Ülkelerin dış ticarette neden korumacılığa başvurduklarını açıklamaya yönelik yaklaşımların gerekçeleri şöyle özetlenebilir (1):
(i) Ülke daha yüksek maliyetlerle de olsa, olası bir savaş ve küresel kriz durumunda kendine yetebilecek bir durumda olmalıdır.
(ii) Tarifeler, belli bir ölçeğe ulaşana kadar yerli bebek endüstrileri (belli sanayileşme stratejisinin aracı da olarak) korumak için uygulanırlar. Bu endüstriler sanayileşme için korunmalıdırlar.
(iii) Karşı tarafın haksız ticari uygulamalarına (sübvansiyon ve fiyat indirimleri gibi) karşı yerli firmalar korunmalıdır. Böylece tarifeler ticari ortak konumundaki diğer ülkelerin zararlı ticaret politikalarında değişiklik yapmaları için uyarıcı bir işlev görebilir.
(iv) Tarifeler ticaret hadlerini iyileştirerek yerli üreticinin refahını artırır. Çünkü tarifeler ihraç ürünlere olan talebi azaltarak dünya piyasalarında bu ürünlerin fiyatlarını düşürebilir.
Ayrıca korumacılık sayesinde kaynaklar ithal ikameci sanayilere yönlendirileceğinden ülkenin ihracata yönelik üretimi, arzı azalır, böylece fiyatları artar. Yani dış ticaret hadleri (ülkenin sattığı ürünlerin fiyatlarının ithal ettiklerinin fiyatlarına oranını gösteren endeks) iyileşir.
Kısaca bu yaklaşıma göre optimal tarifeler ülke insanının durumunun iyileşmesine yardımcı olur (diğer yandan karşı ülkeler de tarifelerini yükselttiğinde herkesin durumu kötüleşebilir) (2).
Korumacılık çözüm değil
Her ne kadar yüksek tarifeler biçimindeki korumacılık sanayileşme stratejisinin bir aracı olarak kullanılabilirse de, yani yerli sanayileri korumak amaçlı olarak uygulansa da, özellikle günümüz küreselleşmiş kapitalizmi altında örneğin bir az gelişmiş ülkenin anti-kapitalist ve anti- emperyalist bir paradigmayı benimsemeden, özellikle de emek ve doğa ile uyumlu, verimli bir sürdürülebilir bir sanayileşmeyi, sadece korumacılıkla hayata geçirebilmesi imkânsızdır.
‘Bizler’ ve ‘Onlar’ yanılsaması
Ayrıca korumacı politikalar da yanlış bir dikotomiye neden olarak, dünyayı “bizler” ve “onlar” ya da “yerliler” ve “yabancılar” diye ikiye ayırır.
Böyle bir ayırımın kapitalizmin uzlaşmaz çelişkilere sahip sosyal sınıfları bünyesinde barındırdığı gerçeğini görmezden geldiği, dolayısıyla her hangi bir sınıf perspektifinin olmadığı ve sonuçta emperyalizme karşı çıkış görüntüsü altında onun içsel bir olgu olduğunu inkâr ederek emperyalist- kapitalist sömürüyü meşru göstermeye yaradığı açıktır.
İlave olarak, 1929 Büyük Depresyonunun başlarında da görüldüğü gibi, korumacılık dünya ticaretinde kurumaya ve resesyonun derinleşmesine neden olabilir. Şöyle ki:
Bu yılın Nisan ayında IMF-DB ortak toplantısından çıkan ortak görüş dünya ekonomisinin yavaşlamakta olduğu ve resesyon riskinin giderek arttığı yönünde. IMF iktisatçıları bu nedenle de (küresel ekonominin hassas momentinde olduğumuzdan hareketle) bu yılki büyüme tahminlerini yüzde 3,3’e düşürdüler (Ocak başında yüzde 3,5 olarak tahmin ediyorlardı). Yüksek gümrük tarifelerinin ve ticaret savaşlarının büyümeyi yavaşlattığı ve toparlanmayı sürdürülemez kıldığı öne sürülüyor (3).
