Türkiye’de siyaset sürdürülebilir değil. İktidarı, muhalefeti, zengini, fakiri, genci yaşlısı herkes bunun farkında. Ancak esas sorun alternatifini üretememektir. Statükocu yapı nedeniyle düşünsel çeşitlilik, alternatif ve çoğulcu siyasetin zihni, kurumsal zemini oluşmamıştır. Liberal, sol, muhafazakar bütün kesimlerin demokratik kanalları kullanması pek alışıldık bir durum değil Türkiye’de.
Belli bir statükonun ekseninde dönen demokrasi görünümlü bütün yapı ve kurumlar artık işlevsizdir. Bu ülkede son yüz yıllık statükonun sahibi Kemalistlerdir. Alternatif görünümlü Türk tipi iktidarcı İslam siyaseti de farklı bir sonuç üretemedi.
Takkiye’den iktidarcı İslam’a Erdoğan’ın değişimi
Sanırım Türkiye başta olmak üzere tüm insanlık Erdoğan’a müteşekkir olmalı. Yirmi yıl önce bir mazlum, bir hak savunucusu olarak partisini kurup iktidara yürüdüğünde ılımlı İslam diye tanımlanan gerçekte ise ne olduğu belli olmayan, batı merkezli strateji birimlerinde üretilen politikanın bayraktarlığını yaptı. Üstelik Büyük Ortadoğu Projesi’nin de rol modeli idi. ABD ve Avrupa’dan politik, ekonomik destek aldı. “Hükümetiz ama iktidar değiliz” dediğinde iç siyasette de yürüyüşüne taş koyanlar eliminize edildi.
Güç kaynaklarını ele geçirmeye paralel olarak yönetme biçimini de sürekli değiştirdi. Takkiye ile başlayan, ılımlı olduğu söylenen siyaset cemat, tarikat, parti ilişkisi üzerinden iktidar odaklı İslam’ın rengine bürünmeye başladı. Bürokrasi ele geçirildi, sendikalar, sivil toplum örgütleri ya pasifleştirildi ya da kullanıldı. Sermaye yeniden dizayn edilerek tarikat ve cemaat holdingleri ile birleştirildi. Rant paylaşımı baştan aşağı hiyerarşik düzende taraftarlar arasında paylaşıldı. Oluşan düzeni savunacak birden fazla sivil ve üniformalı silahlı güç çeşitli model ve formüllerle oluşturuldu.
İdeolojik çerçeve ise hakimiyet sınırları Osmanlıcılıkla, hilafet hedefi İhvan ve Rabia ile ve iç siyasette milliyetçi söylemle donatılarak eklektik bir siyasette vücut buldu.
Gerçek veya komplo ya da taktik, çatışma, savaş, iç ve dış operasyonlar gibi süreklilik arz eden darbe mekaniği ile saray sistemi inşa edildi.
Ancak Erdoğan yönetimi Akdeniz’de bütün Avrupa ve ABD’yi, Ortadoğu’da Arapları, İran, İsrail ve Kürtlerin büyük çoğunluğunu karşısına alarak yalnız kalmıştır. Hakeza ekonomi çökmüş, dengelerle, blöf ve tehditlerle, istibdat yöntemiyle iktidarını sürdürmeye çalışmaktadır.
Erdoğan sayesinde ılımlı diye arz edilen iktidarcı İslam’ın artık geri dönmemek üzere tarihe gömüldüğüne tanıklık etmekteyiz aslında. Müslümana da Müslüman olmayana da hayrı olmayan bu sistemin bedeli ağır oluyor.
CHP ve Kemalizm iktidardadır ve AKP ile MHP’nin ortağıdır
Erdoğan hala iktidarda ise alternatifinin olmayışındandır. Kurucu güç Kemalizm olası alternatifleri vakti zamanında tüketti. Şu anda kendisi de yeni dünya dinamikleri bağlamında yönetme kabiliyetine sahip değildir.
Üstelik şu an Erdoğan ile ittifak halindedir. Derin devlet, ergenekon, balyoz vs ne ad verilirse verilsin perde arkasında yönetenler, kurmay aklını oluşturanlar AKP-MHP koalisyonu ile ittifak halindedirler. Onların siyasal yüzü ise CHP’dir ve ana muhalefet pozisyonu ile Türkiye’de gerçek bir muhalefetin önünü almaya çalışmaktadır. Bu haliyle CHP’de iktidardadır. Zaten detaylar hariç temel meselelerde iktidarı hep destekledi.
Kemalistler ırkçıdır, elitisttir. İnançlara saygısız, seküler ve tekçidir. Farklılıkları kabul etmez. Statükoyu korumak için farklı ittifaklara girmekten de çekinmezler. Tarihte çokça örnek var. Şu an için ekonomik durumu, DAİŞ ilişkisi, İhvancı siyaseti ve artık ülkeyi yönetememesi nedeniyle zayıf düşmüş Erdoğan üzerinden bir yol haritası oluşturmuş, uygulamaya sokmuşlardır. Erdoğan’ın hilafeti esas alan rabiasanı tek -vatan, millet, devlet, bayrak- planına, Osmanlıcılığını ise Misak-ı Milli hedefine indirgeyerek yürütmektedirler. Bu yüzden içeride ve dışarıda Kürtlere saldırıların, açık katliam ve yaygın tutuklamaların ortağı ve müsebbibidirler.
