insanın ölmesi de afet olarak sunulmuştu. Oysa çığ ve deprem doğal olaylardır ama ölümler beşeri olaylardır. Çığ ve depremi afete çeviren, alınması gereken tedbirlerin bile bile alınmamasıdır. Yaşanan kaza değil, afet değil açık bir cinayettir. Faili bellidir.
Bir meselenin nasıl tanımlandığı, o meselenin nasıl ele alındığının göstergesidir. Yaşanmakta olan onca felaketi kaza olarak tanımlamak, yaşananlar üzerindeki her çeşit sorumluluktan kaçınmak, değiştirmek ya da engellemek adına hiçbir şey yapmamak demektir. Bu tercih iktidarın ölümlerdeki payını gizleme çabasıdır. Bundan daha vahimi bundan sonra da böyle devam edeceği anlamına gelir ki bu daha fazla yıkım demektir. Yıllardır sümen altı edilen, görmezden gelinen sorunlar birikmiş ve artık peş peşe patlamaya başlamıştır. Bundan sonra daha ağır yıkımların yaşanması şaşırtıcı olmayacaktır. Bu kör gidişin durdurulmaması bir bütün olarak ülkenin ve halkların enkaz altında kalmasıyla sonuçlanacaktır. Durdurmak ya da seyirci kalmak da politik bir tercihtir. Her yıkımı sessizce izleyip yeni yıkımları beklemek ya da karşı çıkıp yıkımları durdurmak adına harekete geçmek tercihi, ülke halklarının tercihi olacaktır. Halk kitlelerinin sessizliğini korku veya cehaletle açıklamak kolaycılık olacaktır. Yaşananların öfke biriktirdiği herkesin gördüğü bir gerçekliktir. Halk kitleleri ancak inandıkları mücadeleler uğruna bedeller ödemeyi göze alırlar. Bu inanç, mücadele içerisinde oluşur ve bu mücadeleyi yürütmek sosyalistlerin yapması gereken iştir. Sosyalistler, var olan parçalı yapıları ve içerisine hapsoldukları rekabet dünyasının kısır çekişmeleri ile böylesi bir yükün altından kalkamayacaklarını görmek zorundadırlar. Ülke, halkların üzerine enkaz gibi çökerken bunu durdurmak adına yan yana gelememenin tarihsel sorumluluğu, tüm ağırlığı ile sosyalistlerin üzerine çökecektir.