Bu bağlamda OECD bu yılki büyüme hızını yüzde 3,4 (4); Avrupa Komisyonu yüzde 3,2 (5) olarak tahmin ediyor ki bunlar 2008 krizi öncesindeki yüzde 4’lük büyüme trendini altında kalıyor.
Ticaret savaşları: Sebep mi, sonuç mu?
Diğer taraftan ticaret savaşları ve yüksek tarifelerin ekonomik büyümeyi yavaşlattığı yaklaşımı da tartışmaya açık bir yaklaşım.
Çünkü bu yaklaşımın temel varsayımı ticaret ve tarifelerin küresel ekonomik büyüme ve refahın ana sürükleyicileri olduğu.
“2019 G-20 Osaka Zirvesinde en fazla odaklanılan konu ABD – Çin ticaret savaşları olacak. Böylece zirve içi boş sözler ve kararlarla tamamlanacak. Oysa yüksek tarifeler ve korumacılık neden olmaktan ziyade sonuçtur. Yani bunlar üretken yatırımlarca belirlenen ulusal hasılanın mevcut durumunun türevleridir. Ticaret savaşları derindeki ekonomik sorunların nedeni değil, semptomudur” (6).
Korumacılık üretim yerlerinde kaymalara neden oluyor
Diğer yandan korumacılık üretim mekanlarının küresel çapta değişikliğe uğramasıyla sonuçlanabilir.
Nitekim Çin’deki Amerikan Ticaret Birliği bünyesinde ABD’li firmaların üst düzey yöneticileri ile yapılan bir ankete göre, Çin’de üretim yapan ABD’li firmaların yüzde 40’ı ABD – Çin ticaret savaşları nedeniyle Çin’deki üretim faaliyetlerine ya son verdiler ya da son vererek, bölgede başka ülkelere taşımayı düşünüyorlar. Yüzde 6’sı ise ABD’ye geri dönmeyi planlıyor. Bazı anketörlere göre bu “kuşaksal bir üretim kaydırması” anlamına geliyor (7).
Bu gelişmenin küresel ekonomik, politik ve jeopolitik sonuçlar doğuracak bir gelişme olduğu inkâr edilemez.
Korumacılık dünya ticaretini daraltıyor
Korumacılık bir sonuç olarak ele alınsa dahi, neden olduğu gelişmelerin dünya ticaretini yavaşlatmakta olduğu bir gerçek.
Nitekim dünya ticaret hacmi 2017 yılında yüzde 4,6 oranında artmıştı. DTÖ’ye göre 2018 yılında bu artış yüzde 3 olabildi. Geçen yılın 3. Çeyreğinde yüzde 1,1 olan artış, 4. Çeyrekte eksi binde 6 ve 2019’un ilk çeyreğinde eksi binde 3 oldu. DTÖ tarafından düzenlenen Dünya Temel Ticaret Göstergesi Endeksi (WTOI) ise 2012 yılından bu yana ilk kez 100’ün altına düştü ve 96,3 oldu. DTÖ’ye göre ticaret savaşları sürerse durum daha da kötüleşecek. Kısa vadede dünya ticareti hacim olarak küçülürken, orta vadede bu küresel bir resesyon nedeni olacak (8).
Ayrıca Çin’de (ABD ile yaşanan ticaret savaşı ve tarife gerginliği sonrasında) Nisan ayından itibaren temel bazı göstergeler kötüleşmeye başladı. Mart’tan itibaren sanayi hasılası artış hızı yüzde 8,5’ten yüzde 5,4’e; perakende satışlar yüzde 8,7’den yüzde 7,2’ye; sabit sermaye yatırımları yüzde 6,3’ten yüzde 6,1’e geriledi (9).
Çin’in dünyanın en büyük ithalatçı ekonomisi olması nedeniyle ABD’nin Çin’e uyguladığı yasakların dünya ticaretini etkilemesi kaçınılmaz olacaktır (10).
Dünya ticaretinin artması yüzde 99’un refahının arttığı anlamına gelmiyor
Diğer taraftan, dünya ticareti arttığında bunun faydaları da eşit dağılmıyor. Bundan asıl faydayı dünya ticaretine hâkim olan büyük çok uluslu şirketler (ÇUŞ) ve onların azgelişmiş ülkelerindeki ticari ortakları sağlıyorlar.