MİT, bürokrasi, siyasi partilerle ilişkili ya da kontroldeki tarikat, cemaat ve grupları gözeten Kemalistler İslam Rönesans’ının, aydınlanmasının gerçekleşmesine, siyasetle, toplumla, ekonomiyle çağın gereklerine göre ilişkilenmesine yönelik gayretleri daha doğmadan boğmuşlardır. 12 Eylül Darbesi aynı zamanda Kemalistlerin İslamiyet’i kullanması için güçlü bir adımdır. 28 Şubat, Erdoğan-Gül ekibinin Büyük Ortadoğu Projesi de bu siyasetin bir devamıdır. Gülen cemaatinin tasfiye ile sınır ötesine taşan, kontrol dışı kollar kesilirken, Erdoğan’la doğrudan ittifak edilerek hedeflerde ortaklaşmaya gidilmiştir.
Bu sayede İslamcı parametreyi kullanarak Araplardan lejyonerler oluşturmuş, DAİŞ, Nusra, El-Kaide gibi örgütlerle ittifak edebilmişlerdir. Yani kendilerinin zihni anlamda yapamayacakları ve zemin olarak asla giremeyecekleri topraklara girdiler. Hazmedemedikleri Barzani’yi de Erdoğan ve ticari ilişleri sayesinde kontrole alarak Başur’a nüfuz ettiler.
Kilit parti HDP’nin ittifak arayışı toplum ve kimliklerledir
Kemalistler, MHP ve AKP ittifakının içeride ve dışarıda ciddi bir krizde olduğu malum. Toplum alternatif arayışları talep ediyor.
Haliyle bu sürecin kilidi HDP’dir. Çünkü mevcut statüko, ittifak ve uzantılarının dışındaki tek güçtür. Atacağı adım ciddi bir fırsat yaratacağı gibi, yetersizliği de birçok sorunu doğuracaktır. Dolayısıyla üretilecek siyasi proje ve buna göre ittifak arayışı çok önemlidir. Mesela “güçlendirilmiş parlamenter sistem” söylemi çok zayıf kalmaktadır. İktidarcı İslam ile klasik-, neo- veya örtülü-Kemalizmle dolmuş bir parlamento güçlü olsa ne olur? Neyi çözer?
Kanaatimce halk örgütlü ve güçlü olursa her sistemi özgür ve demokratik zemine çekebilir. Bu noktada da HDP’ye büyük fırsat doğuyor. Türkiye’de etnik, din, sınıf, cins gibi birçok kimliğin sorunu var. Bu yüzden kimlik siyasetini savunmaktan çekinmemek lazım. Ancak Kürt kimliğinin örgütlü ve hegemonik görünümü birçok kesimde soru işaretine neden olmakta, Kürtlerin pasifize olmasını dahi dile getirebilmekte ve bunun da HDP’nin elini güçlendireceğini ifade etmektedirler. Aslında bu farkına varılmadan statükoya boyun eğmenin HDP’yi sistemin parçası haline getirmenin yolunu açmaktadır. Oysa Kürtlerin hegemon olduğunu söylemek ve bundan geri adım atmasını talep etmek yerine bunun yanındaki eksiklerin tamamlanması için çalışmak gerekir.
Kürtler kadar Türklerin de, Arapların, Çerkeslerin, Lazların, Azerilerin, Romanların … da kimlik problemi var. Türk kimliği yapay biçimde üretilen, tarih ve ırkçı anlayıştan dolayı gerçek tarih ve toplumsal zeminden kopmuştur. Bu toplumun bütün değerleriyle kendini yeniden tanımlaması ve siyaset üretmesi engellenmiştir. Diğer etnik kimlikler de tarihsel ve siyasal statükonun baskıcı karakteri nedeniyle kendini gizleyerek ve Türkçü bir ırkçılık ve anti-Kürtçülükle ifade ederek tutunmaya çalışmaktadır. İşte bu kimliklerin en az Kürt kimliği kadar savunulması ve Türkiye gerçekliği içinde etnik tüm grupların ortak hareketine dönüşmesi için çalışmak gerekir. Bu anlamda yüksek sesle dillendirilecek bir siyaset halkın nezdinde HDPyi koruyup, güçlendireceği gibi Kürtlerin yalnızlaşmasını ve reaksiyoner olmasını önler. Yapıcı ve katılımcı gücünü arttırır. HDP Kürt partisi olduğu kadar Arap, Türk, Laz, Çerkes, Azeri, Roman … partisi de olunca, kendi içinde de Türkiye zemininde de birçok sorunu çözer.
Aynı şekilde sınıf kimliğini de esas alması gerekir. Esnafıyla, işçisiyle, memuruyla, sermayedarıyla sınıf kimliğinin esasları üzerine oturtulması, güçlü zeminde örgütlenmesi ve hukukunun oluşturulması gündemleştirilebilir. Bu çerçevede de ekonomik meselelere hem sorun tespitinde hem de çözüm önerileri bağlamında projelerle topluma öncü olmalıdır. Özellikle bir sosyal devlet modelini geliştirmesi ve bir manifesto düzeyinde sunması büyük bir ihtiyaçtır.Müslüman, Alevi, Hıristiyan, Yahudi, Ezidi, Şii … gibi tüm inançların haklarının güvenceye alınması çıkarlara iktidarlara alet edilmemesi için inanç kimlikleri bağlamında cesaretle tartışma, örgütlenme ve ortak hareket etmesi ve bütün bu kesimlere dergah olması elzemdir.
Çocuk, kadın, yaşlıların özgür, demokratik ortamda yaşamaya, sosyal devlet güvencesiyle erkek egemen zihniyete karşı savunulması için çalışmaların yürütülmesi bağlamında, cins kimliği ve toplumsal hakların savunulması anlamında hem parti içinde hem de STK düzeyinde, ciddi örgütlenmeye ihtiyaç var ve HDP’nin öncülüğünü beklemektedir adeta.