UNCTAD’ a göre, 2014 yılında tüm dünyada olmak üzere en tepedeki yüzde 1 ihracatçı firma mal ihracatının yüzde 57’sini, yüzde 5 yüzde 80’ini ve yüzde 25 ihracatçı firma ülke ihracatının yüzde 100’ünü gerçekleştirdi. Yani dış ticaret artışının getirisi emekçilere değil sermayedarlara gidiyor (11).
Dünya ticaretini ellerinde tutan en büyük 2 bin küresel çok uluslu şirketin yıllık kârları 1990’ların sonlarında 0,7 trilyon dolar iken, 2014 yılında neredeyse 4 kat artarak 2,6 trilyon dolara yükseldi. (12)
Dünya ticaretinin yüzde 50’sinin vergi cennetlerinde yerleşik büyük şirketler tarafından yapıldığı ve küresel servetin altıda birinden fazlasının bu cennetlerde tutulduğu dikkate alınırsa (13) küresel ticaretin büyük çoğunluğu yoksullaştırırken, küçük bir azınlığı zenginleştirdiği gerçeği daha iyi anlaşılabilir.
Kapitalist korumacılık çiftçilerin gelir kaybına neden oluyor
Korumacı politikalar (özellikle de çok yüksek tarifeler) ülkenin ulusal parasının güçlenmesine, bu da iç ticaret hadlerinin bozulması yüzünden, örneğin köylülerin gelir kaybetmesine ve yoksullaşmasına neden olabiliyor.
Çünkü yüksek tarife uygulayan ülkenin parası diğer ulusal paralar karşısında değer kazanıyor. Tarifeler ithalat talebini azalttığından, örneğin doların değeri yükseliyor ve dolarla daha fazla yuan satın almak mümkün oluyor. Bu da Amerikan çiftçisini vuruyor zira örneğin artık 1 dolar ile içerde daha fazla miktarda buğday, mısır vb satın alınabiliyor. Bu nedenle güçlü dolar ABD tarım üreticisini endişelendiriyor (14).
Nitekim ABD’nin Çin ile ticaret savaşından en çok çiftçiler zarar gördüler. Öyle ki ABD’li çiftçilerin gelirleri geçen yıldan beri yüzde 16 oranında düştü. Tarımda Güven Endeksi, 2016 yılından bu yana en düşük seviyeye geriledi: Nisan 2019’da 115 iken, Mayıs’ta 101 oldu. Tarımdaki kötü gelişmeleri telafi etmek amacıyla dağıtılan sübvansiyonların büyük kısmı ise zengin çiftçilere gitti (15).
Kapitalist korumacılık tüketicinin yoksullaşmasına ve yolsuzluklara yol açıyor
Aşırı korumacılık ülkede tüketici fiyatlarının yükselmesine yol açarak tüketicilerin yoksullaşmasıyla da sonuçlanabilir.
Ayrıca yüksek tarifeler uygulamak biçimindeki korumacılık önlemleri yolsuzluğu artırıyor. Çünkü korunmuş sektörler diğerlerine göre daha avantajlı hale geldiğinden, bu kayırmacılık ve rüşvetin artmasına ve rant ekonomisinin büyümesine neden oluyor.
Emek ve ekoloji üzerinde olumsuz etkiler
Aşırı korumacı politikalar, ihracatçı ülkelerin (ithalatçı ülkelerin korumacı önlemleri nedeniyle artan fiyatları ve azalan rekabet güçleri yüzünden) üretim maliyetlerini düşürebilmek için; işçilerin ücretlerini düşürmeleri, çalışma koşullarını kötüleştirmeleri ve ekolojiyi daha da tahrip etmesiyle de neticeleniyor. Böyle kötü koşullarda çalışan işçilerin örgütlenme için ne enerjileri, ne de zamanı kalmıyor.
Böylece korumacılık uluslararası işçi sınıfını zayıflattığı gibi, nesnel olarak işçilerin uluslararası düzeyde karşı karşıya gelmeleriyle de sonuçlanabiliyor.
Ayrıca günümüzde korumacı politikalar uluslararası işçi sınıfını bölmeye ve zayıflatmaya yararken, uluslararası ticaretin büyük aktörleri dev sermaye şirketlerinin sınıfsal çıkarlarını koruma ve geliştirmeye yarıyor.
Örneğin Trumpçı tarifeler ve korumacı hamleler daha ziyade büyük şirketleri ilgilendiren (Boing gibi) entelektüel mülkiyet haklarını korumaya yönelik hamleler olarak değerlendiriliyor. Yani bunların sıradan Amerikan işçilerini korumakla ilgisi yok. Gerçekte Trump bu politikaları daha çok kendisini ve çevresini zengin etmek için kullanıyor (16).
Özetle, kapitalist korumacılığın (tıpkı serbest ticaret sistemindeki gibi), ülke çıkarlarına hizmet ettiği ileri sürülse de, bu bir yanılsamadan ibaret
Sonuç: Uluslararası ticaret politikaları toptancı bir bakış açısıyla ele alınmamalı
Gelişkin Merkez ya da azgelişmiş Çevre ekonomilerde korumacı politikalar belli sanayi ya da sektörlerdeki egemen sermaye gruplarını korumaya yararken, başta işçiler, çiftçiler ve tüketiciler olmak üzere geniş kitlelerin işlerini kaybetmelerine, daha yüksek tüketici fiyatlarına maruz kalarak daha fazla gelir, refah kaybına ve yoksullaşmaya yol açabiliyor.
Buradaki yanılsamanın ana nedeni ise kapitalist toplumun birbiri ile uzlaşmaz sınıfsal çıkarlara sahip sınıflardan oluştuğunun ve mevcut emperyalist iş bölümüne uygun uluslararası ticaret yapma biçimlerinin de bu sınıfsal temele göre farklı etkilere neden olduğu gerçeğinin yeterince görülememesi.
Uluslararası işçi sınıfını ve ezilen halkları (adaletli ve etkin bir uluslararası ticaret modeli altında) korumaya dönük “sosyal korumacılık” önerisini bir sonraki yazımızda ele alacağız.
Gelecek yazı: “Adaletli ve etkin bir uluslararası ticaret için üçüncü yol”.
DİP NOTLAR:
(1) Rod Hill ve Tony Myatt, İktisat: Eleştirel Ders Kitabı (Çeviren: Hüsnü Bilir), Heretik Yayınları, 2017, s. 373-374.
(2) Dean Baker, “Donald Trump’s Capricious Tariffs Open the Door to Corruption”, https://truthout.org (10 June 2019).
(3) Gita Gopinath, “The Global Economy: A Delicate moment”,https://blogs.imf.org (9 April 2019).
(4) OECD Economic Outlook, Trade uncertainty dragging down global growth (21 May 2019).
(5) European Commission, European Economic Forecast, Spring 2019, Institutional Paper 102 (May 2019), s. 1.
(6) Bill Durodie, “G20: US-China trade war points to the real crisis that global leaders must confront”, https://theconversation.com (27 June 2019).
(7) https://www.theatlantic.com/…/trumps-trade-war-with-china-i… (25 June 2019).
(8) C. P. Chandrasekhar and Jayati Ghosh, “Disruption in the World of Trade”, https://mronline.org (15 June 2019).
(9) Moody’s, Credit Markets Review and Outlook (16 May 2019).
(10) Chandrasekhar and Ghosh, agm.
(11) C. P. Chandrasekhar, “Hype and Facts on Free Trade”,https://www.networkideas.org (10 October 2018).
(12) UNCTAD, Trade and Development Report 2018: Power, Platforms and the Free Trade Delusion, 2018, s. 56.
(13) Jason Hickel, The Divide, Windmill Books, 2017, s. 228.
(14) Baker, agm.
(15) Al Neal, “U.S.-China trade war: Emergency subsidies mostly going to wealthy farmers”, https://www.peoplesworld.org (5 June 2019).
(16) Baker, agm.